Ziyaretçi
Babürlüler (Babür İmparatorluğu, Gürgâniyye Devleti)
Hint-Türk İmparatorluğu
Sponsorlu Bağlantılar
1526-1858 arasında Hindistan’da egemen olan Müslüman Türk-Moğol devleti.
1761’den sonra gücünü önemli ölçüde yitirmiştir. Kuzey ve Orta Hindistan’da İslam dininin ve Orta Asya’nın batı kesiminde filizlenmiş bir Türk kültürünün yayılmasında önemli rol oynamış, bu kültürle yerel Hint kültürünü kaynaştırarak güzel sanatlar, özellikle de mimarlık alanında özgün bir bireşimin ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Kuruluş dönemi.
Hint-Türk İmparatorluğu’nun kurucusu, Moğol hükümdarı Cengiz Han’ın soyundan gelen Babür’dür. Timurlular hanedanının bir üyesi olan babası Ömer Şeyh Mirza’nın yolunu izleyen Babür, Timur’un egemenlik kurduğu toprakları ve eski başkenti Semerkand’ı ele geçirmek istiyordu. Bu sırada Afganistan’dan Türkistan’a uzanan bölgenin karışık, oturmamış durumu, yeni serüvenlere girişerek kendilerine toprak kazanmak isteyen soylu savaşçılar için elverişli bir zemin yaratıyordu. 1501’de Muhammed Şeybani Han önderliğindeki Özbekler karşısında, 1511-12 yıllarında Semerkand üzerine yaptığı son seferde başarısız olan Babür, Sind bölgesinde ve Hindistan’da egemenlik kurmaya yöneldi. Bu girişimde ona, ateşli silahlardaki üstünlüğü ile Hindistan’ın dağınıklığı yardımcı oldu. 1522’de Sind yolu üzerindeki stratejik Kandehar kentini aldı. 21 Nisan 1526’da Delhi yakınlarındaki Panipat’ta Delhi sultanı İbrahim Ludi’yi ağır bir yenilgiye uğratarak üç gün sonra Delhi’yi, 4 Mayıs’ta da Agra’yı ele geçirdi.
Hemen ertesi yıl, 16 Mart 1527’de Agra yakınlarındaki Khanua’da Racasthan’daki güçlü federasyonun başı Rana Sanga’nın ordusunu, Mayıs 1529’da da Mahmud Ludi’ nin ordusunu Ghaghara’nın Ganj Irmağı ile birleştiği yerde ağır bir yenilgiye uğratan Babür öldüğünde devletin toprakları Kandehar’dan Bengal sınırına kadar uzanıyor, güneyde Racput Çölü ile Ranthambhor, Gvalior ve Çhanderi kaleleriyle sona eriyordu. Ancak bu geniş topraklarda henüz yerleşmiş bir yönetim yoktu. Bu, Hindistan toplumunun üzerine oturan yeni askeri aristokrasinin egemenliğine nasıl istikrar kazandıracağı sorununu ortada bırakıyordu.
Hindistan’da elde ettiği bu büyük başarıyla Hint-Türk İmparatorluğu’nun temellerini atan Babür, Moğol kökenli olmakla birlikte, öteki Moğol boylarından kopuk olarak uzun yıllar Türkmen bölgelerinde yaşayan, dil ve töre bakımından Türklerden çok şey almış bir boydan geliyordu. Yeni kurduğu devletin gelişme çizgisi de Moğollarmkinden farklı oldu.
Gelişme dönemi.
Babür’ün yerini alan Hümayun (hd 1530-56) iyi yetişmiş, daha babasının sağlığında birçok başarılı sefer yönetmiş bir devlet adamıydı. Başa geçer geçmez Delhi Sultanlığını canlandırmak isteyen Mahmud Ludi ve Şîr Şah Sur’un baskılarıyla karşılaştı. Mahmud Ludi’yi yenilgiye uğratan, Şîr Şah’la da barış yaparak doğuda Afgan egemenliğini tanıyan Hümayun, 1535’te Gucerat’ı ele geçirdi. Ama bu bölgenin yönetimini kardeşi Askerî’ye bırakması olumsuz gelişmelerin de başlangıcı oldu. Bir süre sonra bağımsızlığını ilan eden Askerî, Agra’ya yürüdü. Henüz bu sorun çözülmemişken eski sultan Bahadır Şah, Gucerat’ı geri aldı. Hümayun, Bahadır Şah’ın 1537’de Portekizlilerce öldürülmesinden yararlanarak Gucerat’ta yeniden üstünlük sağlamak isterken bu kez de Afgan sultanı Şîr Şah Sur aradaki barışı bozdu ve Bengal’e girdi. Haziran 1539’da yenilgiye uğrayan Hümayun 1540’ta Agra’yı terk ederek daha batıya çekildi. 1543’te de İran’a sığınmak zorunda kaldı. Delhi, Şîr Şah Sur’un eline geçti. Onun ölümünden sonra, durumdan yararlanmak isteyen Hümayun, İran şahı I. Tahmasb’ın da desteğini alarak önce Kâbil’i, ardından da 1555’te Delhi’yi yeniden ele geçirdi, hanedanın bölgedeki üstünlüğünü sağladı.
Hümayun ertesi yıl bir kazada öldü. Pencap valisi olan oğlu Ekberin küçük yaşta olmasından yararlanan Hindu vezir Hemu, Delhi ve başka birçok kentte üstünlük sağlayarak Babürlülerin egemenliğini ortadan kaldırmaya çalıştıysa da, Ekber’in naipliğini üstlenen Bayram Han, Hemu’yu Panipat’ta yenerek egemenliği yeniden elde etti. 1560’ta Bayram Han’ı yönetimden uzaklaştıran Ekber’in ilk egemenlik yıllarında Hint - Türk İmparatorluğu’nun toprakları Pencap ve Delhi çevresiyle sınırlıydı. Ancak Ekber kısa sürede Kuzey Hindistan’ın büyük bölümünü yeniden Hint-Türk egemenliği altına almayı başardı. 1561-95 arasında Malva, Gucerat, Bengal, Keşmir, Sind ve Kandehar ile Handeş, Berar ve Ahmednagar’ın bir bölümünü topraklarına kattı. Köklü yönetsel ve mali düzenlemelerle devlet yönetimini güçlendirdi. Yaşamının son yıllarında, tahta bir an önce çıkmak için ayaklanan oğlu Şehzade Selim’le uğraşmak zorunda kaldı.
Tahta çıktığında Cihangir sanını alan Selim, bir dizi başarısız seferden sonra 1614’te Mevar’a üstünlük sağladı. 1621’de Dekkan’da Melik Amber’in öncülük ettiği direnişi kırarak Ahmednagar, Bicapur ve Golkonda’yı vergiye bağladı. Babasının başlattığı gelişmeleri sürdürerek hukuk düzenini pekiştirici önlemler aldı. Ölümünden sonra, tahta çıkan oğlu Şah Cihan (hd 1628-58), ilk yıllarında Dekkan valisinin ve Bundelkhand’daki Hinduların ayaklanmalarıyla uğraştı. Dekkan’da Ahmednagar’ın başkenti Devletâbad’ı ele geçirerek Bicapur ve Golkonda’daki üstünlüğünü pekiştirdi. Semerkand’ı fethetmek amacıyla seferler düzenlediyse de (1639-46), İran’dan destek gören Özbeklerin direnişi karşısında başarılı olamadı. Şah Cihan döneminin önemli olaylarından biri de, giderek Uzakdoğu deniz ticaretine egemen olan Portekizlilerle girişilen savaşlardı.
Şah Cihan 1657’de ağır bir hastalığa yakalanıp oğullarından Dara Şükuh’u vâris ilan edince öteki oğulları ayaklandı. Bunlardan Evrengzib (1658-1707) üstünlük sağlayıp babasını göz hapsine aldırdı ve tahta çıktı. Başkenti Agra’dan Delhi’ye taşıyan Evrengzib, İslam kurallarını katı bir biçimde uygulayıp Hinduları baskı altına aldı. Bu arada imparatorluk topraklarına saldırılar düzenleyen Marathaları yenilgiye uğrattı, toprakları üzerinde dolaylı bir denetim kurdu, Assam’a ve sınır bölgelerine seferler düzenledi. Evrengzib bu seferlerde bazı başarılar elde ettiyse de, devletin mali kaynaklarını da önemli ölçüde tüketti. Öte yandan uyguladığı baskıcı siyaset, Çatların (1669) ve Sihlerin (1675) ayaklanmasına yol açtı. Bunu 1681’de Racputların ayaklanması izledi. Yönetiminin son 25 yılını Dekkan’da geçiren Evrengzib 1686’da Bicapur’u, ertesi yıl da Golkonda’yı kesin olarak topraklarına kattı. Ama egemenlik altına almaya çalıştığı Marathalarm başlattığı yıpratıcı savaşlar, Hint-Türk İmparatorluğu’nun gerileme döneminin de başlangıcı oldu.
Gerileme dönemi.
Evrengzib’in ardından, iki kardeşini öldürterek 63 yaşmda tahta çıkan I. Bahadır Şah (hd 1707-12) Racputlarla barış yaptıktan sonra Pencap’taki Sihleri dağlık bölgelere sürdü. Cihandar Şah’ın bir yıllık yönetiminin ardından, darbeyle tahta geçen Ferruh Siyer ise (hd 1713-19) kendisini desteklemiş olan Abdullah ve Hüseyin Ali Seyyid kardeşlerce devrildi. Yerine geçen Muhammed Şah (hd 1719-48) döneminde yetkileri ellerine geçiren Seyyid kardeşler ve daha sonra da vezir Nizamülmülk, görülmemiş bir baskı ve yolsuzluk dönemi başlattılar. Bu arada Seyyid kardeşleri yenilgiye uğratan Nizamülmülk (Mir Kamereddin [Asaf Cah]), daha sonra Haydarâbad Nizamlığı olarak anılan hanedanı kurdu. Bunu Ayodhya, Bengal, Bihar ve Orissa’da bağımsız hanedanların kurulması izledi. Marathalar da 1731’den sonra Kuzey Hindistan’a akınlar düzenlemeye başladılar. İran’daki Nadir Şah yönetimi ise durumdan yararlanarak Afganistan ve Hindistan’a doğru yayılmaya başladı. Nadir Şah 1738’de Kâbil’i, ertesi yıl da Delhi’yi ele geçirdi. Nadir Şah’ın ölümünden sonra Kâbil’de bağımsızlığını ilan eden Ahmed Şah Dürrani ise, Pencap için sürekli bir baskı öğesi oldu.
Muhammed Şah’m ölümünden sonra başa geçen Ahmed Şah döneminde (1748-54) Marathalarm desteğiyle vezirliği ele geçiren İmadü’l-Mülk, yönetimde üstünlük sağlayarak tahta II. Âlemgir’i (hd 1754-59) çıkardı, Pencap’ta yeniden denetim sağladı. Bu, Ahmed Şah Dürrani’nin saldırıya geçmesine neden oldu. Bölge, uzun bir dönem boyunca Marathalarla Ahmed Şah Dürrani arasındaki yoğun çekişme ve savaşlara sahne oldu. Ocak 1761’de Marathaları Panipat’ta kesin bir yenilgiye uğratan Ahmed Şah Dürrani, Bengal, Bihar ve Orissa’yı denetim altında tutan İngilizlere de Kuzey Hindistan yolunu açmış oldu. Ahmed Şah Dürrani’nin çekilmesinden sonra Hint-Türk İmparatorluğu, egemenlik alanı Delhi ve çevresiyle sınırlı simgesel bir güce dönüştü. Bengal, Bihar ve Orissa’nın mali yönetimini ele geçiren İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası gücünü geliştirerek Hint-Türk İmparatorluğu üzerinde de etkili oldu. II. Ekber Şah (hd 1806-37) aylığını bu kumpanyadan alan kukla bir hükümdardı. Son hükümdar olan oğlu II. Bahadır Şah da (hd 1837-58), Hint racalarının başlattığı bir ayaklanmanın önderliğini yaptığı gerekçesiyle İngilizlerce tahtından indirildi ve Birmanya’ya (bugün Myanmar) sürgüne gönderildi. Öte yandan İngiliz hükümeti de Ingiliz Doğu Hindistan Kumpanyası’m feshederek Hindistan’ı doğrudan İngiltere’ye bağladı.
Yönetim özellikleri.
Hint-Türk İmparatorluğu, çok başlı bölünmüş yönetimlerin ve merkezî yönetim eksikliğinin yol açtığı istikrarsızlığı İran kültür ve uygarlığından da beslenen kurumlarla gidererek, Hindistan’a devlet geleneğini getirdi. Daha sonra başka bazı ülkelerin de örnek aldığı başlıca düzenlemelerin mimarı Ekber’di. Onun kurduğu etkili merkezî yönetimin başında devlet işlerine bakan bir vekil, mali işlerden sorumlu bir vezir, harcamaları yöneten bir görevli (mir bahşi) ile yargı ve din işleri görevlisi (sadrü’ssudur) bulunuyordu. İmparatorluk 15 eyalete (,subel) ayrılmıştı. Her eyalette sonradan nevab adı verilen bir vali (subedar), vergileri toplayan bir sivil yönetici (divan), bir askeri yönetici (bahşi), bir dinsel yönetici (sadr) ve merkezî yönetime rapor gönderen bir görevli (kadı) vardı. Küçük özerk devletler yönetim açısından sınırları içinde yer aldıkları eyalete bağlıydı. Eyaletlerin altındaki illerde (sarkar) eyaletlere benzer bir yönetim örgütlenmesi vardı. Kendi işlerini pançayat denen meclisler aracılığıyla yürüten köyler, özerk bîr yapı taşıyordu. Devlet gelirleri, arazi vergisinden başka orman, sulama kanalı ve dalyanlardan elde edilen gelirlerden, tuz ve gümrük vergilerinden ve bağımlı hükümdarlardan alınan yıllık vergilerden elde ediliyordu. Ürünün üçte biri arazi vergisi olarak almıyordu. Moğol, İranlı, Türk, Özbek ve Afgan askerlere dayanan ordunun en önemli birimleri süvari ve topçu kuvvetleriydi. Yönettikleri kişilerin sayısına göre rütbe alan subaylara (mansabdar) aylık ya da belirli bir arazinin geliri veriliyordu. Terfi ve atama yetkisi imparatorun elindeydi. Asker ve sivil ayrımı kaldırıldığından, bazı makamlar dışında bütün görevliler bir mansabdar rütbesi taşıyordu.
Dinsel baskıları ortadan kaldırarak Din-i İlahi adı altında hoşgörüye dayalı bir inancı yaymaya çalışan Ekber, Farsçayı tek resmî dil yaparak kültürel birliği sağladı. Türk ve İran kültürünün Hindistan’da geniş bir alana yayılmasında Babür soyundan hükümdarların büyük rolü oldu. Örneğin 16. yüzyıl sonlarına değin saray dili Türkçeydi. Sonra Türkçenin yerini Farsça aldı.
Güzel sanatlar. Hint-Türk sanatının OsmanlI sanatıyla benzer yönleri vardı. Her iki üslubun da kökeninde, İslam dininden kaynaklanan geleneklerin (en az 13. yy’dan başlayarak) yerel geleneklere uyarlanması yatıyordu. 14. yüzyıl boyunca çok ayaklı cami şeması Tuğlukâbad, Gaur ve Ahmed- âbad gibi Güney Asya kentlerindeki uygulamalarla Hindistan’a özgü bir biçime ulaşmıştı. Bu yeni çözümde, üçlü sahınlı bir iç mekân, eksenlere getirilmiş minareler ve küçük kubbeler yer alıyordu. Güzel manzaralı noktalara yerleştirilen ilk türbeler de gene bu yüzyılda ortaya çıktı. Bölgesel yapım yöntemlerinden nasıl yararlanılacağını iyice öğrenen Babürlü sanatçıları, Güney Asya bezeme tekniklerini ve örgelerini başarıyla uyarladılar.
15. yüzyılın ikinci yarısında Hint-Türk sanatı İran’la ve daha çok da Timurluların egemenliğindeki bölgelerle sürekli ilişki içinde oldu. Herat ve Semarkand gibi kentlerdeki yapıtlar örnek alındığı gibi, İran’dan akın eden sanatçılar da Babürlü sanatını etkilediler.
Delhi’deki Hümayun Türbesi, Fetihpur Sikri kentindeki yapılar, Agra’daki Ekber Türbesi ve Tac Mahal Hint-Türk mimarlığının gelişimini özetleyen önemli uygulamalardır. Dört örneğin de ortaya koyduğu gibi, Hint-Türk sanatının İslam geleneğine yaptığı en büyük katkı, kırmızı kumtaşıyla beyaz mermerin yapı ve bezeme malzemesi olarak kullanılmasında ulaşılan teknik yetkinliktir.
Babürlü minyatür sanatında, çoğunlukla Safevi tarih kitaplarında olduğu gibi, efsanevi öyküler, yerel olaylar, portreler ve tür konuları betimlenmişti. Hızla gelişen yeni resim anlayışının ilk örneği 1576 tarihli Emil Hamza Destanıydı. Bu minyatürlerden günümüze ulaşan 200 kadar örneğe başta Washington, D.C.’deki Freer Sanat Galerisi olmak üzere belli başlı Hint minyatür koleksiyonlarının çoğunda rastlanır. Savaş, kabul töreni ve bayram gibi geleneksel İran temaları, gerek imgelerin oransız büyüklüklerinden, gerekse nesne ve figürlerin çizgiden çok leke olarak betimlenmelerinden ötürü, anıtsal bir hava taşır. İran minyatürlerinin canlı renkliliğinden bir ölçüde yoksun olmakla birlikte Babürlü minyatürlerinde imgeler daha büyük bir anlatım gücü kazanmıştır. Portreler kişinin özelliklerini, Safevi minyatür okulu portrelerinden daha iyi yansıtır. Çizim anlayışı doğalcıdır, resmin genel havası sanatçının ruhsal durumuna göre değişir. Örneğin hayvan resimlerinde çoğunlukla neşeli bir ruh hali, kadın figürlerinde ise belli bir duyumsallık göze çarpar.
Babürlü sanatı ender rastlanan üslupsal karşıtlıklar içerir. Bunun bir nedeni kökeninin karmaşıklığı, bir başka nedeni de çok farklı yöneticilerin korumasında gelişmiş olmasıdır.
kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Safi; 19 Eylül 2016 21:08