Arama

Trabzon - Sayfa 2

Bu Konuya Puan Verin:
Güncelleme: 25 Ekim 2016 Gösterim: 39.892 Cevap: 15
_VICTORY_ - avatarı
_VICTORY_
VIP Silent storM
5 Şubat 2012       Mesaj #11
_VICTORY_ - avatarı
VIP Silent storM

Trabzon Araklı İlçesi

Araklı, Araklıçarşısı, Heraklia, Aragelle, Aragli coğ. Trabzon iline bağlı (il merkezi 30 km), kuzeyinde Karadeniz, doğusunda Sürmene ilçesi, güneyinde Gümüş-hane ili, batısında Arsin ilçeleriyle çevrili ilçe ve batısında Yorakar, kuzeyinde Samayer, güneyinde Petekli ve Linostaş köyleriyle çevrili ilçe merkezi kent adı (Lat (DMS) 40° 55' 60N Long (DMS) 40° 3' 17E Altitude (meters) 5 m)
Araklı ilçesi de pek çok Karadeniz kenti gibi, güneye doğru yükselen, kıyıya paralel uzanmış sıradağların önünde, dar bir sahil şeridi üzerinde kurulmuştur.
Sponsorlu Bağlantılar
Arsin ilçesi ile doğal bir sınır teşkil eden Yanbolu Deresi dışında, Karadere ve Gorgor ilçenin diğer önemli akarsularıdır. Sahil yolu yapılmadan önce kıyıları plaj niteliği taşıyan ve fırtınalı havalarda balıkçı teknelerinin sığınabileceği doğal bir limana sahip olan ilçenin, güneyi ladin ve kayın ağaçlarından meydana gelen ormanlık alanla kaplıdır.
Çay ve fındık tarımı başlıca gelir kaynağı olup, hayvancılık geleneksel yaylacılık yöntemiyle yapılmaktadır.
Cumhuriyet döneminde Sürmene ilçesi-ne bağlı bir bucak iken 1953 yılında ilçe olmuş ve Araklı Belediyesi de bu tarihte kurulmuştur.

Trabzon Arsin İlçesi

Arsin, Arsen coğ. Trabzon iline bağlı (il merkezine 18 km), doğusunda Araklı ilçesi, güneyinde Gümüşhane ili, batısında Yomra ilçesi ve kuzeyinde Karadeniz ile çevrili ilçe ve ilçe merkezi kent adı (40° 58' 0N, 39° 55' 60E, yükseklik 0 m)
Fındık, tütün ve mısır başlıca tarım ürün-leri olup, sahilde balıkçılık, yüksek kesimler-de yaylacılık yapılmaktadır.
1959 yılında Trabzon merkezden ayrılarak ilçe statüsüne kavuşmuştur.
Nüfus (2000): 35.863 (şehir 13.038 + köy 22.825)

Trabzon Hayrat İlçesi


İlçemizin tarihi yapısı hakkında kesin olarak bir bilgi bulunmamakla birlikte, Mileoslu denizcilerle kurulan kolonilerden biri olan Of a bağlı yerleşim birimi olan İlçemizin, İ.Ü.312'de Pontus Krallığı sınırlarına girdiği, Pontus egemenliğinin yıkılması ile Roma, sonra da Bizans egemenliğine girdiği bilinmektedir. Hayrat, Trabzon Rum İmparatorluğu döneminden sonra Fatih Sultan Mehmet'in Trabzon'u fethi ile Osmanlı topraklarına katılmıştır.

I.Dünya savaşında Ruslar tarafından işgal edilen İlçemiz 28 Şubat 1918'de Türk Birliğince işgalden kurtarılmıştır.
Karadeniz sahil şeridine 11 km. uzaklıkta bulunan İlçemiz, 170 Km2 yüzölçümüne ve ortalama 180 m. rakıma sahiptir. Arazi yapısı itibarı ile çok engebeli olan İlçemiz, "kıran" tabir edilen sıralı, paralel tepeciklerden oluşmaktadır. Bu tepelerin en yükseği 3000 m. ile Ziyaret Tepesidir.

Fazlaca yağışlı olan bölgemiz, bitki örtüsü açısından oldukça zengin olup, hemen her çeşit ağaç kendiliğinden yetiştiğinden bütünüyle orman görünümündedir.
Hayrat, 1969 yılında Of'a bağlı bir Belde olarak Belediye Statüsüne kavuşmuş, 20 Mayıs 1990'da da İlçe statüsüne kavuşmuştur. İlçemize bağlı 3 adet belediye (Hayrat,Balaban ve Gülderen), 17 adet köy bulunmaktadır. Hayrat Merkez Belediyemize bağlı 11 adet mahallemiz bulunmaktadır.

İlçemizde ekonomik hayat büyük ölçüde Çay Üreticiliğine dayanmakla birlikte,az miktarda hayvancılık ve ormancılık yapılmaktadır. İlçemizde Çay tarım alanı 2.380 hektar, fındıklık 165 hektar, tarla 426 hektar, sebze alanı 20 hektar ve ormanlık alan 9,154 hektardır.
İlçemizde sanayi de çaya dayanmaktadır. İlçemizde bir adet Çaykur Çay Fabrikası, bir adet de özel çay işleme atölyesi bulunmaktadır. Buralarda yaklaşık 500 işçi ve memur istihdam edilmektedir.

2000 genel nüfus sayımında İlçemizin nüfusu, 7.661'i İlçe merkezinde , 14.306'sı kırsal kesimde olmak üzere 21.967 olarak tespit edilmiştir. İlçemizin okur yazar oranı %93 tür.
Son düzenleyen Safi; 25 Ekim 2016 15:50
Tesadüfen Zirveye Çıkılmaz... Çıkılsa Bile Durulmaz...
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
5 Şubat 2012       Mesaj #12
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Türkiye'nin Doğu Karadeniz Bölgesinde bulunan Trabzon Şehri ülkenin en büyük şehirlerinden birisidir. Genellikle Karadeniz bölgesinin genel bir özelliği olan yayla evleriyle ve yeşil doğasıyla meshur bir ilimizdir. Trabzonda farklı kültürlerden insanlar bulunmaktadır ve farklı dillerde konuşulmaktadır. Rumca, Lazca, Rusça, Ermenice, Farsça ve birçok yabancı kelimeyi barındıran Trabzon Türkçesi konuşulmaktadır. Yine Karadeniz bölgesine özgü kıyafetleri horonu kemençesi yöreye özgü diğer güzelliklerdir. Trabzon'un ilçeleri Çaykara, Dernekpazarı, Akçaabat, Araklı, Arsin, Beşikdüzü, Çarşıbaşı, Düzköy, Hayrat, Köprübaşı, Şalpazarı, Tonya, Vakfıkebir, Yomra, Maçka, Of, Sürmenedir. Trabzonda gezilecek yerler içinde Sümela Manastırı, Ayasofya Müzesi, Trabzon Müzesi, Atatürk Köşkü, Trabzonspor Müzesi, Cevdet Sunay Müzesi,Kaymaklı Manastırı, Kızlar Manastırı, Kuştul Manastırı, Hatuniye Camii, İskenderpaşa Camii, Çarşı Camii, Santa Maria Kilisesi, Vazelon Manastırı, Küçük Ayvasıl Kilisesidir.

Sponsorlu Bağlantılar
Karadeniz'in Simgesi Hilal
Mehmet Altan, "Karadeniz'in Simgesi" isimli yazısında Dünya Fair Play ödülünü alan Hilal ile ilgili bir yazı kaleme aldı.
Star Gazetesi köşe yazarlarından Mehmet Altan, Dünya Fair Play ödülünü 12 yaşındaki ilköğretim okulu öğrencisi Hilal Çoşkuner'in alması olayı ile ilgili "Karadeniz'in simgesi" isimli yazısını kaleme aldı.
İşte "Karadeniz'in Simgesi"
Geçtiğimiz yıl... Trabzon'da... Okullararası kros yarışması yapılıyor. On iki yaşında... Trabzon'da İlköğretim Okulu öğrencisi... Hilal Coşkuner de yarışmacı. Koşuyor, koşuyor, koşuyor... Ve birinciliği yakalıyor... En önde sürdürüyor yarışı. Hilal bastırsa...
Birinci olması kaçınılmaz.
Ama olamıyor...
Daha doğrusu olmuyor.
Neden?
Çünkü rakiplerinden birinin sakatlandığını görüyor.
Yarışı bırakıp arkadaşının yardımına koşuyor.
***
Önceki gün...
Paris'te...
Dünya Fair Play Konseyi toplanıyor.
Ne için?
Dünyanın dört bir yanından ödüller için aday gösterilen sporcuların dosyalarını incelemek için...
İnsanlığın sportmenlik hafızasını diri tutmak için...
Küresel dayanışmanın anlamını vurgulamak için...
Zaten bu nedenle...
Konsey'in verdiği ödüller Baron Pierre de Coubertin'in adını taşıyor.
Baron Pierre de Coubertin kim?
Olimpiyatların kurucusu.
***
Sonunda...
Dünya Fair Play Konseyi'nin Paris'te yaptığı toplantıda, 2006 Dünya Fair Play Ödülleri'ni kazanan sporcular belirleniyor.
Ve 12 yaşındaki Trabzonlu ilköğretim öğrencisi Hilal Coşkuner'e oy birliği ile, Fair Play dünyasının en büyük ödülü olduğu bildirilen Baron Pierre De Coubertin'in adını taşıyan ödülü veriyor...
2006 yılı 'Davranış Ödülü' Hilal'in oluyor.
Hilal'in birinci olabilecekken arkadaşına yardıma koşması Trabzon'da da karşılıksız kalmamıştı.
Trabzon Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ile yerel bir gazeteden de ödül almıştı.
Paris'te toplanan uluslararası konsey bu kararı oy birliğiyle ve alkışlarla veriyor.
Vicdan...
Küresel vicdan...
Trabzonlu Hilal'den Baron Pierre de Coubertin'in ruhuna uzanan insanlık zinciri.
***
Hilal, Dünya Fair Play Ödülü'nü 7-8 Aralık'ta Paris'teki UNESCO merkezinde yapılacak olan büyük bir resepsiyonla alacak.
Baktım...
2006 Dünya Fair Play Baron Coubertin Büyük Ödülü'nü alan 12 yaşındaki Trabzonlu ilköğretim okulu öğrencisi Hilal Coşkuner, hem Türkiye hem de kendi adına çok güzel duygular yaşadığını söylemiş.
Hilal'in ödülü alması, okulu 24 Şubat İlköğretim Okulu'nda da büyük sevinçle karşılanmış.
Trabzon'da geçen yıl yapılan Okullararası Kros İl Birinciliği yarışmasında, birinci olmak üzereyken arkasındaki rakibinin düşmesi üzerine yarışı bırakıp rakibine yardım eden 12 yaşındaki Hilal Coşkuner...
Yarışmada dereceye giremedi ama insanlığın evrensel vicdanında iz bıraktı...
Dünyanın en saygın ödüllerinden birinin sahibi oldu.
* * *
Örgütlü bir azınlığın çok uzun zamandır Karadenizli 'bebeklerden' katil yaratma...
Ve 'katilseverlik' anlayışını yayma çabaları karşısında...
Hilal'i anmadan edemeyiz.
Üzerine ciddiyetle gidilmesi halinde zerresi kalmayacak olan bir kanlı zihniyetin Karadeniz'le anılması... Trabzon ile eşleşmesi oralara büyük haksızlıktır.
Hilal, Karadeniz'in simgesi olmalı.
Bu, bebeklerden 'katil yaratmak' isteyenlere de esaslı bir cevap olur...
Son düzenleyen Safi; 25 Ekim 2016 15:58
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
10 Şubat 2012       Mesaj #13
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye

TRABZON VAKFIKEBİR TAŞ FIRIN EKMEĞİ

Ad:  trabzonekmek.jpg
Gösterim: 487
Boyut:  77.7 KB
Vakfıkebir Taş Fırın Ekmeği geçmişi, fırını, pişirilmesi, şekli, tadı ve bayatlamayan özelliği ile yalnızca Türkiye’de değil dünyada da eşi olmayan ve dilimle satılan tek ekmektir

Yayla kültürü gereği hayvancılıkla uğraşan ve ilkbaharda yaylaya çıkan aileler 2-3 gün süren yayla yolculuğu yapmaktaydılar. Bunun doğal sonucu olarak 2-3 gün boyunca bayatlamayan ekmeğe duyulan ihtiyaç taş fırın ekmeğinin icadına yol açmıştır. Yayla kültürünün hakim olduğu her yerde buna benzer ekmekler üretilmesine rağmen hiçbirisi Vakfıkebir Taş Fırın Ekmeği kadar ihtiyacı karşılamamıştır.

Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan bu ekmek bugün ülkemizin her yanında üretilmesine ve Trabzon Ekmeği olarak bilinmesine rağmen aslına uygun üretimin yapıldığı tek yer Vakfıkebir’dir.
Taş fırın ekmeğini özel kılan pişirildiği fırın başta olmak üzere, suyu, odunu, unu, mayası, havası, şekli, ağırlığı ve pişiren ustasıdır. Bu nedenledir ki ülkemizin her yanında üretilmesine rağmen Vakfıkebir standardı hiçbir zaman yakalanamamaktadır.

Taş Fırın
Vakfıkebir ekmeğinin en önemli özelliği taş fırınlarda ve odun ateşi ile pişirilmesidir. Yörede bu fırınları yapan ustalar bulunmakta ve geleneği devam ettirecek olan çırakları yetiştirmektedirler.

Fırınların tabanında Osmanlılar zamanında "Şamot" adı verilen, günümüzde ise daha çok Bayburt dolaylarında yapılmakta olan fırın taşı veya kara fırın taban taşı denilen ateşe dayanıklı taş kullanılmaktadır. Kara fırınlarda taban taşından başka aynı özelliklere sahip olan ateş tuğlaları da kullanılmaya başlanmıştır. Yöremizin ustaları yine de iyi bir kara fırın için taban taşı kullanılmasının daha iyi sonuç verdiğini söylemektedirler.

Fırının yapılışı sırasında hazırlanan 130 cm. derinliğindeki fırın kuyusunun 80 cm.'lik kısmına kalın çakıl taşlan konur. Bu taşlar fırının alttan su alması durumunda süzgeç görevi görerek suyun üst kısma geçmesini engeller. Kalın taşların üzerine 20 cm. kadar daha ince çakıl taşı konur. Çakılın üzerini tamamen örtecek kadar ince kum yayılır. Daha sonra ısıyı tutup tekrar yansıtması amacıyla cam kırıkları konulur. Bunun üzerine hem ısıyı tutmak için hem de rutubeti engellemesi için kalın tuz (kaya tuzu) serilir. Tuzun üzerine özel ustalık isteyen bir biçimde fırına taban taşlarının yerleştirilmesine başlanır. Yerleştirme işinin bitiminde taşların iyice oturmaları için ağaç bir tokmak ile dövülür.

Fırın kuyusu yapılırken, fırının ön cephesinde ana kapıdan biraz aşağıda ve yanda cehennemlik adı verilen, dışarıdan odunların konulacağı ve yakılacağı ızgaralı bir bölüm yapılır, ızgaranın üzerinde yakılan odunlardan çıkan ısı fırının içini ekmek pişirmeye hazır hale getirir. İyice yanan odunların közleri de ızgaranın alt kısmına geçerek fırın ısısının devamını sağlar.

Fırın tavan tuğlaları hafif kavis yapacak şekilde örülmekte ve fırının içine kubbe şekli verilmektedir. Tavan örülürken cehennemlikten uzak olan arka üst kısımda 20 cm. x 20 cm. boyutlarında fırının büyüklüğüne göre bir veya iki tane baca yeri bırakılır. Bu bacalar ateşe dayanıklı tuğlalar ile yukarıya doğru örülüp tavan kısmının üzerinden geçirilerek ana bacaya bağlanır. Ana baca fırının dışında ana kapağın hemen üzerindeki boşlukta 20 cm. x 80 cm. veya 40 cm. x 40 cm. boyutlarında yapılmaktadır. İç bacalara birer tane baca kapağı konur. Bu kapaklar fırın dış cephesinde bulunan birer kol yardımı ile kontrol edilir, iç bacalar cehennemlikte yanan odunların isini, kokusunu ve dumanını ana bacaya gönderir. İç bacaların cehennemlikten uzak olmasının nedeni ise, odunların alevlerini fırının tavanına doğru çekmesidir. Fırının tavanına gelen yüksek alevler fırın içinin pişirmeye hazır hale gelmesine (tavlanmasına) sebep olur. iç bacalar odunlar köz haline gelene ve fırın içi tavlanana kadar açık bırakılır. Fırın pişirmeye hazır hale geldiğinde dış kısımdaki kollar yardımıyla baca kapakları kapatılır. Közlerden çıkan sıcaklık fırın ısısının devamını sağlar.

Örülmesi tamamlanmış olan fırında tavan tuğlalarını ve harcını sıkıştırmak, fırını kurutmak için üç gün boyunca "ranos" (tavlama) adı verilen ateş yakılır. (Tavlama işinden sonra fırının içine sinen koku ve is ile tavan ve bacadan dökülen tozlar önce uzun saplı bir süpürgeyle süpürülür ve daha sonra ucuna ıslak bez sarılmış -yörede "silengi" adı verilen- uzun saplı paspas kullanılarak tüm is ve kalan tozlar toplanır, fırının içi temizlenir. Fırın kullanılmaya hazır hale gelir.

Silengi bunun dışında, fırın ısısı yüksek olduğunda ekmek hamurlarını fırına atmadan önce ıslatılıp fırın taban taşlarına ve cehennemliğe yakın yerlere sürülerek ısıyı düşürmek amacıyla da kullanılmaktadır.

Fırın Yakıtı
Taş fırınlarda kullanılan en ideal yakıt maddesi alevi bol olan, yandığında fırının içini ekmek pişirmeye hazır hale getiren (tavlayan) kurumuş kızılağaç, meşe ve gürgendir. Ayrıca bu odunların ateşinden çıkan tütsü reçineli karbonili bileşikler ekmeğin lezzetini etkilemekte, ekmeğe farklı bir tat vermektedirler. Kavak odunu alevi yüksek olmasına rağmen patlayarak yandığı ve fırının içine odun parçaları fırlattığından dolayı kullanılmamaktadır. Kestane ağacı pahalı olduğundan, çam ise fazla koku ve is yaptığından tercih edilmez.

Fırının Tavlanması
Yan ocakta (cehennemlikte) yakılan kuru ve ateşi yüksek odunların alevleri arka bacalara doğru çekilirken, yüksek ısı fırının tavanını görülmeye değer bir şekilde bembeyaz yapar. Alevler ve yüksek ısı sayesinde oluşan bu görüntüye tav' adı verilir.

Günümüzde taş fırınlara ısı ayarını gösteren dereceler konulsa da ekmek ustaları alışkanlıklarından dolayı tav oluşumunu izleyerek fırının pişirmeye hazır hale gelip gelmediğini anlarlar. "Uşaklar furunun tavi oldi, ekmekleri atalum..." derler. Ustalar fırına ekmek atmak için ayrıca bir miktar kepeği fırının içine serperek kepeğin yanmasına bakarlar. Kepek taban taşına değdiği anda hızla yanıp kararırsa fırının ısısının çok yüksek olduğu anlaşılır. Isıyı düşürmek için silengiyi biraz daha fazla ıslatmak ve cehennemliğin olduğu tarafa sürüp ısıyı düşürmek gerekir. Isı yeterince düşürülemezse iç baca kapakları açık tutularak da ekmek pişirilebilir.

Ekşi Maya
Son yıllarda ülkemizde ekmek yapımı için ticari maya tercih ediliyorsa da yine bir çok şehir ve köylerimizde ekşi maya kullanımı devam etmektedir. Çünkü ekşi maya ile hazırlanan ekmeğin kokusu ve lezzeti daha farklı olmaktadır.

İnsanlar tarafından tesadüf sonucu bulunan ekşi maya, kendiliğinden mayalanan hamurun yoğrulacak olan yeni hamura katılması ve bu eski mayadaki bakterilerin, oluşturulan yeni ortamda çoğalmaya başlaması sonucu oluşur.
Vakfıkebir ekmeğinin en önemli özelliklerinden biri de ekşi maya ile yapılmasıdır. Ekşi maya ile yapılan ekmekler iyi kabarır, geç bayatlar ve lezzetli olurlar.

Kullanılacak Unun Özelliği
Ekmeğin yapımında depolarda 15-20 gün arası dinlendirilmiş birinci ve üçüncü tip unlar eşit ölçüde karıştırılarak kullanılır. Dinlenme sırasında unun yapısında ekmek yapımı için olumlu kimyasal değişimlerin meydana geldiği, unun renginin ağardığı ve kolay işlenilebilir hale gelen undan daha kaliteli ekmeklerin elde edildiği bilinmektedir.

Kullanılacak Sular
Vakfıkebir ekmeğinin yapımında sertlik derecesi düşük olan kireçsiz su kullanılmalıdır. Genel bilgilerin alındığı fırın işletmecisi Ahmet KALYONCU'nun da Vakfıkebir ekmeği için söylediği "Mayası havadan tadı kireçsiz sudan.." sözü bu ekmeğin yapımında uygun ısı ortamında mayalandırılmanın ve sertlik derecesi düşük olan suların tercih edilmesi gerektiğinin önemi belirtilmektedir.

Ekmek Hamurunun Hazırlanması
"25 kg. elenmiş 1. tip un, 25 kg. elenmiş 3. tip un yoğurma kazanına dökülür. Önceki hamurdan bırakılan ekşi maya ile tuz konur. Yazın soğuk su, kışın ise ılık su ile yoğrulur. Suyun ısısı hava ısısına göre ayarlanarak hamurun çok çabuk veya geç oluşmasını önler. Yoğurmada az su kullanılırsa ekmeğin hacmi küçük, içi kuru, esnekliği az olur. Fazla su kullanıldığında ise ekmeğin içi iyi pişmez, yapışkan olur ve içindeki oyuklar dengesiz bir biçimde oluşur.

Hamur yoğurma kazanında 15 dk. yoğrulur. Yoğurma işleminde usta olmak ve hamurun kıvamını iyi ayarlamak gerekir. Yeterli tecrübeye sahip olunmaz, az yoğrulursa harnur sakızımsı ve yapışkan bir hal alır. Fazla yoğrulduğunda jse parçalanır gibi olur, gerekli kabarma olmaz, Yoğrulan hamur kazanda 15 dk. dinlendirilir. Ekşi maya olarak kullanılmak üzere bir miktarı ayrılarak kalan hamur kesme kazanına alınır. Burada yapılacak' olan ekmeklerin gramajlarına göre kesilip tartılarak hafif unlanmış mermer masa üzerine konur.JBurada hamurkar tarafından hafifçe yoğrularak içerisine kaput bezi konulmuş olan plastik leğenlerde 30 ile 45 dk. arasında fırına girecek hale gelene kadar mayalandırma raflarında dinlendirilir. Hamurun mayalanması olayına "hamurun gelmesi" denir. Süre geçtiğinde ise "hamur geçti" denir. Mayalanma süresi bitmiş olan hamuru bir an önce fırına koymak gerekir. Aksi halde ekmekler bozuk olur. Mayalanmış hamurlar plastik leğenleriyle birlikte fırının önündeki tezgaha indirilir.

Pişirme ustası daha önce ekmek hamurundan bir miktar alıp biraz un ile yoğurarak ekmek hamurundan daha sert bir hamur yapar. Bu hamuru 1 cm. kalınlıkta 20 cm. uzunlukta şeritler haline getirir. Ekmeklerin üzerine takılacak olan bu şeritlere kuşak, çubuk, simit, fitil, kıtkıt gibi isimler verilir.

Fırın ustası pişirme öncesi fırının ısısını (tavını) kontrol eder. Dereceye bakıldığında ise 220-250 derece sıcaklık olması gerekir. Eğer ısı daha fazla olursa silengi ile düşürülür veya fırın baca kapakları açık bırakılır. Ekmek küreğinin hafif kepek serpilerek çanaktaki ekmek hamurları küreğe ters çevrilir. Hamurların üzerine orta kısımdan geçecek şekilde fitilleri takılır. Ekmekler çok büyük olduğu için fitiller fazla kabarmalarını önler. Daha sert bir hamurdan yapıldığı için pişme sırasında çabuk kurur ve kabarmakta olan ekmeğin üzerini gerdirip çatlatır. Böylece ekmeklerin iç kısmının da pişmesini sağlar. Fitilleri takılan ekmekleri fırına atmadan önce üzerlerine 1 it. sıcak suya 1 su bardağı un konularak bir taşım kaynatılarak ve daha sonra soğutularak elde edilen bulamaç adı verilen karışım fırça ile sürülür. Bulamaç, ekmeğin güzel bir şekilde kızarması için fırına girerken, daha parlak görünmesi için de fırından çıktığında sürülür. Fırına ilk önce arka kısma gelecek şekilde büyük olan ekmekler yerleştirilir. Fırın sıcaklığı, hamurlar fırına konulana kadar ana kapak sürekli açık olduğundan 180 dereceye kadar düşmektedir. Bu nedenle ekmeklerin fırına konulması işleminin seri şekilde yapılması gerekir. Pişme sırasında cehennemliğe yakın olan ekmekler daha çabuk kızardığı için diğer tarafta kalan ekmekler ile değiştirilmelidir. Büyüklüklerine göre 40 ile 60 dk. arasında pişirilen ekmekler kürek ile dışarı alınıp bulamaç sürülür, tahta raflarda dinlendirilmesi için tezgahtara verilir. Ekmeğin üzerine sürülen bulamaç ısının da etkisiyle hemen kurur ve ekmeğe parlak bir görüntü verir. Tezgah üzerinde hasır süpürge ile altları süpürülen ekmekler satışa sunuluncaya kadar dinlenmesi için tahta dolaplarda bekletilir.

Ekmeğin Özellikleri
  • Vakfıkebir Ekmeği, tadımlık değil doyumluktur.
  • Ekmeklerin büyük yapılması sonucu pişirme süresi uzadığından dış kabuk kalın, ekmeğin iç kısmı yumuşak, pişkin ve arzu edilen büyüklüklerde gözeneklere sahip olur.
  • Ekmeğin bayatlama süresi uzun olur. Uygun saklama koşullarında 5-15 gün kadar bozulmadan saklanabilir. Bu ekmek soğuduktan sonra temiz bezlere sarılı olarak rutubetsiz ortamlarda tahta kutular içerisinde 5-10 gün arasında, kağıda sarılı ve naylon poşete geçirilmiş olarak buzdolabında 10-15 gün saklanabilmektedir.
  • Tek ekmek olduğu için rahat taşınır ve saklanması kolaydır.
  • Odun ateşinde piştiği ve ekşi maya kullanılarak yapıldığı için kendine has bir lezzeti vardır. Ekşi maya ile yapılan ekmekler iyi kabarır, geç bayatlar.
  • Pişme süresi uzun olduğundan ve iyi piştiğinden dolayı yenildiğinde midede şişkinlik yapmaz.
  • Az miktarda isteyenlere kesilerek gramaj ile satılabilir.
  • Keskin bıçak kullanılarak kesildiğinde ufalanmaz.
Yörede Ekmekle İlgili İnanışlar
  • Yere düşen ekmek besmele ile alınıp öpülerek alına konulur ve hayvanların yemesi için ayak değmeyecek olan bir köşeye konur.
  • Ekmek kırıntılarının yakılması günahtır.
  • Sofrada ekmek artığı bırakılmaz. Sofrada ekmek artığı bırakıldığında "kalan ekmekler peşimize ağlar" denilir.
  • Tuvalete ekmekle girilmez.
  • Ekmeği çok ziyan edersek, o yıl buğday az olur.
VAKFIKEBİR'DE FIRINCILIK
Vakfıkebir’de fırıncı­lığı meslek edinen kişiler, her ailenin tüketeceği ekmeği kendilerinin evlerinde pişirmeleri nedeniyle çok sonraları bu yola başvurmuşlardır. Bu uygulama uzun yıllar devam etmiş ve kasabanın Hoşarlı semtinde (bugünkü Cumhuriyet Mahallesi) oturan Hacıahmetoğlu Sarı Ahmet (Aksoy) (1879-1957) 1897 yılında ilk ekmek fırınını açmıştır. Daha sonraları fırıncılığı bir geçim kolu olarak kabullenen Kuduban'dan (bugünkü Hürriyet Mahallesi) Bakoğlu Muhammet (1877-1922) 1899’da ikinci fırını ve ardından Hacıahmetoğlu Şükrü (1879-1925) de 1902'de üçüncü fırını kurdular.

1940'lı yıllarda ilçemizde Arif Aksoy, Ali Aksoy, Ali Batur, Hasan-Osman-İshak Kutu kardeşler, Ali Bulut, Hasan Aksoy, Vahit Aksoy, Rasim Gül olmak üzere 8 fırıncı esnafı vardır.

İkinci Dünya Savaşı sırasında ekmek karne ile verilmektedir. Bu yıllarda sadece “tahsis unu” verilen Hasan Aksoy ile Hasan-Osman-İshak Kudu kardeşlerin fırınları ekmek pişirmiştir.
1950'li yıllarda ilçede dokuz fırın vardı. Arif Aksoy, Vahit Aksoy, Mehmet Kutu, Mehmet Yayla, Ali-İlyas Yanık, Abdullah Kurt, Sabri Özkan, Ali Bulut, Katip Haliloğlu, Hasan Uslu, Ali Kutu, Süleyman Atik, Kadem Özkan, Muhammed Sağlam, Mehmet-Hasan Kurt fırınlarında bu mesleği icra ettiler.
Vakfıkebir’de her yıl temmuz ayının son haftası Cuma-Cumartesi-Pazar günleri 3 gün süren ekmek festivali yapılır. Festivalde yöresel üne sahip olan taş fırın ekmeğinin tanıtımı iler birlikte bir takım etkinlikler yapılır.

a) Ekmek Paneli
Panelde ekmeğin tarladan buğday şeklinde soframıza gelinceye kadar geçirdiği evreler anlatılır. Konuyla ilgili alanında uzman kişiler ilçeye davet edilerek. Vakfıkebir ekmeğinin yapılışı ve özellikleri, uzun süre saklanması için yapılması gerekenler, ekmek çeşitleri, ekmeğin hammaddeleri, ekmeğin besin ve sağlık değeri konularını içeren panelde anlatılır.

b) Ekmek Festivali Nedeni İle İlçede Bir Takım Yarışmalar Yapılır
Vakfıkebir ekmeği ve barış konulu sokak resimleri yarışması, folklor gösterileri, bisiklet yarışmaları, taş fırın erkeği seçimi, tereyağı ile birlikte ekmek sunumu, ekmek sinevizyonu, yüzme yarışması, futbol karşılaşmaları vb. yarışma ve gösteriler yöre gençlerini bir araya getirmede önemli bir etkendir.

Bu şekilde ekmek festivali ile birlikte yörenin ve ekmeğin yöreye truzim ve ekonomik açıda girdi sağlamak amacı ile tanıtım yapılır. Festivalde yörede doğup büyüyen ancak yörede oturmayan Vakfıkebirliler bir hafta boyunca yöreye gelirler. yöre insanlarının birbirleri ile kaynaşması sağlanır varsa sorunlar ve çözüm önerileri tartışılır. Bu şekilde yöreye bir hareketlilik ile birlikte canlılık ve para girdisi sağlanır.
Son düzenleyen Safi; 25 Ekim 2016 16:26
🌘 🚀
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
11 Şubat 2012       Mesaj #14
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye
Ad:  trabzon işi.jpg
Gösterim: 314
Boyut:  38.1 KB
Trabzon Hasırı (Trabzon İşi)

Dünyada zırh örücülüğü olarak örnekleri görülen gümüş örücülüğü, ülkemizde “Trabzon işi” olarak bilinmektedir. Hasır Örgü tekniği Kafkaslar Bölgesinden 1900 yılı başlarında Trabzon’a getirilerek yaygınlaştırılan muhteşem bir sanattır. Rus İhtilali sırasında Kafkaslardan göç edenler sanatlarını Trabzon’da devam ettirmişlerdir. .Yaklaşık 30-35 mikron (0,3 mm.) kalınlığındaki altın ya da gümüş tellerin ilmek ilmek örülmesiyle icra edilen bu sanatın ürünleri, Trabzon’un Mersin köyünden yurdun hemen her yerine yayılmıştır. Elde edilen teli Trabzon yöresindeki Örücü Kadınlar, ucu üçgen biçiminde sivriltilmiş bir tür özel cımbız ile dokumaya başlarlar. 18-20 cm’ lik bir bileziğin örülme süresi yaklaşık 15 gün sürmektedir. Örülen metal örgüde kırılmalardan dolayı çıkan teller tek tek eğelenip kaynak ile birleştirilirler. İstenilen kalınlıkta, uzunlukta ve motiflerle yapılan bilezikler, kolyeler ve kemerler toka-kilit sistemleri yapılmak üzere atölyelere alınırlar. Standart model toka motifleri, çelik uçlu kalemlerle yapılır İlave model olan telkari motifli tokalar kemerlerde standarttır.

Kumaş gibi örülen ve istenilen uzunluklarda kesilerek çeşitli objelerin yapılabildiği bu sanatta düzgünlük en önemli detaydır. Bu nedenle çok örülerek elin alıştırılması gerekmektedir. Acemiliğin gümüş telde atıldığı, ustalığın altın telde hayat bulduğu bu sanatı, tasarımcılar geçmişin ışığında geleceğe aktarmaktadırlar. Birkaç sezondur altın modacıların baş tacı. Elbiselerden ayakkabılara, çantalardan aksesuarlara kadar her yerde altın rengi (dore) kullanılıyor. Üstelik bu yaz kalın bilezikler de çok gözde. Yani kalın bir bileziğiniz varsa, üstelik altın ya da doreyse bu, modaya son derece uygun bir aksesuara sahipsiniz anlamına geliyor. Hal böyle olunca genellikle düğünlerde gelinlere takılan Trabzon hasırı da altın çağını yaşıyor.


Trabzon hasırı geçen yıldan beri tescilli bir ürün. Yani Trabzon’dan başka bir yerde üretilmesi mümkün değil. Tamamen el işçiliğine dayanan hasır örücülüğünün sadece kadınlar tarafından yapıldı biliniyor. Trabzon’da ortalama 2 bin 500 örücü olduğu tahmin edilmekte. Yılda üç ton civarında hasır üretimi yapıldığı tespit edilmiş. Trabzon hasırının özellikleri; 22 ayar altından yapılan hasır bilezik yumuşak dokuludur. Üstüne su dökülse bile sızdırmaz. Kalitesine göre 300-500 yıl dayanır. Şu anda bilinen 100-150 yıllık hasır bilezikler olduğu biliniyor
Son düzenleyen Safi; 25 Ekim 2016 15:14
GüNeSss - avatarı
GüNeSss
Ziyaretçi
19 Şubat 2012       Mesaj #15
GüNeSss - avatarı
Ziyaretçi

Trabzon Akçaabat İlçesi


Karadeniz Bölgesi'nde, Trabzon İline bağlı bir ilçe olan Akçaabat, kuzeyde Karadeniz, doğuda Merkez ilçe, güneyde Maçka, güneybatıda Düzköy, batısında da Vakfıkebir ve Çarşıbaşı ilçeleri ile çevrilidir. İlçe toprakları, dar bir kıyı şeridi ile güneydeki dağlık alanlardan oluşmuştur. İlçe topraklarını Kale Deresi sulamaktadır.
Ad:  akçabat.jpg
Gösterim: 401
Boyut:  67.1 KB
İlçenin yüzölçümü 425 km2 olup, 2000 Yılı genel Nüfus Sayım sonuçlarına göre; toplam nüfusu 120.693'tür.
Trabzon'un 15 km. batısında yer alan Akçaabat'ta yerleşimin başlangıcı kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber il merkesi ile bütünleşmiştir. Tarihi Çağlarda çınar ağaçlarının çokluğundan ötürü burası Platana veya Pulathane diye anılmıştır. Sonraları ticaretin gelişmesi ve paranın bol olması anlamında Akçaabat adını almıştır. Fatih Sultan Mehmet tarafından Trabzon ile birlikte fethedilen Akçaabat'ta, Roma, Bizans, Komnenos ve Osmanlı dönemine ait yapı kalıntılarına rastlanmıştır. Trabzon’a gelen bilginler, gezginler, araştırmacılar, yazdıkları kitaplarda Akçaabat’tan da söz etmişleridir. Xenephon, Ruy Conzales de Clavijo, Evliya Çelebi, P.Minas Bıjiskyan, Charles Texier, Teophile Deyrolle, W.J.Hamilton, Seline Balance bunlar arasında yer almaktadır.

1884 yılında ilçe olan Akçaabat’ın, Osmanlı Dönemine ait kaynaklarda şehir merkezi "Pulathane", ilçe geneli ise Akçeabâd" olarak geçmektedir.Doğu Karadeniz Bölgesi’nin tek doğal limanı olan Akçaabat, öncelikle bir liman kenti olarak önem kazandı. Trabzon Limanı yapılmadan önce bölgeye gelen yük ve yolcu gemileri, fırtınalı havalarda Akçaabat Limanı’na kaçmak zorunda kalırlardı. Akçaabat Limanı, tarih boyunca bu yöreye gelen deniz taşıtlarının en güvenilir barınağı olmuştur.

XVI.yüzyılda Trabzon'a bağlı bir nahiye olup, Hızır Çelebi ismindeki bir kişinin 24.000 akçe geçerli zeameti idi. Akçaabat'ta günümüze gelen belli başlı yapılar arasında Eski Cami vardır. Deniz kıyısından 200 m. yükseklikte yer alan bu caminin yazıtı olmadığından yapım tarihi kesinlik kazanamamıştır. Kare plânlı, orijinalinin kubbeli olduğu sanılan caminin üzeri çatı benzeri bir örtü ile kaplanmıştır. Yanındaki kesme taştan minaresi barok üslupta olup, oldukça itinalı bir işçilik göstermektedir. Caminin yanı başındaki h.1190 (1784-1785) tarihli Mustafa Efendi Çeşmesi bulunmaktadır. Mimari üslubuna dayanılarak caminin XVIII. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Eski Cami'nin doğusunda Akçaabat Dülbinar Mahallesi'nin camisi 1949 yılına kadar orijinal şeklini korumuş, o tarihten sonra betonlaştırılarak tüm özelliğini yitirmiştir.

Günümüz Akçaabat'ı bir liman kenti olmasının yanı sıra tütüncülük, tereyağı üretimi, zeytincilik ve balıkçılığı ile Doğu Karadeniz kıyı kentleri arasında özel bir konumdadır. Ayrıca Akçaabat Karadeniz'in önemli bir gemi ve tekne yapım merkezidir. Akçaabat'ta nüfus, özellikle sahil kesiminde yoğunlaşmıştır. İlçe, hayvancılık alanında gelişmiş olup, hayvansal ürünleri işleyen sanayi tesisleri vardır. Akçaabat’ın kıyıları tabii birer plaj niteliğinde olup, kamp kurmaya uygun yerler vardır. Özellikle Mersin Köyü ve Akçakale Kamping ve plaj için de elverişlidir.

Kıyı boyunca uzanan tütün ve zeytin bahçeleri ilçenin doğal görünümüne renk katar. İlçenin bir diğer turistik varlığı da Sera Gölü’dür. Trabzon ile Akçaabat arasında denize dökülen Sera deresi vadisinin sahile 3 km mesafede 1950 yılında meydana gelen bir yer kayması sonucu kapanmasıyla oluşmuştur. Göl ve çevresinin görünmeye değer tipik bir görünüşü vardır.

İlçede günümüze gelebilen eserler arasında; Dürbinar Mezarlık Camisi, Mahalle Camisi, Eski Cami, Yeni Cami, St.Michael Kilisesi (Akçaabat Orta Mahalle Kilisesi), Hagios Michael Kilisesi ve Sivil Mimari Örneklerinden evler bulunmaktadır.
Son düzenleyen Safi; 25 Ekim 2016 16:33
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
25 Ekim 2016       Mesaj #16
Safi - avatarı
SMD MiSiM

Trabzon dağları

Ad:  trabzon11.jpg
Gösterim: 319
Boyut:  62.6 KB

D. Karadeniz kıyısı boyunca uzanan dağların, Trabzon G.'indeki kesimine verilen ad. Pontid adı verilen tektonik birimin sınırları içinde yer alırlar; yapılarında, granodiyoritik ve billurlu kayaçlardân oluşan bir temeli örten üst Kretase yaştaki volkanik ara tabakalı marn, kiltaşı ve kumtaşları en geniş yeri kaplar. Obruk kesiminde yükseltisi 3 000 metreye yaklaşan ve hatta aşan dağlar (Yayla- tepe 2 652 m, Deveboynu tepesi 3 082, Vızvız dağı 2 870 m), G.'de Harşit vadisine çok dik, K.'de Karadeniz'e doğru daha az bir eğimle inerler. 2 500 metreyi aşan kesimlerinde Dördüncü Zamandaki buzullaşmanın derin izleri vardır (buzul- taş setleri, sirkler, sirk gölleri). Trabzon'u Gümüşhane'ye bağlayan karayolu Trabzon dağlarını Zigana geçidini (2 010 m) izleyerek aşar. Vadilerle derin bir şekilde yarılmış dik yamaçlar, bol yağış ve kütle hareketlerine elverişli kayaçlar nedeniyle bölgede sık sık ulaşımı engelleyen ve bazen can ve mal kaybına yol açan heyelanlar meydana gelir.

Trabzon havaalanı


Trabzon ilinde sivil amaçlarla kullanılan havaalanı. Kent merkezine yaklaşık 7 km uzaklıkta kurulan alan, 1957 yılında hizmete açılmıştır. Tarifesiz dış hat seferleriyle iç hat seferlerine açık olan alanda, 1991 yılında 1 961 uçak iniş-kalkış yapmış, bu uçaklarda toplam 114 528 yolcu ve 1 443 ton yük taşınmıştır.
TYabzon Muhafaza! hukuku rnllüyo camlyatl, türk siyasal derneği. Karadeniz kıyısındaki Trabzon, Rize, Gümüşhane, Giresun, Ordu yöresini yabancı işgallere karşı korumak, müdafaai hukuk ilkelerini gerçekleştirmek amacıyla Trabzon' da kuruldu (12 şubat 1919). Kurucuları şunlardı: Nemlizade Sabri, Eyüpzade izzet, Abonozzade Hüseyin, Murathanzade Ziya, Eyüpzade Ömer Fevzi, Mehmet Salih, Hacı Ali Hafızzade, Mollabekirzade Mehmet, Müftizade Hacı Mehmet. Yönetim kurulu ise şöyleydi: Nemlizade Şevki, Hafız Mehmet, Çulhazade Hacı Kadir, Su- başızade Münir, Hocazade İbrahim Cudi, Zehirzade Zühtü, Kulaksızzade İbrahim, Ustazade Nazmi ve Barutçuzade Faik Ahmet. Dernek Trabzon, Rize, Gümüşhane, Giresun ve Ordu'da şubeler açtı. 28 mayıs 1919'da toplanan ikinci Trabzon kongresinde azınlıkların giriştikleri harekâta karşı silahlı örgüt kurulması ve bunlara silahla karşılık verilmesi kararlaştırılarak bu karar uygulandı. Dernek, daha sonra etkinliğini Şarki Anadolu ftıüdafaai hukuk cemiyeti'nin şubesi olarak sürdürdü. Ardından Anadolu ve Rumeli müdafaai hukuk cemiyetine katılan dernek, özellikle Trabzon ve havalisi ademi merkeziyet cemiyeti ile mücadele etti. Derneğin yayın organı, istikbal gazetesiydi.

Trabzon radyosu


1968’de Trabzon'da açılan bölge radyosu; 1978'de gücü 300 kW'a çıkarıldı. Günümüzde Radyo-i e bağlı olarak yayınlarını sürdürmektedir.

kaynak: Ana Britannica
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

25 Ekim 2016 / ThinkerBeLL Tarih