Ziyaretçi
Büyük Selçuklular
Büyük Türk kabile kitlelerine dayanarak kurulan ilk Türk îslam devletlerinden biri.
Sponsorlu Bağlantılar
1038-1194 arasında hüküm sürmüş ve en parlak döneminde Harezm, Horasan, İran, Irak ve Suriye’ye egemen olmuştur. Adını, Oğuzların Kınık boyundan Dokak’ın (Dukak) oğlu Selçuk’tan alan Selçukluların tarihi, Ortadoğu’daki Türklerin tarihinin ilk bölümünü ve Anadolu Selçuklularından geçerek OsmanlIlara uzanan bir gelişmenin birinci büyük aşamasını oluşturur.
Orta Asya ile Rusya’nın güneydoğusunda yaşayan Türk boylarının 10. yüzyıldaki göçleri sırasında, Selçuk’un önderliğinde bir grup göçebe Türk, Seyhun’un aşağı bölgelerine yerleşti ve daha sonra İslam dinini benimsedi. Samanilerin uç beyleri arasında yer alan bu topluluklar, önce Buhara dolaylarına (y. 985), Samanilerin çöküşünden (1005) sonra da Gazneli Mahmud (hd 998-1030) tarafından Horasan’ın sınır bölgelerine yerleştirildiler.
Savaşçı ve yağmacı karakterleri nedeniyle yerleşik yaşama geçişlerinde çeşitli zorluklar ortaya çıktı. Bununla birlikte, komşu uygarlıklar ile temasları, ticaretin hızlandırdığı bir servet birikimi, komşu devletlerin hizmetinde edinilen askerî ve yönetsel deneyimler ve İslamiyetin etkisi, sonuçta askerî aristokrasi ile kabile tabanı arasındaki toplumsal katmanlaşmanın derinleşmesine ve devlete sıçrayışın koşullarının oluşmasına yol açtı. Gazneliler Hindistan’ın kuzeyinde savaşla uğraşırken, beylik soyunun kurucusu Selçuk’un torunları Çağrı Bey ile Tuğrul Bey, Iranlı soyluların ve Büveyhiler ile Fatımile- rin desteklediği Şiilerin gittikçe artan etkinliğinden kaygı duyan dinsel önderlerin desteğiyle bağımsızlıklarını elde etmeye giriştiler.
1038’de Serahs’ta Gaznelileri yenerek Büyük Selçuklu Devleti’nin başlangıcı olarak kabul edilen kendi egemenliklerini kurdular. 1040’ta da Gazneli Mahmud’un oğlu Mesud’u Merv yakınlarındaki Dandanakan’da kesin bir yenilgiye uğrattılar. Bu tarihten sonra Horasan’ın büyük bölümü Çağrı Bey’in denetimine girdi. Tuğrul Bey (hd 1038-63) ise düzenli kölemen (gulam) birliklerinden ve Türkmen aşiretlerinden oluşan bir orduyla Batı’da yeni topraklar fethetmeye yöneldi.
Tuğrul Bey 1055’te Bağdat’a girerek Halife Kaim’i Büveyhilerin egemenliğinden kurtardı ve evlilik yoluyla Büyük Selçukluların Abbasilerle ittifakını gerçekleştirdi. Bu, aynı zamanda Selçuklu askerî aristokrasisinin, İran-İslam uygarlığının gelişmiş bürokrasisinin yönetsel ve halifeliğin ideolojik desteğine kavuşması anlamına geliyordu. Bu temelden hareketle Tuğrul Bey, Orta ve Batı İran ile Bağdat’ m yanı sıra Mezopotamya’yı da kapsayan bir imparatorluk kurmayı başardı. Tuğrul Bey’in ardılı Alp Arslan (hd 1063-72) ve onun oğlu I. Melikşah (hd 1072-92), Selçuklu fetihlerini sürdürdüler.
Birçok sefere komuta eden Alp Arslan, 1071’de Malazgirt’te büyük bir Bizans ordusunu yenerek İmparator IV. Romanos Dioge- nes’i tutsak alınca, İslam dünyasında büyük bir ün kazandı. Öte yandan Malazgirt zaferi Selçuklulara Anadolu’yu açtı ve Selçuklu ailesinden I. Süleyman Şah fetihleri yayarak Anadolu Selçuklu devletinin kurucusu oldu (<ayrıca bak. Anadolu Selçukluları). İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştıran Melikşah öldüğünde, Büyük Selçuklu devleti Harezm, Horasan, İran, Mezopotamya ve Suriye’yi kapsıyordu. Devlet yapısının örgütlenmesinde Alp Arslan ve Melikşah’ın hükümdarlıkları sırasında vezirlik yapan Nizamülmülk büyük rol oynadı.
Büyük Selçuklular, fetihlerdeki başarılarına ve Nizamülmülk gibi İranlı devlet adamları aracılığıyla bütün bir Yakındoğu devlet geleneğinin kendilerine ulaşmasına karşın, kalıcı ve merkezî bir devlet aygıtının oluşturulması çabalarında eski kabile bağları ve alışkanlıklarından tümüyle kopamadılar. Eski Germenler gibi eski Türkler de, devleti hükümdar ailesinin ortak mülkü gibi görüyorlardı. Bu, has ya da ikta gibi toprak tercihlerinin daha çok bağış olarak ve mirasla geçen mülk gibi verilmesine yol açıyor; dolayısıyla taşrada yerel sülaleler kök salıyordu. Öte yandan, toprakların ölen hükümdarın oğullan arasında paylaştı- nlması da imparatorluğun daha da parçalanmasına ve yıkıcı iç kavgalara yol açmaktaydı. Büyük Selçuklu fetihlerinin daha ilk dönemlerinde Çağn Bey’in oğlu Kavurd, Kirman’da Kirman Selçuklulan adıyla fiilen bağımsız bir devlet kurmuş ve fetihlerini Basra Körfezinde Umman’a kadar genişletmişti. Bir başka bağımsız, ama kısa ömürlü devlet de Melikşah’ın kardeşi Tutuş’un askeri nedenlerden de yola çıkarak Suriye’de kurduğu Suriye Selçuklularıydı.
Melikşah’m oğullan arasındaki kavgalar sonucunda Büyük Selçuklu mirası bölüşüldü. Büyük oğul Berkyaruk imparatorluğun büyük bölümünü elinde tutarken, kardeşlerinden Muhammed Tapar İran’ın kuzeybatı kesiminin, Sencer de Horasan’ın yönetimini üstlendi. Berkyaruk 1104’te ölünce, Muhammed Tapar Orta ve Batı İran’ı bir ölçüde denetim altına aldıysa da, 1118’de ölümüyle bu denetim sona erdi. Horasan’da giderek güçlenen Sencer, Karahanlılara ve Gaznelilere karşı zaferler kazandı. Ama 1138’de Orta Asya’dan gelen istilacı Karahitaylara ve Harezhı’deki ayaklanmacılara yenildi. Sonunda, 1153’te aşiret düzeyinde kalmış Oğuz kesimlerinin vergilendirmeye karşı genel bir ayaklanmasında tutsak düştü ve 1157’de öldü. Bu tarihten sonra Büyük Selçuklu Devleti parçalandı ve eyaletlerde yönetim atabeglerin elinde toplandı.
Büyük Selçukluların karşılaştıkları temel sorun, zaferlerini borçlu oldukları göçebe Türkmen aşiretlerini, İran ve Irak’takine benzer bürokratik bir devlet yapısı içinde yaşamaya alıştırmaktı. Bunun için, yerine göre arişet beylerinin oğullarından rehin almaya; yerine göre aşiret reislerine bütün halkları için verilen büyük iktalan parçalayarak tek tek sipahi askerlerine verilen küçük iktalara dönüştürmeye başvuruluyordu. Ama bu sorun hiçbir zaman tam olarak çözülemedi. Ayrıca Türkmen toplulukları, toprakların hayvancılığa elverişli olmaması ve yağmacılığa izin verilmemesi yüzünden Sünniliğe karşı çıkanların yaşadığı ülkelerin fethine ilgi duymuyorlardı. Buna karşılık dinsel etnik açıdan karışık bir yapı gösteren ve göçebe istilacılara karşı koyabilecek gücü olmayan Bizans İmparatorluğu Türkmenlere daha çekici geliyordu. Alp Arslan Türkmenlerin kendisinden kopmalarını önlemek için bu savaşlarda onlara doğrudan önderlik etme yoluna gitti. Malazgirt’den sonra, Türkmen aşiret kitlelerinin irsi reislerinin önderliğinde batıya kaydırılması, bu konuda başlıca yöntem haline geldi ve aynı zamanda Anadolu’nun Türkleşmesini sağladı.
Büyük Selçuklu yönetimi dışarda savaşmanın yanı sıra, içerde de Abbasi halifeliği ile ittifakı sonucu Sünni İslamın koruyuculuğu rolünü üstlenmiş ve Sünniliğe karşıt dinsel akımlara karşı savaşmak zorunda kalmıştı. Büyük Selçuklulardan önce de medreseler kurulmaya başlamıştı ama, din bilginlerine tek tip eğitim verme amacı güden devlete bağlı eğitim örgütlenmesini kuran ilk devlet adamı, Nizamülmülk olmuştur. Sünni Müslümanların başı olan Abbasi halifesi Bağdat’ta belirli bir saygı görüyor ve bir ölçüde bağımsız hareket edebiliyordu; ama devlet içinde gerçek bir siyasal gücü yoktu. Dinsel etkinliklere katılmayı görev sayan Büyük Selçuklu sultanları, güçlerini göstermek amacıyla da İsfahan’daki Mescid-i Cuma gibi pek çok cami yaptırdılar.
Büyük Selçuklu yönetimi Fars kültürünü engellemek yerine geliştirmiştir. Büyük Selçuklular döneminde önce İran’ın kuzeydoğusunda ve Semerkand’da Fars edebiyatının yeni bir biçimi gelişti. İslam öncesi İran alfabesi yerine Arap alfabesini kullanan bu edebiyat Arapçadan alman birçok sözcüğü içeriyordu.
Büyük Selçuklu egemenliği edebi Farsçanın bütün İran’a yayılmasını sağladı. Büyük Selçuklu devletinin yönetsel yapısı, Alp Arslan ve Melikşah dönemlerinde biçimlendi. “Sultanü’l-Âzam” olarak anılan hükümdar, devletin ve ülkenin sahibiydi; ikta verme, atama, Divan-ı Saltanat’a ve yüksek yargı kuruluna başkanlık etme ve komutanlık yetkileri vardı. Sultanlık sarayı ise hacib, büzürg, silahdar, şarabdar, cubdar, camedar, emir-i ahur (imrahor), emir-i âlem gibi yüksek görevlilerden oluşuyordu. Yürütme yetkilerini hace-i büzürg (atabeg) başkanlığında Divan-ı Vezaret üstlenmişti. Ayrıca dış ilişkileri yürüten Divan-ı Tuğra, toprak yönetimiyle görevli Divan-ı Has, ordu ve savunma işlerinden sorumlu Divan-ı Arzü’l- Ceyş ve genel denetimle ilgili Divan-ı İşraf gibi yönetsel kurumlar vardı.
Ordu, ağırlıklı olarak kölemen (gulam) kökenli komutanların emrindeki sipahiyandan (ikta sahibi atlılar) oluşuyordu. Bağdat’taki kadıül- kudata (büyük kadı) bağlı şerî hukuk kuramlarının yanı sıra, emir-i dad (adalet emiri) yönetiminde örfî hukuk kuramları vardı. Adalet mekanizması temelde kadılara dayanırdı, ama bazı özel durumlarda haksızlıkları gidermekle görevli “mezalim” adlı bir kuruluş vardı. İmparatorluk içinde haberleşme ise berid denen, yaygın ve düzenli örgütlenmeyle sağlanırdı.
Kaynak: Ana Britannica
Son düzenleyen Baturalp; 18 Kasım 2016 14:23