Arama

Türk Tesbihçiliği

Güncelleme: 2 Aralık 2006 Gösterim: 13.224 Cevap: 0
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
2 Aralık 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
TÜRK TESBİHÇİLİĞİ

Sponsorlu Bağlantılar
10631483461681063281949ie9

İslâm âleminde tesbih, Allāh'ın Esma'ü-l Hüsnâ'sını yâni Güzel İsimleri'ni ibâdet amacıyla ve belirli bir sayıda zikretmek için kullanılan ve hemen hemen her sofu müslümanın cebinde taşıdığı pratik bir araçtır. Aynı boyutları ve aynı şekli haiz 33, 99, 500 ya da 1000 adet dânenin (tânenin), en basit hâliyle, iki ucu biribirine düğümlü bir ipe dizilmesinden oluşur. 500'lük ve 1000'lik tesbihler, eskiden tekkelerde ve daha çok toplu zikirlerde kullanılırdı.


"Tesbih çekmek": baş ve işâret parmaklarının orta parmak üzerine yerleştirilen tesbihin tânelerini bileğe doğru hareket ettirmesiyle senkronize olarak Allāh'ın Güzel İsimleri'nden birini hafî (içinden) ya da cehrî (sesli) olarak herbir tânede tekrarlamak anlamındadır. Fakat tesbihin muhtelif parçalarının tornada çekilerek yapılmasından ötürü bu imâlât işlemine de "tesbih çekmek" denilmektedir.

Tesbihin tâneleri genellikle kürevî (küresel, yuvarlak), beyzî (elipsoidal), şalgamî, üstüvânevî (silindirik) ve armudî olur. Çokyüzlü kristal gibi fasetalı ya da farklı estetik biçimlerde oymalı, daha fantezi biçimlerde olanları da vardır.


Tesbihin, tesbihçinin san'atini sergileyen en önemli parçası tânelerin dizili olduğu ipin iki ucunun buluştuğu yerdeki imâme'dir. Bu, tesbihin zarîf görünmesini sağlamak üzere genellikle tânelerin uzunluğundan 4 ilâ 7 misli daha uzun tutulan ve dönel simetriyi haiz olan bir parçadır. Boğumlarından birinde hareket edebilen bir, iki ya da üç adet halka da bulunabilir. İmâmenin altındaki iki delikten girip de üstündeki tek delikten çıkan tesbih ipinin iki ucu helezonî biçimde burulur. Bu ipe birkaç adet (genellikle üç adet) küçük ve ip üzerinde kayamayacak kadar ip deliği dar tutulmuş olan tâne daha eklenir. İki ucu burulmuş olan ipin bittiği yere hâtime (ya da tepelik) denilen, şekli tânelerinkinden farklı bir parça ilâve edilir. Hâtimenin üstündeki konik deliğe tıpatıp oturan, çivi denilen ve alt tarafı aynı konik şekli haiz olan kısım ise tesbih ipinin iki ucunun rabtedildiği kilit noktasıdır. Zamanımızın büyük tesbihçilerinden Neyzen Niyâzi Sayın "çektiği" bâzı tesbihlerde imâmeden sonra ve hâtimeden önce birer de Mevlevî Sikkesi şeklinde iki parça ilâve etmektedir. Bâzı tesbihlerin ucuna ibrişimden, ipekten, gümüş ya da altın tellerden yapılmış bir püskül takılır ki buna da kamçı denilmektedir.


Tesbihin diğer parçaları ise durak (ya da nişâne) ve pul'dur. Durak ya da nişâne 99'luk tesbihlerde 33. ve 66. tânelerden sonra konulan ve tesbihin dışına doğru sarkan özel şekilli parçalardır. Bunlar 99'luk bir tesbihi 3 adet 33'lük kısma ayırırlar. Bâzen üzerilerinde hareketli halkalar da bulunur. İşin tasavvufî derinliğine vâkıf tesbihçiler 33'lük tesbihlerde yassı bir parça olan pulu "Pençe-i Âl-i Abâ"ya yâni Hz Peygamber'in Ehl-i Beyti'ne delâlet etmek üzere imâmeden i'tibâren her iki yanda 5., ve 99'luk tesbihlerde de "Oniki İmâm"a delâlet etmek üzere imâmeden i'tibâren her iki yanda 12. tânelerden sonra koyarlar. Bu âdetin dışında, pulları 7. ya da 11. tânelerden sonra koyanların sayısı fazladır.


Tesbih dizimi dahî ince bir iştir. Tes­bih ipi­nin iki ucunun helezonî buruluşu, uç­la­rı­nın bal­mu­mu­la­nı­şı, imâmenin al­tın­da­ki ve üs­tün­de­ki dü­ğüm­le­rin atı­lı­şı her­ke­sin ko­lay ko­lay taklîd ede­me­ye­ce­ği bir mahâret ister.


Çeşitli maddelerden tesviye edilmiş olan tesbih tânelerinin çapı genellikle 4 ilâ 10 mm arasında olur. Daha büyük çaplı tâneleri olan tesbihler de vardır ama bunların pratik bir faydası yoktur. Ya süs için ya da kolleksiyonlar için yapılırlar. Tâneleri küçük olan tesbihlere, halk arasında, "Zenne (ya da Kadın) Tesbihi" denir.


Tesbihçilik tıpkı hat san'ati, ebrû san'ati gibi Türkler'in elinde ve ustalığında XIX. yüzyılda şâhikasına erişmiş bir san'attir. Bu san'atin elimizdeki en eski örnekleri maalesef XVII. yüzyıldan önceye ulaşmamaktadır.


Tesbihçiler arasında, bugün hepsi de rahmetli olup da eserlerinde ustalıkları ile dillere destân olmuş olanlar şunlardır: Tophâneli Sâdık usta, Mevlânâkapılı Mahmûd usta, Horozun Sâlih usta, Kalafatçı Hasan usta, Yamalı Nûrî usta, Eyüplü Deli Tâhir usta, Balatlı Nûrî usta, Fildişici Burhan usta, Kalemdar Hayri usta, Kehribarcıbaşı Ali usta, Beşiktaşlı Sağır Rıfat usta ve öğrencisi Topuzun Halîl usta ve Tophâneli İsmet usta. 1920'lerden sonra tesbihçilik san'ati merhûm: Hilmi efendi, Akgerdan Mehmet Cemil bey, Edinekapılı Gâlib Başsaka efendi ile onun talebesi, Allāh uzun ömür versin, Neyzen Niyâzi Sayın tarafından sürdürülmüştür.


Tesbihçilikde, eskiden, bir kemâne ile döndürülen, ağaçtan yapılmış özel bir torna kullanılırdı. Çargûşe denilen delici bölümle malafa denilen kalıp sol eldeki kemâne aracılığıyla bir ileri bir geri döndürülür; puntalar arasındaki sıkıştırma sol ayakla temin edilir; sağ el kullanılarak da rende ve arda denilen kesici âletler aracılığıyla tesbih parçaları çekilirdi. Bu ilkel tornalarla tânelerin aynı boyutlarda çekilmesi büyük mahâret isterdi. Günümüzde hâlâ değerli tesbih ustaları tesbih parçalarını elle çekmekteyseler de bâzıları da bilgisayarlı hassas torna tezgâhlarını tercih etmekte ve eski ustaların eserlerini aynı boyutlarda hemen kopyalayabilmektedirler. Ancak "bilgisayarlı torna tesbihçiliği" kopyacı üretimden ileri gitmemekte ve tesbihçiliğin san'at yanını gitgide öldürmektedir.


Tesbih parçalarının imâlâtında ise ham madde olarak:


1. akik, altın, cam, elmas, firûze, gümüş, kantaşı, katalin (plâstik), lâpis lazuli, lületaşı, malekit, necef, Oltu (Erzurum)taşı, şahçerağ, şahmaksut, yâkut, yeşim, yıldız (kedigözü), zebercet, zümrüt, vs… gibi mâdenî;

2. deve kemiği, fil dişi, gergedan boynuzu (zergerdân), inci, kaplumbağa kabuğu (bağa), manda boynuzu, mercan, naka' (deniz fili dişi), sedef, toynak, vs… gibi hayvânî ve

3. abanoz, demirhindi, düveydârî, gül ağacı, hindistan cevizi, kehribar, köknar, kuka, mâverd, narçıl, öd ağacı, pelesenk, sandal ağacı, sırçalı kuka, sakız ağacı (nebik), yılan ağacı, zeytin ağacı, vs… gibi nebâtî


çeşitli maddeler kullanılmaktadır.


Tesbihlerin makbûl olanı tâneleri büyüklük ve şekil bakımından aynı olanlardır. Ama eğer şu ya da bu sebebden ötürü tâneler arasında büyüklük farkı zuhur etmişse bu takdirde bunlar en büyük tâneden başlayarak en küçüğüne doğru dizilirler. Bu dizim şekline servi dizimi denir.

Geçen yüzyılın en büyük ebrû ustalarından biri olan Mus­ta­fa Düzgünman tes­bih­ler­den ve tes­bih­çi­lik­den de çok iyi an­lar­dı. Bir tes­bi­hin han­gi maddeden ya­pıl­mış ol­du­ğu­nu bir ba­kış­ta isâbetle beyân ederdi. Genç­li­ğin­denberi bi­rik­tir­di­ği ve ço­ğu nâdîde ör­nek­ler­den olu­şan gü­zel bir tes­bih kol­lek­si­yo­nu­na sâhipti. Bu merâkını Neyzen Niyâzi Sa­yın'a da aşı­la­mış­tı, öy­le ki ken­di­si de bir baş­ka hezârfen olan Niyâzi Sayın bu ko­nu­da yal­nız­ca bir kol­lek­si­yon­cu­ya has bir tes­bih me­ra­kıy­la ye­tin­me­ye­cek, bir müd­det son­ra Tür­ki­ye'nin en us­ta tes­bih çekenlerinden biri ola­cak­tı. Bu iş­den çok iyi an­la­yan Mus­ta­fa Düzgünman, Niyâzi Sayın'ın o kadîm tor­nasın­dan çek­ti­ği tes­bih tânelerinin, du­rak­la­rın, imâmelerin bi­çi­mi­ne, zarâfetine ve si­met­ri­si­ne hay­ran­dı.


Sul­tân II. Mahmûd'un Çu­ha­dar­ba­şı­sı ve de­de­min de de­de­si olan Emin Ağa'dan ba­ba­ma in­ti­kāl et­miş olan bir tes­bih var­dı. Bu tes­bih Emin Ağa'ya bizzât Sul­tân'ın he­di­ye­si imiş. Fevkalâde par­lak bir ağa­cı, hal­ka­lı za­rif du­rak­la­rı ve ge­ne hal­ka­lı, al­tın süs­lü, nârin bir imâmesi var­dı. Hakikî bir tes­bih uz­ma­nı olan Mus­ta­fa Düzgünman bu tes­bi­he meftûndu. Aşı­nan ipi­ni de­ğiş­ti­rip de ye­ni­den diz­mek ge­rek­ti­ği za­man, tes­bi­hin maddî ve bil­has­sa mânevî de­ğe­ri­nin idrâkiyle bu işi bü­yük bir zevk­le ya­par­dı.

Tesbihçilik bahsini kapatırken Mus­ta­fa Düzgünman'ın san'ati­ne hay­ran­lık duy­du­ğu tes­bih­çi Ha­lîl Us­ta (ki XX. yüzyılın ilk ya­rı­sın­da hâlâ ha­yat­ta imiş) hak­kın­da yaz­dı­ğı lâtif manzûmeyi, ken­di takdîmiyle, bu­ra­ya al­ma­yı münâsib gör­düm. Fark­lı harf­ler­le di­zi­len tes­bih­çi­lik tâbirleri dı­şın­da, ge­çen bâzı ke­li­me­ler de ekli lûgatçede açık­lan­mış­tır



Prof.Dr. Ahmed Yüksel Özemre


Benzer Konular

18 Ağustos 2009 / Misafir Sanat
10 Nisan 2011 / mert erdem Soru-Cevap
14 Aralık 2007 / Misafir Eğitim Bilimleri
16 Kasım 2013 / Misafir Cevaplanmış