Türkiye'de Yahudilik Tarihi
MsXLabs.org & Vikipedi, özgür ansiklopedi
Türkiye'de Yahudilik tarihi çok eskiye dayanan bir mevcudiyettir. Türk Yahudileri, Türkiye'de yaşayan başlıca gayrimüslim cemaatlerden biridir.
1. Cumhuriyet'in ilk yılları
Osmanlı İmparatorluğu'nun yarı özerk iç örgütlü azınlık sistemi yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nde yer almamaktadır. Azınlık olsun veya olmasın, kişiler cemaat yoluyla değil, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin direk devlete bağlıdırlar. Bu durum karşısında Yahudilerin özerkliği kalmadığı gibi yasalar karşısında Yahudi Türk'le Müslüman Türk'ü ayırmak olanaksızlaşmıştır. Cumhuriyet'e geçiş döneminde doğan sancılı aşamalarda Türk Yahudileri ulusculuk anlayışının karşısında değil, yanında yer almıştır. Bu yeni kurulmuş devletin her alanını Türkleştirme çabaları, dil eksiği olan azınlıklar üzerinde zorluklar yaratmıştır. Araştırmacı Mücahit Düzgün'e göre bu Yahudiler'e karşı yapılmış bir yaptırım değil, devlet oluştururken gereken bir aşamadır. Dil eksikliği Yahudileri siyasi ve toplumsal yaşamda sekteye uğratacağından Yahudi aydınları Türkçe'nin Yahudi cemaatinde yayılması için çabalar gösterip dernekler kurdular.
Yeni kurulan bu devlette Yahudilerde görülen bir özellik ise Atatürk'e bağlılıklarıdır. Bir Türk Yahudisi olan ünlü yazar ve siyasetçi Avram Galanti'nin yazılarından birinde şöyle der:
Türk Yahudileri 1922-23'deki savaşlarda hep Türk davasına sadık kaldılar. Yahudi aydınlardan Davit Fresko Yahudiler'in daha da iyi bir vatandaş olmalarına ve onları Türkiye'ye sadakatin devamına davet etmiştir:
1920'li yılların başında devletle Yahudiler arasındaki sevgi ve sadakat karşılıklı idi; Cenevre Yahudileri tarafından İsmet İnönü ve Türk heyeti şerefine düzenlenen bir şölende İnönü Türk Yahudilerinin yasa ve düzeni, çalışmayı, ilerlemeyi ve uyumu sevdiklerini söylüyordu. Lozan Anlaşması imzalanıp azınlıklara yeni haklar tanınınca, Yahudi cemaatlari bu gibi hakların Türk devletinin hakkaniyetine aykırı olacağına karar vermiştir ve bu haklardan vazgeçmiştir. Profesör Mişon Ventura ve Avukat Kalev Gabay meselenin hukuki yanlarını inceleyip bu kararı aldıktan sonra, Yahudilerin bu tutumunu İsmet Paşa'ya duyurmuştur. İsmet Paşa da bundan duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir.
1.1. 1922 - 1927 arası basında Yahudiler
1922-27 yılları arasında, sadece basında olmak üzere beş yıl sürecek olan Yahudi aleyhtarı kampanyalar başladı. Bu durum Türk liderlerin Yahudiler lehine söylediği sözlerle dengeleniyordu. Ebuzziya Tevfik'in Tasvir-i Efkar gazetesi'nde İzmir hahambaşısı Ribi Moşe ile yaptığı alaycı görüşme antisemit kampanyanın başlangıcı oldu. Bu kampanya İleri gazetesinin Kanımızı Emenler başyazısıyla Yahudileri ikiyüzlülükle suçlayarak devam etti. Hahambaşı vekili Ribi Becerano, o günlerin İstanbul Askeri Valisi Refet Paşa'yı ziyaret etti ve İleri gazetesinin bir nüshasını vererek müdahelesini rica etti. Şubat 1923'te Karagöz mizah dergisinde Yahudiler alay konusu edilip aşağılayıcı bir terim olan "çıfıt" diye hitap ediliyordu. Edirne'nin Paşaeli gazetesi Müslümanları sömüren ve hile ile ticaret yapan Yahudilerden bahsediyordu.
2. 1927 - 1933 arası
Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nde rejimin yerine oturmasıyla toplumda sakinleşme başladı. 1927'ye kadar Yahudileri tehlike olarak gören basın artık azınlıkları zararsız görüyordu. Bu dönemde Yahudiler'e karşı yumuşama başladı; örneğin:
3. 1933'ten sonra
3.1. Almanya'da Nazilerin başa geçişi sırasında Türkiye'deki Yahudiler
1933 yılında Almanya'da Hitler hükümetinin başa geçmesiyle Türkiye Yahudileri açısından iki önemli olay gerçekleşti. Bunlardan ilki, Almanya ve Avrupa'nın diğer ülkelerinden Türkiye'ye göç eden Yahudi profesörler; ikincisi ise 1934 Trakya Olayları'dır.
3.1.1. Almanya'dan kaçan Yahudi profesörler
Almanya'da yürürlüğe konan yeni kanununlardan bir tanesinin 3. ve 4. maddesinde Ari ırk'tan olmayan veya milli devlet için tehlike arz eden memurların zorunlu emekliye ayrılmasından bahseder. Böylece, yasalar gereği Almanya'da ki bütün Yahudi bilimadamları işlerinden atıldı. İşsiz kalan bu bilimadamlarına dünyanın diğer bölgelerinde iş bulmak amacıyla İsviçre'de Albert Einstein başkanlığında bir dernek kuruldu. Dernek genel sekreteri Profesör Schwartz dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip'le görüşüp başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere Türkiye'de profesörlük yapmak amacıyla 34 Yahudi bilimadamına iş imkanı sağladı. Konuyla ilgili olarak Reşit Galip "İstanbul'u feth ettiğimiz zaman hata ettik. Bizans ilim adamlarını elimizde tutamadık. Onlar Avrupa'ya gidip Rönesans'ı gerçekleştirdiler, şimdi bunu telafi edeceğiz" dedi. Buna ithafen Profesör Scwartz "Bir değil otuz dört kere evet alıyoruz" diye telgraf çekti. Aralarında Nobel ödülleri de kazanan bu profesörlerin yanı sıra ilerleyen zamanlarda Almanya'dan Türkiye'ye Alman profesörlerin göçü devam etti.
3.1.2. Trakya Olayları
Avrupa'da her ülkede olduğu gibi antisemitizm ile birlikte faşizm dalgası yayıldı ve Türkiye'de de taraftar topladı. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi 1934 Trakya Olayları'dır. Türkiye'de tek parti dönemine denk gelen bu süreçte büyük gazeteler Nazizm'e karşı çıkmalarına rağmen az da olsa bazı kişiler Nazizm'e sempatiyle baktılar. Türkiye'de ki Nazi sempatizanlarının en önemlilerinden biri Cevat Rıfat Atilhan'dı. Turancı olan Atilhan Birinci Dünya Savaşı'nda Sina cephesinde yüzlerce Yahudi casusu yakalayıp onlarcasını kendi elleriyle astığını iddia etmiştir. Anadolu dergisini çıkarıp antisemitizmi yaymaya çalıştı. Atilhan, birkaç aylığına misafiri olduğu Nazi Julius Streicher'den güç kullanma ve yıldırma teknikleri öğrendi. Naziler onu "Herr Major" diye çağırıyorlardı.
İstanbul'da Milli İnkilap dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi ile Türk tarihinde ilk defa bir yayın kuruluşu antisemit olduğunu kabul ediyor ve Yahudilerden reklam almayacağını açıklıyordu. Dergide Nihal Atsız gibi ünlü Pan-Türkçüler vardı. Milli İnkilap dergisinin birçok sayfası Türk Yahudileri'ne ayrılmıştı.
Haber gazetesinden Vala Nurettin ve Vakit gazetesinden Mehmet Asım Milli İnkilap'ı ve antisemitzmi yazılarında protesto edip, Yahudilerin Türk kültürüyle bütünleştirilmelerini ve hizmetlerinden faydalanılmasının gereğini savundular.
Öte yandan Nihal Atsız Orhun dergisinde Yahudilere karşı bir ihtar yazısı yazdı:
Bu tür antisemit yazıların önüne geçebilmek için Yahudi heyeti 23 Mayıs 1934'te Başbakana yardım isteme amaçlı bir dilekçe sundu. Dilekçe iki gün sonra Başbakan Müşaviri'nin eline geçti, sonra İçişleri Bakanlığı'na havale edildi, sırasıyla Emniyet Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve en son Matbuat Müdürlüğü'ne ulaştı; kısacası bürokrasiye takılıp kaldı.
Aynı dönemde Mecburi İskan Yasası çıkarıldı. Bu yasa bazı halk kesimlerini göçe veya belli yerlerde oturmamaya zorunlu kılıyordu. Daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu için hazırlanmış bu yasa Trakya'lılar tarafından Yahudiler aleyhine kullanıldı. İsmet Paşa'nın adının arkasına sığınarak yapılan propagandada "Hükümet ve İsmet Paşa bütün Trakya Yahudilerinin İstanbul'a sürgünlerini istiyorlar" dendi.
Çanakkale'de Yahudiler'e yapılan ekonomik boykotun dozu kaçınca fiziki saldırılara dönüştü. Yağma, dayak, ırza geçme, imzasız tehdit mektupları gönderme olayları oldu. Kırklareli'nin valisi bu sırada tatildeydi ve Çanakkale'de olanların aynısı bu şehirde de oldu. Kırklareli'den kaçan Yahudiler'in bir kısmı Edirne'ye varınca olayın ciddiyetini anlayan Edirneli Yahudiler de mallarını mülklerini bırakıp İstanbul'a kaçtılar. Edirne, Tekirdağ, Kırklareli,Çanakkale, Uzunköprü, Silivri, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu ve Lapeski'de olayların aynı gün içinde başlaması bu işin bir kaç çapulcunun işi olmadığı anlamına geliyordu. Bu olaylardan sonra Trakya'da ki Yahudi nüfusu azaldı, çoğunluğu İstanbul'a ve bir kısmı da yurtdışına kaçtı.
3.2. İkinci Dünya Savaşına girmeden Türk Yahudileri'nin durumu
3.3. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Türk Yahudileri
1940ların başında Türkiye'ye yabancıların girmesine sınırlamalar getirilmesine rağmen Türkiye Yahudi mültecilerine kapılarını açık tuttu. 1942'de para değerini yitirip ekonomi zayıflayınca Varlık Vergisi yürürlüğe kondu. Bu durum Yahudileri derinden yaraladı ve bir kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işgalinin eşiğine gelen Türkiye'de en çok Yahudiler paniğe kapıldı. Fakat Almanya askeri güçlerini diğer Avrupa ülkelerine yönlendirince Türk Yahudileri açısından durum biraz rahatladı. 1944 yılında ise Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkiler kesildi; bu durum Türkiye'nin Balkan Yahudiler'i için yaptığı yardımların açık ve kitlesel olmasına olanak sağladı. Avrupa'dan binlerce Türk Yahudisi kurtarıldı ve Türk tebasında olmayan Yahudiler için Filistin'e geçiş olanakları sağlandı.
Daha önce din ve ırk şartı arayan Türk Harp Akademileri bu koşulları kaldırdığını açıklayınca iki Yahudi genci Harp okuluna başvurdu. Bu haber üzerine sevincini saklamayan Orhan Seyfi Orhon şunları söyledi:
Trakya olayları ve Varlık vergisiyle sarsılan Yahudilerin devlete olan güveni, 1946'da yeni C.H.P.'li Başbakan Recep Peker'in antisemitizm için "20. Yüzyılın yüzkarasıdır!" demesi ile tekrar güçlenmeye başladı.
1948'de İsrail devletinin kurulmasıyla patlak veren 1948 Arap-İsrail Savaşı üzerine her ne kadar Türkiye hükümeti tarafsız kalmışsa da kamuoyu ve basın Arapların yanında yer aldı, Bomba, Dava, Davar mizah dergilerinin yanı sıra Mücadele ve Milli İnkilap gazeteleri İsrail ile Türk Yahudileri arasında fark gözetmeden savaşın gelişmesini gerçeklerden uzak tek taraflı ve Yahudileri alçaltıcı bir şekilde verdiler.
Arap-İsrail savaşının sona ermesiyle dört bin Yahudi İsrail'e göç etti. Bunun üzerine Hasan Saka hükümeti Yahudilerin Türkiye'den çıkışını yasakladı fakat daha sonra bu yasak İsrail hariç olmak üzere kaldırıldı. Türk Yahudisi olan Dr. Eli Şaul, Demokrat İzmir gazetesinde İsrail'e göç eden Yahudilerin birer Türk propagandacısı olacağını ve Türkiye'nin bundan fayda göreceğini belirtti.
1949'da Şemsettin Günaltay İsrail'e direk geçiş yasağını kaldırdı. 20.yy'da Türkiye'de iki yüz bin Yahudi vardı, bu sayı 1950'lerde kırk bine düştü.
Bugün
T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın verilerine göre günümüzde Türkiye'de yaşayan Yahudilerin sayısı 25.000 civarındadır. Türk Yahudilerinin yaklaşık 22.000'i İstanbul'da, 2.000'i İzmir'de ve geri kalan kısmı da Ankara ve Adana'da yaşamaktadır. Bugün Türkiye'de yaşıyan Yahudilerin yaklaşık %96'sını oluşturan Sefaradlar'ın sayısı 24.000 civarındadır, %4'ü oluşturan Aşkenaz Museviler'in sayısı 1.000 civarındadır. Çok az da olsa Karaim mezhebine bağlı Musevi İstanbul'da yaşamaktadır. Ladino dili (Yahudi İspanyolcası) 65 yaş üzeri kişiler tarafından konuşulur, 65 yaşın altındaki Museviler tarafından anlaşılsa bile artık konuşulamamaktadır. Ladino ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Halen İstanbul’da 19 sinagog hizmettedir ve en eskisi 1992 yılında 500. Yıl Vakfı tarafından restore edilen Balat Ahrida Sinagogu’dur. En büyük ve başlıca sinagog ise ünlü Neve Şalom Sinagogu'dur. Bir süredir artık hizmette olmayan 17. yüzyıldan kalma Karaköy’deki Zülfaris Sinagogu ise 500. Yıl Vakfı tarafından Türk Yahudileri'nin Türkiye'deki 500 yıllık geçmişlerinin tarihçe özetini dünya kamuoyuna sunmak amacı ile müze olarak düzenlenmiş ve Kasım 2001 tarihinde 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi adıyla hizmete girmiştir.
İstanbul'da iki ve İzmir’de bir hastanesi, çok sayıda vakıf, hayır ve yardım kurumları, İstanbul Ulus’ta bir ilk ve ortaöğretim kompleksi bulunan Ulus Özel Musevi Lisesi, toplumunun 1543 yılında başlayan uzun ve parlak bir Türk-Yahudi basını (5.000 tirajlı Şalom gazetesi) gibi geçmişi mevcuttur. Ayrıca Gözlem Kitap adında büyük bir yayınevi vardır.
Türk Yahudileri arasında değişik üniversitelerde görevli çok sayıda öğretim üyeleri, ticaret-sanayi ve serbest mesleklerin her dalında ün yapmış işadamları, yazarlar, tarihçiler, sanatçılar ve basın mensupları da bulunmaktadır.
İbrani kökenli Sefarad ve Aşkenaz Musevileri dışında, bir de Türk kökenli Museviler de vardır. Bunlar sayıca az da olsa, ırk bakımından İbranilerin dışında başka bir ırkın giremeyeceği bu dine inanmaları bakımından önemlidir. Hazar İmparatorluğu'nun bu dini benimsemesinden sonra Hazar ve Karaim Türkleri arasında yayılmıştır. Türkiye'de de çok küçük bir Karaim Musevileri topluluğu vardır. Onun dışında Kırım, Dağıstan ve Doğu Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde de Türk kökenli Musevi topluluklar vardır.
Aynı zamanda, Roma dönemlerinden de kalma Romanyot olarak bilinen Yahudiler de bulunmakta olup 500 yıl önce II. Beyazıt zamanında gelen Yahudilerle karıştıkları için Yahudilerin genel olarak 500 yıl önce geldiği söylenir.
MsXLabs.org & Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar
Türkiye'de Yahudilik tarihi çok eskiye dayanan bir mevcudiyettir. Türk Yahudileri, Türkiye'de yaşayan başlıca gayrimüslim cemaatlerden biridir.
1. Cumhuriyet'in ilk yılları
Osmanlı İmparatorluğu'nun yarı özerk iç örgütlü azınlık sistemi yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nde yer almamaktadır. Azınlık olsun veya olmasın, kişiler cemaat yoluyla değil, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin direk devlete bağlıdırlar. Bu durum karşısında Yahudilerin özerkliği kalmadığı gibi yasalar karşısında Yahudi Türk'le Müslüman Türk'ü ayırmak olanaksızlaşmıştır. Cumhuriyet'e geçiş döneminde doğan sancılı aşamalarda Türk Yahudileri ulusculuk anlayışının karşısında değil, yanında yer almıştır. Bu yeni kurulmuş devletin her alanını Türkleştirme çabaları, dil eksiği olan azınlıklar üzerinde zorluklar yaratmıştır. Araştırmacı Mücahit Düzgün'e göre bu Yahudiler'e karşı yapılmış bir yaptırım değil, devlet oluştururken gereken bir aşamadır. Dil eksikliği Yahudileri siyasi ve toplumsal yaşamda sekteye uğratacağından Yahudi aydınları Türkçe'nin Yahudi cemaatinde yayılması için çabalar gösterip dernekler kurdular.
Yeni kurulan bu devlette Yahudilerde görülen bir özellik ise Atatürk'e bağlılıklarıdır. Bir Türk Yahudisi olan ünlü yazar ve siyasetçi Avram Galanti'nin yazılarından birinde şöyle der:
"Mustafa Kemal'den esinlenmiş olan boynu bükük memleketler, gerçek bağımsızlıklarını elde edecekler ve kendilerine bu imkanı verdiği için, bir milyar halk, bu insanüstü Türk'le komuta etmiş olduğu Türk ordusuna secde edecektir... Mustafa Kemal geçmiş ve şimdiki zamanın en büyük adamıdır."
—Avram Galanti
Türk Yahudileri 1922-23'deki savaşlarda hep Türk davasına sadık kaldılar. Yahudi aydınlardan Davit Fresko Yahudiler'in daha da iyi bir vatandaş olmalarına ve onları Türkiye'ye sadakatin devamına davet etmiştir:
"Yahudiler dört yüzyıldır Türkiye'de yaşıyorlar. Bu uzun yıllar içinde din özgürlüğü, adalet ve hoşgörü buldular. Bütün arzumuz kutsal ve sevgili vatanımızın her alanda ilerlemisini görmektir. Vatanımıza içtenlikle bağlıyız. Hiçbir art düşüncemiz yoktur. Bunu dinimiz emreder. (Yahudiliğin temel ilkelerinden: "Yaşadığım ülkenin yasaları yasalarımdır".) Biz yeni açılan bu dönemde ki gelişmelerle ilgilenmeliyiz ki görevlerimizi yerine getirelim. Çünkü biz bu vatanın çocuklarıyız."—Davit Fresko
1920'li yılların başında devletle Yahudiler arasındaki sevgi ve sadakat karşılıklı idi; Cenevre Yahudileri tarafından İsmet İnönü ve Türk heyeti şerefine düzenlenen bir şölende İnönü Türk Yahudilerinin yasa ve düzeni, çalışmayı, ilerlemeyi ve uyumu sevdiklerini söylüyordu. Lozan Anlaşması imzalanıp azınlıklara yeni haklar tanınınca, Yahudi cemaatlari bu gibi hakların Türk devletinin hakkaniyetine aykırı olacağına karar vermiştir ve bu haklardan vazgeçmiştir. Profesör Mişon Ventura ve Avukat Kalev Gabay meselenin hukuki yanlarını inceleyip bu kararı aldıktan sonra, Yahudilerin bu tutumunu İsmet Paşa'ya duyurmuştur. İsmet Paşa da bundan duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir.
1.1. 1922 - 1927 arası basında Yahudiler
1922-27 yılları arasında, sadece basında olmak üzere beş yıl sürecek olan Yahudi aleyhtarı kampanyalar başladı. Bu durum Türk liderlerin Yahudiler lehine söylediği sözlerle dengeleniyordu. Ebuzziya Tevfik'in Tasvir-i Efkar gazetesi'nde İzmir hahambaşısı Ribi Moşe ile yaptığı alaycı görüşme antisemit kampanyanın başlangıcı oldu. Bu kampanya İleri gazetesinin Kanımızı Emenler başyazısıyla Yahudileri ikiyüzlülükle suçlayarak devam etti. Hahambaşı vekili Ribi Becerano, o günlerin İstanbul Askeri Valisi Refet Paşa'yı ziyaret etti ve İleri gazetesinin bir nüshasını vererek müdahelesini rica etti. Şubat 1923'te Karagöz mizah dergisinde Yahudiler alay konusu edilip aşağılayıcı bir terim olan "çıfıt" diye hitap ediliyordu. Edirne'nin Paşaeli gazetesi Müslümanları sömüren ve hile ile ticaret yapan Yahudilerden bahsediyordu.
2. 1927 - 1933 arası
Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti'nde rejimin yerine oturmasıyla toplumda sakinleşme başladı. 1927'ye kadar Yahudileri tehlike olarak gören basın artık azınlıkları zararsız görüyordu. Bu dönemde Yahudiler'e karşı yumuşama başladı; örneğin:
- Elza Niyego Olayından sonra yürürlüğe giren Yahudilerin serbest dolaşım yasağı kaldırıldı.
- Yahudi çocukların Türk okullarına gitmesine izin verildi.
- Trakya'daki Yahudi okullarına diğer Türk okulları gibi devlet bütçesinden yardım edildi.
- Sami Ginzburg Olayı sonucunda mahkeme Sami Ginzburg'u suçsuz bulup bir vatansever olduğuna hüküm kıldı ve İstiklal Madalyası'na aday gösterdi.
- "Türklüğe hakaret"ten yargılanan üç Yahudi genci beraat etti.
- Galata'da artan Yahudi nüfusu üzerine Neve Şalom Sinagogu inşasına başlandı.
3. 1933'ten sonra
3.1. Almanya'da Nazilerin başa geçişi sırasında Türkiye'deki Yahudiler
1933 yılında Almanya'da Hitler hükümetinin başa geçmesiyle Türkiye Yahudileri açısından iki önemli olay gerçekleşti. Bunlardan ilki, Almanya ve Avrupa'nın diğer ülkelerinden Türkiye'ye göç eden Yahudi profesörler; ikincisi ise 1934 Trakya Olayları'dır.
3.1.1. Almanya'dan kaçan Yahudi profesörler
Almanya'da yürürlüğe konan yeni kanununlardan bir tanesinin 3. ve 4. maddesinde Ari ırk'tan olmayan veya milli devlet için tehlike arz eden memurların zorunlu emekliye ayrılmasından bahseder. Böylece, yasalar gereği Almanya'da ki bütün Yahudi bilimadamları işlerinden atıldı. İşsiz kalan bu bilimadamlarına dünyanın diğer bölgelerinde iş bulmak amacıyla İsviçre'de Albert Einstein başkanlığında bir dernek kuruldu. Dernek genel sekreteri Profesör Schwartz dönemin Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip'le görüşüp başta İstanbul Üniversitesi olmak üzere Türkiye'de profesörlük yapmak amacıyla 34 Yahudi bilimadamına iş imkanı sağladı. Konuyla ilgili olarak Reşit Galip "İstanbul'u feth ettiğimiz zaman hata ettik. Bizans ilim adamlarını elimizde tutamadık. Onlar Avrupa'ya gidip Rönesans'ı gerçekleştirdiler, şimdi bunu telafi edeceğiz" dedi. Buna ithafen Profesör Scwartz "Bir değil otuz dört kere evet alıyoruz" diye telgraf çekti. Aralarında Nobel ödülleri de kazanan bu profesörlerin yanı sıra ilerleyen zamanlarda Almanya'dan Türkiye'ye Alman profesörlerin göçü devam etti.
3.1.2. Trakya Olayları
Avrupa'da her ülkede olduğu gibi antisemitizm ile birlikte faşizm dalgası yayıldı ve Türkiye'de de taraftar topladı. Bunun en somut örneklerinden bir tanesi 1934 Trakya Olayları'dır. Türkiye'de tek parti dönemine denk gelen bu süreçte büyük gazeteler Nazizm'e karşı çıkmalarına rağmen az da olsa bazı kişiler Nazizm'e sempatiyle baktılar. Türkiye'de ki Nazi sempatizanlarının en önemlilerinden biri Cevat Rıfat Atilhan'dı. Turancı olan Atilhan Birinci Dünya Savaşı'nda Sina cephesinde yüzlerce Yahudi casusu yakalayıp onlarcasını kendi elleriyle astığını iddia etmiştir. Anadolu dergisini çıkarıp antisemitizmi yaymaya çalıştı. Atilhan, birkaç aylığına misafiri olduğu Nazi Julius Streicher'den güç kullanma ve yıldırma teknikleri öğrendi. Naziler onu "Herr Major" diye çağırıyorlardı.
İstanbul'da Milli İnkilap dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi ile Türk tarihinde ilk defa bir yayın kuruluşu antisemit olduğunu kabul ediyor ve Yahudilerden reklam almayacağını açıklıyordu. Dergide Nihal Atsız gibi ünlü Pan-Türkçüler vardı. Milli İnkilap dergisinin birçok sayfası Türk Yahudileri'ne ayrılmıştı.
Haber gazetesinden Vala Nurettin ve Vakit gazetesinden Mehmet Asım Milli İnkilap'ı ve antisemitzmi yazılarında protesto edip, Yahudilerin Türk kültürüyle bütünleştirilmelerini ve hizmetlerinden faydalanılmasının gereğini savundular.
Öte yandan Nihal Atsız Orhun dergisinde Yahudilere karşı bir ihtar yazısı yazdı:
"Yahudi denilen mahluku dünyada Yahudiden ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülüğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur. Dilimizdeki "Yahudi gibi", "çıfıtlık etme", "çıfıt çarşısı", "havraya benzemek", "Yahudiden yumurta alan içinde sarısını bulamaz" gibi sözler bu alçak millete ırkımızın verdiği değeri gösterir. Almanyadan kovulan Yahudileri kabul etmek misafirperverliğinde bulunan Fransada bile Yahudiler hakkındaki en basit iltifatın "pis Yahudi" terkibi olduğunu o memlekete gitmiş olan arkadaşlarımız söylüyor.
...İkide bir Yahudileri Türkleştirme cemiyetleri kurarak bizi kandırmağa çalışacaklarına namuslu Türk tebaası olarak kalsınlar yetişir.
Çünkü biz onların Türkleşeceklerini asla ummadığımız gibi bunu istemeyiz de. Çamur ne kadar fırına verilse demir olmuyacağı gibi Yahudi de ne kadar yırtınsa Türk olamaz. Türklük bir imtiyazdır, her kula, bilhassa Yahudi gibi kullara nasip olmaz.
Onlara yapılacak ihtar şudur: Hadlerini bilsinler. Sonra biz kızarsak Almanlar gibi Yahudileri imha etmekle kalmaz, daha ileri giderek onları korkuturuz. Malum ya ataların sözüne göre Yahudiyi öldürmektense korkutmak yektir."—Nihal Atsız
Bu tür antisemit yazıların önüne geçebilmek için Yahudi heyeti 23 Mayıs 1934'te Başbakana yardım isteme amaçlı bir dilekçe sundu. Dilekçe iki gün sonra Başbakan Müşaviri'nin eline geçti, sonra İçişleri Bakanlığı'na havale edildi, sırasıyla Emniyet Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve en son Matbuat Müdürlüğü'ne ulaştı; kısacası bürokrasiye takılıp kaldı.
Aynı dönemde Mecburi İskan Yasası çıkarıldı. Bu yasa bazı halk kesimlerini göçe veya belli yerlerde oturmamaya zorunlu kılıyordu. Daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu için hazırlanmış bu yasa Trakya'lılar tarafından Yahudiler aleyhine kullanıldı. İsmet Paşa'nın adının arkasına sığınarak yapılan propagandada "Hükümet ve İsmet Paşa bütün Trakya Yahudilerinin İstanbul'a sürgünlerini istiyorlar" dendi.
Çanakkale'de Yahudiler'e yapılan ekonomik boykotun dozu kaçınca fiziki saldırılara dönüştü. Yağma, dayak, ırza geçme, imzasız tehdit mektupları gönderme olayları oldu. Kırklareli'nin valisi bu sırada tatildeydi ve Çanakkale'de olanların aynısı bu şehirde de oldu. Kırklareli'den kaçan Yahudiler'in bir kısmı Edirne'ye varınca olayın ciddiyetini anlayan Edirneli Yahudiler de mallarını mülklerini bırakıp İstanbul'a kaçtılar. Edirne, Tekirdağ, Kırklareli,Çanakkale, Uzunköprü, Silivri, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu ve Lapeski'de olayların aynı gün içinde başlaması bu işin bir kaç çapulcunun işi olmadığı anlamına geliyordu. Bu olaylardan sonra Trakya'da ki Yahudi nüfusu azaldı, çoğunluğu İstanbul'a ve bir kısmı da yurtdışına kaçtı.
3.2. İkinci Dünya Savaşına girmeden Türk Yahudileri'nin durumu
- 1934: Herkesin bir soyadı taşıması gerektiğini hükmeden Soyadı Kanunu yürürlüğe girdi. Birçok azınlığın Türk soyadları aldığı görüldü; örneğin Yahudi şair Abraham Naon adını İbrahim Nom'a, gazeteci ve düşünür Moiz Kohen adını Munis Tekinalp'e değiştirdi.
- 1935: TBMM'de Yahudiler aday olarak gösterildiler. Dr. Abravya Marmares ve İbrahim Naum (Nom) liberal görüşleriyle TBMM'ye girmeyi başardılar.
- 1936: Cemiyetler Kanunuyla Yahudi kurumlarının çalışması sınırlanmış oldu ve bazı Yahudi kurumları da bu yüzden kapanmak zorunda kaldı.
- 1938: Milletvekili Sabri Toprak Filistin ve Avrupa'dan Türkiye'ye Yahudi göçünün sınırlanmasını ve azınlıkların Türkçe'den başka bir dil kullanmayıp, adlarının Türk isimleriyle ve dinlerinin Müslümanlığa değiştirilmesinin yasaklanmasını içeren öneri sundu. Bu tasarılar diğer meclis üyelerince reddedildi.
"Yurdumuzda bir Yahudi meselesi yoktur. Hatta hiç azınlık sorunu yoktur. Dış etkiler altında yapmacık bir Yahudi sorunu yaratmaya niyetimiz yoktur. Dış cereyanların bizi etkilemesine izin vermeyeceğiz."
—Celal Bayar
3.3. İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Türk Yahudileri
1940ların başında Türkiye'ye yabancıların girmesine sınırlamalar getirilmesine rağmen Türkiye Yahudi mültecilerine kapılarını açık tuttu. 1942'de para değerini yitirip ekonomi zayıflayınca Varlık Vergisi yürürlüğe kondu. Bu durum Yahudileri derinden yaraladı ve bir kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işgalinin eşiğine gelen Türkiye'de en çok Yahudiler paniğe kapıldı. Fakat Almanya askeri güçlerini diğer Avrupa ülkelerine yönlendirince Türk Yahudileri açısından durum biraz rahatladı. 1944 yılında ise Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkiler kesildi; bu durum Türkiye'nin Balkan Yahudiler'i için yaptığı yardımların açık ve kitlesel olmasına olanak sağladı. Avrupa'dan binlerce Türk Yahudisi kurtarıldı ve Türk tebasında olmayan Yahudiler için Filistin'e geçiş olanakları sağlandı.
Daha önce din ve ırk şartı arayan Türk Harp Akademileri bu koşulları kaldırdığını açıklayınca iki Yahudi genci Harp okuluna başvurdu. Bu haber üzerine sevincini saklamayan Orhan Seyfi Orhon şunları söyledi:
"Harp Okuluna girmek istemek, Türklüğü, Türk harsını, Türk vatanını candan sevmek ve benimsek demektir... Ben şimdiden bu iki Musevi vatandaşın birer Türk subayı halinde, kılıçlarını vatan sevgisi gibi havada parıldatarak yıllarca ayrı kalmış bir cemaati muzaffer adımlarla milli birliğe doğru çekip götürdülerini görür gibi oluyorum."—Orhan Seyfi Orhon
Trakya olayları ve Varlık vergisiyle sarsılan Yahudilerin devlete olan güveni, 1946'da yeni C.H.P.'li Başbakan Recep Peker'in antisemitizm için "20. Yüzyılın yüzkarasıdır!" demesi ile tekrar güçlenmeye başladı.
1948'de İsrail devletinin kurulmasıyla patlak veren 1948 Arap-İsrail Savaşı üzerine her ne kadar Türkiye hükümeti tarafsız kalmışsa da kamuoyu ve basın Arapların yanında yer aldı, Bomba, Dava, Davar mizah dergilerinin yanı sıra Mücadele ve Milli İnkilap gazeteleri İsrail ile Türk Yahudileri arasında fark gözetmeden savaşın gelişmesini gerçeklerden uzak tek taraflı ve Yahudileri alçaltıcı bir şekilde verdiler.
Arap-İsrail savaşının sona ermesiyle dört bin Yahudi İsrail'e göç etti. Bunun üzerine Hasan Saka hükümeti Yahudilerin Türkiye'den çıkışını yasakladı fakat daha sonra bu yasak İsrail hariç olmak üzere kaldırıldı. Türk Yahudisi olan Dr. Eli Şaul, Demokrat İzmir gazetesinde İsrail'e göç eden Yahudilerin birer Türk propagandacısı olacağını ve Türkiye'nin bundan fayda göreceğini belirtti.
1949'da Şemsettin Günaltay İsrail'e direk geçiş yasağını kaldırdı. 20.yy'da Türkiye'de iki yüz bin Yahudi vardı, bu sayı 1950'lerde kırk bine düştü.
Bugün
T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın verilerine göre günümüzde Türkiye'de yaşayan Yahudilerin sayısı 25.000 civarındadır. Türk Yahudilerinin yaklaşık 22.000'i İstanbul'da, 2.000'i İzmir'de ve geri kalan kısmı da Ankara ve Adana'da yaşamaktadır. Bugün Türkiye'de yaşıyan Yahudilerin yaklaşık %96'sını oluşturan Sefaradlar'ın sayısı 24.000 civarındadır, %4'ü oluşturan Aşkenaz Museviler'in sayısı 1.000 civarındadır. Çok az da olsa Karaim mezhebine bağlı Musevi İstanbul'da yaşamaktadır. Ladino dili (Yahudi İspanyolcası) 65 yaş üzeri kişiler tarafından konuşulur, 65 yaşın altındaki Museviler tarafından anlaşılsa bile artık konuşulamamaktadır. Ladino ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Halen İstanbul’da 19 sinagog hizmettedir ve en eskisi 1992 yılında 500. Yıl Vakfı tarafından restore edilen Balat Ahrida Sinagogu’dur. En büyük ve başlıca sinagog ise ünlü Neve Şalom Sinagogu'dur. Bir süredir artık hizmette olmayan 17. yüzyıldan kalma Karaköy’deki Zülfaris Sinagogu ise 500. Yıl Vakfı tarafından Türk Yahudileri'nin Türkiye'deki 500 yıllık geçmişlerinin tarihçe özetini dünya kamuoyuna sunmak amacı ile müze olarak düzenlenmiş ve Kasım 2001 tarihinde 500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi adıyla hizmete girmiştir.
İstanbul'da iki ve İzmir’de bir hastanesi, çok sayıda vakıf, hayır ve yardım kurumları, İstanbul Ulus’ta bir ilk ve ortaöğretim kompleksi bulunan Ulus Özel Musevi Lisesi, toplumunun 1543 yılında başlayan uzun ve parlak bir Türk-Yahudi basını (5.000 tirajlı Şalom gazetesi) gibi geçmişi mevcuttur. Ayrıca Gözlem Kitap adında büyük bir yayınevi vardır.
Türk Yahudileri arasında değişik üniversitelerde görevli çok sayıda öğretim üyeleri, ticaret-sanayi ve serbest mesleklerin her dalında ün yapmış işadamları, yazarlar, tarihçiler, sanatçılar ve basın mensupları da bulunmaktadır.
İbrani kökenli Sefarad ve Aşkenaz Musevileri dışında, bir de Türk kökenli Museviler de vardır. Bunlar sayıca az da olsa, ırk bakımından İbranilerin dışında başka bir ırkın giremeyeceği bu dine inanmaları bakımından önemlidir. Hazar İmparatorluğu'nun bu dini benimsemesinden sonra Hazar ve Karaim Türkleri arasında yayılmıştır. Türkiye'de de çok küçük bir Karaim Musevileri topluluğu vardır. Onun dışında Kırım, Dağıstan ve Doğu Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde de Türk kökenli Musevi topluluklar vardır.
Aynı zamanda, Roma dönemlerinden de kalma Romanyot olarak bilinen Yahudiler de bulunmakta olup 500 yıl önce II. Beyazıt zamanında gelen Yahudilerle karıştıkları için Yahudilerin genel olarak 500 yıl önce geldiği söylenir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!