Ziyaretçi
Kurtuluş Savaşı
Anadolu’da Mustafa Kemal’in (Atatürk) önderlik ettiği ulusal direniş hareketi (1919-22).
Sponsorlu Bağlantılar
I. Dünya Savaşı (1914-18) sonunda Osmanlı Devleti’ne ağır koşullar dayatan Mondros Mütarekesi’ne ve ülkedeki yabancı işgaline karşı yürütülmüş, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.
Yenilgi ve Mondros Mütarekesi.
I. Dünya Savaşı’nda İttifak Devletlerinin başını çeken Almanya ve Avusturya’nın Ekim 1918’de ABD’ye başvurarak barış istemesinden sonra, onların yanında savaşan, Suriye ve Irak cephelerinde yenilgiye uğrayan Osmanlı Devleti için de başka çözüm kalmadı. Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletlerinin temsilcisi İngiltere arasındaki ateşkes görüşmeleri, 27 Ekim 1918’de Limni Adasının Mondros limanında başladı. Osmanlı tarafını Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey (Orbay), İngiltere’yi ise Amiral Calthorpe temsil ediyordu. Toplantılar görüşmeden çok, İngiltere’nin önceden hazırlanmış bir metni dikte ettirmesi biçiminde gelişti.
Sonuçta Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de son derece ağır koşullar içeren 24 maddelik Mondros Mütarekesi’ni kabul etmek zorunda kaldı. Mütarekenin başlıca hükümleri şunlardı: Çanakkale ve İstanbul boğazlarındaki istihkâmlar İtilaf Devletleri askerlerince işgal edilecek, sınırların güvenliği ve iç güvenlik için gerekli olanlar dışında bütün askerler terhis olunacak, bütün savaş gemileri teslim edilecek ve gösterilen limanlarda enterne edilecekti, itilaf Devletleri kendi güvenliklerine yönelik bir tehdit karşısında, Osmanlı topraklarındaki stratejik noktalara asker çıkarabilecekti. İstanbul’da İtilaf Devletleri yüksek komiserlikleri kurulacak, İtilaf donanmasının merkez üssü gene İstanbul olacaktı. Toros tünelleri ve bütün demiryolları İtilaf Devletleri askerlerinin denetimine girecekti. Hicaz, Yemen, Suriye ve Irak’taki bütün Osmanlı orduları en yakın İtilaf komutanına teslim olacaklardı. Vilayat-ı Sitte (Doğu Anadolu’daki altı vilayet: Erzurum, Van, Bitlis, Mamuretü’l-Aziz, Diyarbakır ve Sivas) topraklarında bir olay patlak vermesi durumunda İtilaf Devletleri bu vilayetlerin herhangi bir bölümünü işgal edebileceklerdi.
Mondros Mütarekesi, gerçekte İtilaf Devletlerinin daha I. Dünya Savaşı öncesinde yaptıkları paylaşıma dönük gizli anlaşmaların uygulanması yolunda ilk adımdı. OsmanlI Devletinin silahsızlandırılması bu paylaşımı kolaylaştırma amacını taşıyordu. Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot Antlaşması’na göre İtilaf Devletleri’nin Osmanlı topraklarındaki nüfuz bölgeleri şöyle belirlenmişti: Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis, Muş ve Siirt’in kuzeyinden İran sınırına kadar olan bölge Rusya’ya bırakılacaktı; ama Ekim 1917’deki Sovyet Devrimi nedeniyle bu bölüm paylaşma dışı kaldı. Suriye kıyıları, Kilikya, Mardin ve Antep Fransızlara; Mezopotamya, Hayfa ve Akkâ İngilizlere verilecekti. Fransız ve İngiliz nüfuz bölgeleri arasında da bir Arap konfederasyonu kurulacaktı. 1917’de Saint-Jean de Maurienne’de yapılan bir antlaşma ise İzmir vilayeti, Menteşe ve Antalya sancaklarıyla Konya vilayetinin önemli bir bölümünü İtalyanlara bırakıyordu. Sonraki tarihlerde, Yunanistan’ın da İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girmesiyle, İtalya’ya vaat edilen Ege topraklarının önemli bir bölümü bu kez Yunanistan’a ayrıldı.
Mondros Mütarekesi hükümlerinin uygulamaya konduğu ilk günlerde, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinden ve yenilgisinden sorumlu tutulan son İttihat ve Terakki hükümetinin önde gelen adları Enver, Talât ve Cemal paşalar, bir Alman gemisiyle yurtdışına kaçtılar (2 Kasım 1918). Bu gelişmeden sonra İtilaf Devletleri’nin İstanbul üzerindeki baskısı daha da yoğunlaştı.
İşgallerin başlaması.
Mondros Mütarekesinin imzalanmasıyla birlikte, Anadolu’yu aralarında paylaşan devletler harekete geçtiler. Aynı topraklar farklı tarihlerde birden fazla devlete vaat edildiği için, Paris Barış Konferansı (1919) görüşmeleri sürerken, bir yandan da işgalde öncelik kapma yarışı başladı. Önce Ingiltere, Fransa’yı bölgedeki toprak isteklerinden vazgeçirmek için 1 Kasım 1918’de Musul’a girdi. Aynı yılın arahk ayı ortalarında da Antep’e kadar olan bölgeyi işgal etti.
İngiliz işgali 1919’un ilkbahar aylarında Urfa’ya kadar uzanırken, Fransızlar da Mersin ve Adana yöresini işgal ettiler. Daha sonra İngilizler Eylül 1919’da Fransızların Musul üzerindeki nüfuz isteğinden vazgeçmelerini sağladılar, buna karşılık olarak da Anadolu’da işgal ettikleri toprakları Fransızlara bıraktılar.
Bir başka işgal yarışı da Ege’de oldu. Yunanistan, savaşın son yılında kendisine vaat edilen toprakları elde etmek için Mondros’un hemen sonrasında hazırlıklara girişti. Bundan çekinen İtalyanlar, nüfuz bölgelerinin bir bölümünü korumak amacıyla 28 Mart 1919’da Antalya’yı, daha sonra Muğla ve kazalarını, daha kuzeyde ise Burdur yöresini işgal ettiler. Bazı İtalyan birlikleri de Konya istasyonu ve çevresini denetim altına aldı.
Direniş örgütlerinin kurulması.
Mondros Mütarekesinin ilk uygulamalarıyla birlikte, İtilaf Devletlerinin ele geçirmeye ve nüfuz altına almaya yöneldikleri yörelerde büyük bir huzursuzluk baş gösterdi. Bu yörelerin aydın ve eşrafı olası müdahalelere karşı önlem alma ve örgütlenme gereğini duydu. İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye .Cemiyetinin ardından Trakya’da, Adana, İçel ve Hatay’ı içine alan bölgede, Trabzon yöresinde, Doğu Anadolu vilayetlerinde yerel direniş örgütleri oluşturuldu.
Mondros Mütarekesi sonrasında İtilaf Devletlerinin attığı ilk adımlardan biri, İstanbul’da İttihat ve Terakki örgütünün ve onun ardıllarının gücünü kırmaya çalışmak oldu. İtilaf Devletleri’nin bu tutumu Padişah VI. Mehmed’in (Vahideddin) politikasına da uygun düşüyordu. Böylece ittihatçılar hakkında yoğun bir soruşturma, tutuklama kampanyası başlatıldı. IV. Mehmed 21 Aralık 1918’de yayımladığı bir iradeyle, üyeleri İttihat ve Terakki döneminde seçilmiş olan Heyet-i Mebusan’ı feshettiğini açıkladı. Ardından mütareke sonrasında kurulan Tevfik Paşa hükümeti de istifa etti ve yerine, padişahla uyum içinde çalışan Damat Ferid Paşa hükümetlerinin ilki geçti. Bu sırada İtilaf Devletleri’nin I. Dünya Savaşı sonrasındaki durumu kalıcı kılmak üzere Paris’te sürdürdüğü görüşmeler 1919 sonlarına doğru bazı antlaşmalarla sonuçlandı. Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan imzaladıkları barış antlaşmalarıyla İtilaf Devletleri’nin koşullarını kabul ettiler. Ama Osmanlı Devleti’yle yapılacak antlaşma daha sonraki bir tarihe kaldı. Bunun temel nedeni, İtilaf Devletleri’nin Osmanlı topraklarını kalıcı olarak nasıl paylaşacakları konusunda tam bir anlaşmaya varamamış olmalarıydı. Ayrıca Mondros Mütarekesi kalıcı bir barış antlaşmasının sçmuçlarma benzer sonuçlar doğurmuştu; İtilaf Devletleri bu toprakları zaten ellerinin altında sayıyor, acele etme gereği duymuyorlardı. Paris Barış Konferansında Osmanlı topraklarında yaşayan azınlıkların temsilcileri de hak iddialarını kabul ettirme doğrultusunda yoğun bir çalışma yürüttüler.
Yunan işgali ve direniş.
Paris görüşmelerinde düş kırıklığına uğrayan İtalya’nın bir oldubittiyle Batı ve Güney Anadolu’da bazı toprakları işgal etmesinin ardından, Yunanistan da itilaf Devletleri’ne başvurarak İzmir’e 2-3 tümen asker çıkarma konusunda izin aldı. Aslında Yunanlılar öteden beri İzmir’in işgaline hazırlanıyor, kentte kurdukları örgütlerle İzmir’deki Rumlan kendi saflarına çekiyorlardı.
İzmir’in işgali 15 Mayıs 1919’da başladı. İşgale karşı ilk silahlı direniş eylemi de bu sırada oldu. Haşan Tahsin adlı gazeteci, Konak Meydam’nda ilerleyen Yunan Efzun taburunun üzerine ateş açtı ve bir Yunan askerini öldürdü. Yunanlılar bu olay üzerine paniğe uğradılarsa da, kısa süre içinde toparlanarak üç gün boyunca kentte büyük bir kıyım yaptılar. Bu olay İtilaf Devletleri’ nin bile tepkisine yol açtı ve kentteki Yunan komutanı Türklerin üzerine ateş açan Yunan askerlerinden bazılarını cezalandırmak zorunda kaldı.
Yunanlılar İzmir’de gerekli yığınağı yaptıktan sonra Ege içlerine doğru ilerlemeye koyuldular. Ayvalık ve Akhisar yöresinde Miralay Ali Bey’in (Çetinkaya) birliklerini harekete geçirmesiyle işgale karşı toplu bir direniş başladı. Yunan ilerlemesini durdurmak amacıyla Aydın, Nazilli, Akhisar yöresinde Kuvayı Milliyet olarak bilinen ve kendiliğinden oluşan örgütler ortaya çıktı. Direniş hareketi çok geçmeden Balıkesir, Denizli, Nazilli gibi kentlerde kurulan Heyet-i Milliye’lerin denetimine girdi. Ayrıca silahlı direnişi merkezîleştirmeye yönelik kongreler düzenlendi. Kentler bir Yunanlıların, bir Kuva-yı Milliyecilerin eline geçtiği için Yunan işgalinin hızı kesildi. Bu direniş sırasında Çerkeş Ethem, Demirci Mehmet Efe, Sökeli Ali Efe gibi Kuva-yı Milliye önderleri büyük yararlık gösterdiler ve Yunan harekâtını Aydm’ın az ilerisinde, Köşk Cephesi önünde durdurmayı başardılar.
Ege’deki işgal bütün Osmanlı ülkesinde tepkiyle karşılandı; mitingler, gösteriler düzenlendi, İtilaf Devletleri’nin başkentlerine ve Paris Barış Konferansı’na telgraflar yağdı. Bu durum İstanbul Hükümeti’ni İtilaf Devletleri’ne başvurarak Yunan ileri harekâtının durdurulmasını istemek zorunda bıraktı.
Yunan işgaüne karşı silahlı direniş, yaygın olmasına karşın, merkezî bir yönetimden yoksundu. Bu nedenle kalıcı başarılar elde etmesi söz konusu olamazdı. Direnişi tek elden yönetecek ve doğru hedeflere yöneltecek bir komuta merkezinin gerekliliği çok geçmeden kendini duyurdu. İşte bu noktada Mustafa Kemal ve arkadaşları ortaya çıktı.
Mustafa Kemal Anadolu'da.
Mondros Mütarekesinin imzalanmasından sonra Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları Grubu komutanlığına atanmıştı. Bu askeri gücün dağıtılmasından sonra İstanbul’a gitmiş ve yakın arkadaşı Fethi Bey’le (Okyar) ilişkiye geçerek, ülkenin içinde bulunduğu siyasal koşullara ilişkin görüşlerini Minber gazetesinde dile getirmeye başlamıştı. Mustafa Kemal gerek Çanakkale Savaşları’nda (1915-16) kazandığı başarılar, gerekse VI. Mehmed’in şehzadeliği sırasında fahri yaverliğini yapmış olması nedeniyle saygınlığı olan bir askerdi. Bu bakımdan politikaya ağırlığını koymak isteyen bütün çevreler onu kazanmak istiyordu. Ama İstanbul’a gitmesinden kısa bir süre sonra, görüştüğü önemli kişilerden birçoğu tutuklanarak Malta’ya sürüldü. Bunu kendisi için de bir tehlike işareti olarak gören Mustafa Kemal resmî bir gerekçe bularak Anadolu’ya geçmenin yollarını aramaya başladı. Bu gerekçe bir süre sonra bulundu: Mütareke sonrasında Karadeniz yöresinde bir Rum Pontus devleti kurma çalışmaları bölgeyi karıştırmıştı. Ayrıca İtilaf Devletleri Doğu Anadolu’da kurulan şûra hükümetleri nedeniyle huzursuzluk duyuyorlardı. İtilaf Devletleri Mart 1919’da Bâbıâli’ye bir nota vererek Doğu ve Kuzey Anadolu’daki huzursuzluklara son verilmesini, aksi takdirde bölgeyi işgal edeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Doğu Anadolu’da bir ordu müfettişliği kurulması, bu göreve de Mustafa Kemal Paşa’nın getirilmesi kararlaştırıldı. Mustafa Kemal, 16 Mayıs 1919’da, 9. Ordu müfettişi resmî sıfatıyla Samsun’a doğru yola çıktı. Samsun, Havza ve Amasya’daki çeşitli görüşmelerden sonra 21 Haziran’da Amasya Tamimi olarak bilinen bir genelge yayımladı. Bu belgede ülke bütünlüğünün ve bağımsızlığın tehlikede olduğuna dikkat çekiliyor, bu durumun ancak ulusal direnişle aşılabileceği belirtiliyor ve bütün mülki ve askeri yöneticilerin Sivas’ta toplanacak bir kongre için hazırlık yapması isteniyordu.
Erzurum ve Sivas kongreleri.
(Bakınız Erzurum Kongresi Sivas Kongresi)
Aynı günlerde Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi de Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ile ortaklaşa bir kongre toplamak için hazırlık yapıyordu. Mustafa Kemal, bu hazırlığın yoğunlaştığı günlerde, 5 Tem- muz’da Erzurum’a giderek kongre hazırlıklarının başına geçti. Anadolu’da yaptığı çalışmalardan haberdar olan İstanbul Hükümetinin üç gün sonra resmî görevine son vermesi üzerine askerlikten istifa etti.
Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919’da toplandı. On dört gün süren çalışmalar sonunda ülkenin bütünlük ve bölünmezliğini korumak ve yabancı işgallerini engellemek için ulusal iradeyi egemen kılmanın önemi vurgulanarak Heyet-i Mebusan’ın bir an önce toplanması istendi. Ayrıca Mustafa Kemal’in başkanlığında Heyet-i Temsiliye adıyla bir yürütme organı oluşturuldu. Hazırlık çalışmalarını Heyet-i Temsiliye’nin yürüttüğü Sivas Kongresi, İstanbul’daki Damat Ferid Paşa hükümetinin engelleme çabalarına karşın, 4-11 Eylül 1919’da toplandı. Kongrenin en önemli sonucu, İstanbul Hükümeti’nden bağımsız yeni bir yönetimi ortaya çıkarması oldu. Bu yönetim, ülke çapındaki bütün direniş örgütlerini bünyesinde birleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temşiliyesi’ydi. On altı kişiden oluşan bu kurulun başkanlığına gene Mustafa Kemal getirildi. Kongre aynı zamanda Amerikan manda yönetimini kesin bir biçimde reddetti. Mondros Mütarekesi sırasında ülke sınırları içinde kalan bölgelerin bölünmez bir bütün olduğunu; işgal ve müdahalelere silahla karşı konacağını belirtti.
Heyet-ı temsiliye bir süre sonra Milli Mücadele’ye karşı açık tavır alan İstanbul Hükümeti’yle bütün ilişkilerini kesti. Damat Ferid Paşa hükümeti İstanbul ve çevresindeki birkaç vilayetle sınırlanan gücüyle, Anadolu’ya sözünü geçiremez oldu ve Ekim 1919 başında istifa etmek zorunda kaldı. Ardından Heyet-i Temsiliye ile daha yakın ilişkiler kuran Ali Rıza Paşa hükümeti kuruldu.
Heyet-i Temsiliye’nin karşılaştığı ilk önemli sorun, iç ayaklanmalar oldu. Özellikle İstanbul Hükümeti’nin Kuvayı Milliye’yi etkisiz kılmak için desteklediği, bazı yerlerde de doğrudan örgütlediği grup ve kişiler, Mustafa Kemal’in başlattığı hareketi daha başlangıçta durdurmak istediler. Balıkesir-Biga yörelerinde harekete geçen Ahmed Anzavur’un Kuvayı Milliyecilere karşı kurduğu silahlı birlikler uzun çabalardan sonra dağıtılabildi. Konya’da ve Konya’ya bağlı Bozkır kasabasında patlak veren ayaklanmalar yerel Kuvayı Milliye kuvvetlerinin yardımıyla bastırıldı.
Son Osmanlı Heyet-i Mebusanı.
Ali Rıza Paşa hükümetinin kurulmasından sonra Heyet-i Temsiliye ile İstanbul arasında belirgin bir yumuşama başladı. 20 Ekim 1919’da, Ali Rıza Paşa hükümetinin temsilcisi Bahriye Nazın Salih Paşa (Kezrak) ile Mustafa Kemal arasında yapılan ve “Amasya Mülakatı” olarak bilinen görüşmeler sonucunda, İstanbul, Heyet-i Temsiliye’yi tanıdığını ve Heyet-i Mebusan’m en kısa sürede toplanması isteğine katıldığını açıkladı. Üyelerinin çoğunu Kuvayı Milliye yanlılanmn oluşturduğu son Osmanlı Heyet-i Mebusanı 12 Ocak 1920’de toplandı. Meclisin attığı en önemli adım, bir mücadele programı benimsemek oldu. “Ahd-ı Milli” adı verilen ve daha sonra “Misak-ı Milli” olarak anılan bu program, Sivas Kongresi’nde belirlenen ülke sınırlarını ne pahasına olursa olsun savunmayı öngörüyordu. Ali Rıza Paşa hükümetinin izlediği tutumdan rahatsız olan İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliği, doğrudan işgali hedef alan bu programa tepki göstermekte gecikmedi ve Londra Konferansının 4 Mart’ta aldığı İstanbul’u fiilen işgal etme kararını uygulamaya girişti.
İstanbul'un işgali.
Boğaz’da demirli İtilaf donanması 15 Mart 1920 gecesi limanı kuşatarak sabaha karşı karaya asker çıkardı. Kentin hemen bütün önemli kavşaklarını denetim altına alan İtilaf askerleri, 16 Mart günü birçok nezaret binasını ve askeri garnizonu işgal ettiler, bu arada eski harbiye nazın Cemal Paşa’yı da tutukladılar. Bâbıâli’nin bu oldubittiye boyun eğmeyeceğini açıklaması üzerine, Heyet-i Mebusan binasını da basarak Kuvayı Milliye’nin önde gelen iki mebusu Kara Vasıf ve Hüseyin Rauf beyleri tutukladılar. 16 Mart baskını sonrasında çalışamaz duruma gelen Heyet-i Mebusan, 18 Mart’ta yasama görevi yapmaya elverişli bir ortam sağlanıncaya değin çalışmalanna ara vermeyi kararlaştırdı. Padişah da 11 Nisan 1920 tarihli bir iradeyle meclisi feshettiğini açıkladı.
İstanbul’da bu geüşmeler olurken, Çukurova ve Güneydoğu Anadolu’da silahlı Ermeni çetelerinin saldınlarım destekleyen Fransız işgal kuvvetlerine karşı halkın başlattığı mücadele hızla güçleniyordu. Antep, Maraş ve Urfa’da Ocak 1920’de sokak çatışmaları biçiminde gelişen direnişin topyekûn bir nitelik kazanmasıyla Urfa ve Maraş işgalden kurtuldu. Antep ve Adana’daki işgal ise 1921 sonlarına değin sürdü.
Büyük Millet Meclisi'nin toplanması.
Sivas Kongresi’nden sonra patlak veren iç ayaklanmalar, direniş merkezinin daha güvenilir bir yere taşınması ve mücadelenin buradan yönetilmesi gereğini daha açık bir biçimde duyurmuştu. Aralık 1919’da Ankara’ya geçerek İtilaf Devletleri’nin Heyet-i Mebusan’a yönelik baskılarını buradan izleyen Mustafa Kemal, bu meclisin uzun süre dayanamayacağını gördüğünden, Amasya Mülakatı’nın gizli metinlerinden birinde de yer alan, Anadolu’da yeni bir meclis toplanması hükmünü uygulama hazırlıklarına girişti. İtilaf askerlerinin Heyet-i Mebusan’ı basmasından sonra, bu adımı atmak zorunlu hale geldi. İstanbul’un işgalinden sonra harekete geçen Heyet-i Temsiliye, Ankara’da toplanacak yeni bir meclis için, bütün askeri ve mülki yöneticilerin gözetiminde yeni bir mebus seçimi yapılmasını istedi. İstanbul’daki Heyet-i Mebusan üyeleri de bu meclise katılabileceklerdi.
Yeni meclis 23 Nisan 1920’de toplandı. Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) olarak adlandırdığı bu meclisin üzerinde hiçbir güç tanımadığını açıklayarak meclisin yasama ve yürütme erklerini kendisinde topladığını duyurdu. Ertesi gün Mustafa Kemal oybirliğiyle TBMM başkanlığına seçildi. Meclis adına yürütme görevini yerine getirmek üzere gene Mustafa Kemal’in başkanlığında bir “İcra Vekilleri Heyeti” oluşturuldu.
Ankara Hükümeti ilk olarak iç ayaklanmalarla uğraşmak zorunda kaldı. Ankara’yı bile tehdit altında bırakan Çapanoğlu Ayaklanması özellikle Çerkeş Ethem önderliğindeki Kuvayı Seyyare’nin büyük çabalarıyla etkisiz hale getirildi. Bir süre sonra patlak veren Zile, İnegöl ve Denizli’ deki ayaklanmalar da bastırıldı.
Ankara Hükümeti iç ayaklanmalarla uğraşırken, bir yıldan beri Salihli-Köşk Cephesi gerisinde bekleyen Yunan birlikleri, İtilaf Devletleri’nin de onayıyla 22 Haziran 1920’de saldırıya geçti. Uç koldan harekete geçen Yunan tümenleri önce Balıkesir’i, ardından da Bursa’yı ele geçirdiler. Aynı tarihte Trakya’da başlayan saldırıyla bu bölge de Yunan denetimi altına girdi. Böylece Yunanistan gerek İstanbul, gerekse Ankara üzerinde baskı kurmak için elverişli bir konum elde etti.
Sevres Antlaşması.
(Bakınız Antlaşmalar - Sevr (Sévres) Antlaşması )
Yunan saldın hazırlıktan, İtilaf Devletleri’ne, işgal koşullannı kalıcı kılma yolunda son adımı atma fırsatını yarattı. Osmanlı Devleti’nin geleceğine ilişkin karar tasansı 21 Nisan 1920’de San Remo’da son biçimini aldı. Bu tasanya göre Irak ve Filistin’de İngiliz, Suriye’de Fransız mandası kuruluyor, Güney ve Güneydoğu Anadolu’da İtalyan ve Fransız nüfuz bölgeleri oluşturuluyordu. İzmir, Doğu ve Batı Trakya da Yunanlılara veriliyordu. Bqğazlar’da ise uluslararası bir komisyon oluşturulması öngörülüyordu.
Bir süre sonra Fransa’nın Anadolu’yla ilgili paylaşım planını onaylamadığı ortaya çıktı. İtalyanlar da Yunanistan’a bırakılan toprak parçasının büyüklüğü nedeniyle hoşnutsuz bir tutum takındılar. Bunun üzerine konu Hythe’de yeniden görüşüldü ve 20 Haziran 1920’de yeni bir karar alındı. Bu kararda “barışın zorla sağlanması için Yunan ordusunun harekete geçeceği” belirtiliyordu. Yunanlıların 22 Haziran’daki toplu saldırısı da bu karara dayanarak başlatıldı. Saldırı öncesinde İstanbul Hükümeti San Remo kararlarının bazı değişikliklerle kabul edilmesini kararlaştırmıştı. Ama İtilaf Devletleri bu değişikliklerin hiçbirini kabul etmediler ve İstanbul Hükümeti’ne onay için 27 Temmuz’a değin süre tanıdılar.
Bu baskı karşısında, İstanbul Hükümeti 10 Ağustos 1920’de Sevres’de antlaşmayı imzaladı. Sevres Antlaşması, San Remo’da alınan kararlar dışında İstanbul için de şu statüyü getiriyordu: Osmanlı padişahı ve hükümeti İstanbul’da kalabilecek ve İstanbul başkent olmaya devam edecekti. Boğazlar savaşta ve banşta bütün savaş gemilerine açık olacaktı. İstanbul’da bir jandarma alayıyla padişahın muhafız birliği dışında askeri güç bulundurulmayacaktı.
Antlaşmanın yürürlüğe girmesi için tarafların parlamentolannda onaylanması gerekiyordu. Bu sırada Heyet-i Mebusan kapatılmış olduğundan, İtilaf Devletleri Ankara’daki TBMM’nin Sevres Antlaşması’m imzalamasını sağlayacak birtakım girişimlerde bulundular, Ankara Hükümeti’ne yakınlaşması için İstanbul’a baskı yaptılar. Ama bu çabalar sonuçsuz kaldı; Ankara Hükümeti Sevres Antlaşmasını tanımadı. Öte yandan Yunanistan’da İtilaf yanlısı Venizelos’un devrilmesiyle, duruma Kral Konstantinos egemen oldu. Bu gelişmelere büyük devletlerin bazı hükümlerde değişiklik yapılması istekleri de eklenince, uygulanma şansı büyük ölçüde ortadan kalkan Sevres Antlaşması bir türlü yürürlüğe giremedi.
Doğu Harekâtı.
İstanbul Hükümeti’nin Sevres Antlaşması gibi bir dayatmayla karşı karşıya olduğu sırada, Ankara’da Doğu Anadolu’da düzenlenecek bir seferin hazırlıkları yapılıyordu. Güney Kafkasya’nın Gürcülerin ve Ermenilerin denetimine girmesinden sonra, 15. Kolordu komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın örgütlediği çeteler işgal altındaki Elviye-i Selâse’de (Kars, Ardahan, Batum) yoğun bir propaganda ve örgütleme çalışması yaparak bu bölgelere yönelik bir askeri harekâtın ön hazırlıklarını tamamlamışlardı. Planlanan harekât, 28 Eylül 1920’de başladı. Hemen ertesi gün Sarıkamış’a giren Türk birlikleri bir süre yığınak yaptıktan sonra, 14 Ekim’de genel bir saldın başlatarak 30 Ekim’de, zorlu bir çatışmanın ardından Kars’a girdiler. Bunun üzerine Ermenistan hükümeti banş istedi. 2 Aralık 1920’de imzalanan Gümrü Antlaşmasıyla bütün Kars sancağı Türklere bırakıldı. Daha sonra Ermenistan ve Gürcistan’ da Sovyet yönetimlerinin kurulmasıyla bu kez Moskova (16 Mart 1921) ve Kars (13 Ekim 1921) antlaşmaları yapıldı. Bu antlaşmalarla Kars ve Artvin’in bugünkü sınırları belirlenmiş oldu. Batum ise Türkiye sınırlan dışında kaldı.
İnönü Savaşları.
(Bakınız Birinci İnönü Muharebesi (I. İnönü Savaşı) İkinci İnönü Muharebesi (II. İnönü Savaşı))
Yunanlıların Batı Cephesindeki ileri harekâtı temmuz ortalannda durdu. Bu sırada Ah Fuad (Cebesoy) Paşa’nın yerine cephe komutanlığına getirilen İsmet Bey’le (İnönü) Çerkeş Ethem’in kuvvetleri arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Ankara Hükümeti artık düzenli ordu aşamasına gelindiğine inanıyor, Çerkeş Ethem’in Kuvayı Seyyare’si ile öteki çetelerin Batı Cephesi Komutanlığı’nın denetimi altında olması gerektiğini düşünüyordu. Çerkeş Ethem bu doğrultuda bir düzenleme yapılmasına karşı çıkarak Ankara Hükümeti’ne karşı ayaklandı. Ocak 1921 başındaki çatışmalarda Çerkeş Ethem kuvvetleri Gediz yöresinde dağıldı. Bundan yararlanan Yunan birlikleri 6 Ocak 1921’de Bursa cephesinden yeni bir saldın başlattılar. Türk ve Yunan kuvvetleri 10 Ocak’ta İnönü önlerinde karşılaştı. Öncü kol niteliğindeki Yunan birliği, bir gün süren çatışmanın ardından 11 Ocak’ta geri çekildi. Bu, Ankara Hükümeti’nin Yunan saldınsı karşısında kazandığı ilk başanydı ve Kurtuluş Savaşı tarihine “I. İnönü Zaferi” olarak geçti.
I. İnönü Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri, Anadolu’da var olan fiili durumun kabul edilmesi ve silahlı çatışmalara son verilmesi için Londra’da konferans toplanması çağrısında bulundu. Konferansa Ankara Hükümeti adına Hariciye Vekili Bekir Sami Bey katıldı. Uzun görüşmeler sonucunda Bekir Sami Bey İtilaf Devletleri’yle tek tek antlaşmalar imzaladı. Ama Ankara Hükümeti bu antlaşmaları onaylamadı. Antlaşmalar Yunanistan’ı da tatmin etmedi. Yunanlılar, Ankara’nın antlaşmalara ilişkin tutumu belli olmadan yeni bir askeri harekâta giriştiler. Türk ve Yunan birlikleri 27 Mart 1921’de İnönü önünde yeniden karşı karşıya geldi. Çarpışmalar ilerleme ve gerilemelerle 1 Nisan’a değin sürdü. Sonuçta Yunanlılar Türk birliklerinin art arda saldırılar düzenlediği Metristepe’yi boşaltarak geri çekildiler. Bu, sonuçları bakımından, birincisinden de önemli bir Türk askeri başarısı sayıldı ve “II. İnönü Zaferi” olarak adlandırıldı.
Sakarya Savaşı.
(Bakınız Sakarya Meydan Muharebesi (Sakarya Meydan Savaşı))
İnönü Savaşlan Türk ordusu açısından kesin zaferler getirmemekle birlikte, üst üste iki saldırıdan sonuç alamayan Yunan kuvvetlerini zor duruma düşürdü. Öte yandan Yunanistan’ın uluslararası destekleri de zayıflamaya başladı. Londra Konferansında (21 Şubat-12 Mart 1921) antlaşma zemini yaratılmışken Yunan hükümeti askeri çözüme yönelmiş, bunda da başan sağlayamamıştı. Yunanistan bu olumsuz görüntüyü silmek için yeni ve topyekûn bir saldın düzenlemekten başka yol bulamadı. Bursa ve Uşak’tan harekete geçen (10 Temmuz 1921) Yunan tümenleri Afyon’u da alarak ilerlediler ve 17 Temmuz’da Kütahya’ya girdiler. Batı Cephesi komutanı İsmet Bey güçlü Yunan orduları karşısında tutunamayacağım düşünerek önce Eskişehir’in batısına, daha sonra da Sakarya Irmağının doğusuna çekilmeyi kararlaştırdı. Bu sırada Yunan birlikleri Eskişehir’i de aldılar (20 Temmuz 1921).
Batı Cephesi ordularının Kütahya-Eşkişehir yenilgisi ve karargâhın Ankara’nın çok yakınlarına taşınması büyük heyecan yarattı; bir yandan başkenti boşaltma ve Kayseri’ye taşıma hazırlıkları yapıhrken, bir yandan da meclis gizli oturumla toplandı. Uzun ve tartışmalı görüşmelerden sonra başkentin taşınması eğilimine set çekildi ve Mustafa Kemal, tam yetkili olarak, üç ay süreyle başkomutanlığa getirildi. “Tekâlifi Milliye” adı verilen buyruklarla ülkenin bütün maddi olanakları ordunun emrine verildi.
Eskişehir’e 22 Temmuz’da varan Yunan kralı Konstantinos genel saldırının hemen başlatılmasını istedi. Ama saldırının aceleye getirilmesine karşı çıkan Yunan işgal orduları komutanı Papulas’ın direnişi harekâtı geciktirdi. Sonunda Yunan kralı başkomutanlık görevini kendisi üstlenerek saldırıyı 13 Ağustos’ta başlattı. Yunan ordusunun zaman yitirmesinden yararlanan Türk birlikleri, bu sırada Sakarya’nın doğusunda yığınak yapmaya yetecek kadar zamanı bulmuştu. Buna Yunan ordularının Sakarya’nın doğusuna geçtikten sonraki gecikmesi ve çok geniş bir cepheye yayılıp kuvvetlerini dağıtması eklenince, savaşın seyri giderek Türk ordusunun lehine döndü.
Türk ordusunun 10 Eylül 1921’de başlayan karşı saldırısı sonucunda Yunanlılar Sakarya’nın doğusunda edindikleri yeni mevzileri terk etmek zorunda kaldılar. Ama ırmağın batısına geçme harekâtını iyi gizledikleri için Türk birlikleri onları izlemede gecikti. Bununla birlikte ilerleyen Türk birlikleri, Yunanlıları Eskişehir’e doğru izleyerek 20 Temmuz’daki mevzilere çekilmek zorunda bıraktı. Günlerce süren bu kanlı çarpışmalar Kurtuluş Savaşı tarihinde “Sakarya Meydan Muharebesi” olarak anıldı ve bir dönüm noktası oldu.
Ankara Antlaşması.
(Bakınız Ankara Antlaşması (1921))
Sakarya Savaşı’nın ilk önemli sonuçlarından biri İtilaf Devletleri’ nin artık “Sevres’e veda ettiklerini” açıkça ilan etmeleri oldu. İngiltere ile giriştiği nüfuz alanları mücadelesinde sürekli mevzi kaybeden Fransa, Anadolu macerasında ısrar etmekten vazgeçerek, uygun ve ayrı bir banş antlaşması yapmak üzere Ankara Hükümeti ile ilişkiye girdi. 1921 yazında başlayan görüşmeler, gerçekçi bir diplomat olan Franklin Bouillon’un Fransız heyetine atanmasından sonra daha da hızlandı. Sonunda Fransız işgal kuvvetlerinin Adana ve Antep yöresinden çekilmesini sağlayan Ankara Antlaşması imzalandı (20 Ekim 1921).
Büyük Taarruz. Yunan kuvvetlerinin aldığı Sakarya yenilgisiyle birlikte, savaşta inisiyatif Türk ordusunun eline geçti. Böylece Ankara Hükümeti Yunan kuvvetlerine son bir darbe indirmenin hazırlıklarına başladı. 1922’nin ilk ayları bu hazırlıkla geçti. Yunanlılar bu dönemde bir oldubittiyle İstanbul’u işgal etmeyi planladıysa da bu girişim uygulamaya konamadan İtilaf Devletleri’nce engellendi. Ankara Hükümeti, Yunanlıların bu planı gerçekleştirmek amacıyla yararlanmayı düşündükleri Trakya’daki dört tümenin Anadolu’ya geçirilmesinden önce saldırıyı başlatmak istiyordu.
Akşehir’deki başkomutanlık karargâhında 27/28 Temmuz’da yapılan bir toplantıda saldın hazırlıklarının 15 Ağustos’a değin bitirilmesi kararlaştınldı. Öngörülen tarihte hazırlıklar büyük bir gizlilik içinde tamamlandı; başkomutanlık karargâhı da 24 Ağustos’ta Akşehir’den Afyon’un Şuhut kasabasına taşındı. Büyük Taarruz 26 Ağustos’ta başladı. Yoğun bir topçu ateşinin ardından saldırıya geçen dört Türk tümeni iki gün süren çarpışmalardan sonra Yunanlıların Türkmentepe denen bölgedeki direnişini kırdı ve Yunan birlikleri Kütahya yönünde çekilmeye başladı. Yunan karargâhı Dumlupınar’a ulaşıp orada mevzilenmeyi planlıyordu. Batı Cephesi Komutanlığı bu durumu saptayarak, geri çekilme yollarını kesmek üzere bütün kuvvetlerini Dumlupınar’a doğru harekete geçirdi. İki ordu 28-29 Ağustos’ta Aslıhanlar, Başkimse ve Arpagediği denen mevzilerde karşılaştı. Saatlerce süren çarpışmalardan sonra Türk birlikleri Yunan kuvvetlerini kuzey, güney ve batıdan kuşattı. Artık, topyekûn bir saldırı için bütün koşullar oluşmuştu.
Başkomutanlık karargâhı, 30 Ağustos sabahı Büyük ve Küçük Adatepe’lere yoğun bir topçu ateşi başlattı. Ardından 1. Ordu’ ya bağlı kuvvetler saldırıya geçti. Uzun süren çarpışmalardan sonra, geri çekilmeyi başaran General Trikopis’in 8 bin kişilik birliği dışında, Yunan ordusu büyük bir yenilgiye uğradı. Kütahya’nın kurtuluşuyla sonuçlanan Başkumandanlık Meydan Savaşı’ndan sonra Yunanlılar Gediz ve Uşak yönünde hızla geri çekilmeye başladılar. 31 Ağustos’ta savaş kurmayıyla Adatepe’ye ulaşan Mustafa Kemal, Yunanlıların İzmir’i savunacak kuvvetleri kalmadığını saptadı. Aynı gün Çalköy’e geçtikten sonra izleme harekâtının sürdürülmesi anlamında “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” buyruğunu verdi. Türk ordusunun İzmir ve Bursa yönünde sürdürdüğü bu harekât sonucunda 9 Eylül’de İzmir, ardından da Bursa Yunanlılardan geri alındı. Türk ordusu Çanakkale Boğazını denetleyen İngiliz birlikleriyle karşı karşıya geldi. 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile savaş sona erdi. Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923), Kurtuluş Savaşı’yla savunulan sınırlar içinde Türkiye’nin bağımsızlığını onayladı. (Bakınız Lozan Antlaşması)
kaynak: Ana Britannica
BAKINIZ
İzmir'in İşgali ve Tepkiler
Antlaşmalar - Mondros Mütarekesi (Mondros Ateşkes Antlaşması)
Erzurum Kongresi Sivas Kongresi
Antlaşmalar - Sevr (Sévres) Antlaşması
Birinci İnönü Muharebesi (I. İnönü Savaşı)
İkinci İnönü Muharebesi (II. İnönü Savaşı)
Sakarya Meydan Muharebesi (Sakarya Meydan Savaşı)
Ankara Antlaşması (1921)
Lozan Antlaşması
İstanbul'un İşgali
İzmir'in İşgali ve Tepkiler
Antlaşmalar - Mondros Mütarekesi (Mondros Ateşkes Antlaşması)
Erzurum Kongresi Sivas Kongresi
Antlaşmalar - Sevr (Sévres) Antlaşması
Birinci İnönü Muharebesi (I. İnönü Savaşı)
İkinci İnönü Muharebesi (II. İnönü Savaşı)
Sakarya Meydan Muharebesi (Sakarya Meydan Savaşı)
Ankara Antlaşması (1921)
Lozan Antlaşması
İstanbul'un İşgali
Son düzenleyen Safi; 3 Ağustos 2017 16:17