Arama

İstanbul - Sayfa 2

Güncelleme: 4 Ocak 2019 Gösterim: 150.219 Cevap: 18
volture - avatarı
volture
VIP "Ipıslak Balık"
1 Ocak 2010       Mesaj #11
volture - avatarı
VIP "Ipıslak Balık"

9 dilde Istanbul


  • Grekçe:Vizantion
  • Latince: Bizantium, Antoninya, Alma Roma, Nova Roma
  • Rumca: Konstantinopolis, Istinpolin, Megali Polis, Kalipolis
  • Slavca:Çargrad, Konstantingrad
  • Vikingce: Miklagord
  • Ermenice: Vizant, Stimbol, Esdambol, Eskomboli
  • Arapça : Bizantiya, el-Mahsura, Kustantina el-uzma
  • Selçuklular zamanında: Konstantiniyye, Mahrusa-i Konstantiniyye, Stambul
  • Osmanlıcada: Dersaadet, Deraliyye, Mahrusa-i Saltanat, Istanbul, Islambol, Darü's-saltanat-ı Aliyye, Asitane-i Aliyye, Darü'l-Hilafetü'l Aliye, Payitaht-ı Saltanat, Dergâh-ı Mualla, Südde-i Saadet

Sponsorlu Bağlantılar

Önemli Semtleri


Boğaz


Avrupa ve Asya'yı ayıran Boğaz'da Karadeniz'e doğru geleneksel ve unutulmaz bir deniz gezisi yapmadan İstanbul ziyareti tamamlanmış sayılamaz. Büyük bir ihtişam ve saf bir güzellik yansıtan kıyıları geçmiş ve günümüzün karmasıdır. Yalıların yanında modern oteller, taştan hisarların yanı başında rustik saraylar ve küçük balıkçı köylerinin hatırasını taşıyan semtlerde şık yapılar... Boğaz'ı görmenin en iyi yolu kıyılarında zig zag çizen yolcu vapurlarından birine binmektir. Eminönü'nden başlayan gezi sanki bir bayramda akraba ziyaret ediyormuş gibi sırayla Boğazın Asya ve Avrupa kıyılarına uğranarak devam eder. Gezi, aşağı yukarı 6 saat sürmektedir. Eğer gezi özel bir biçimde gerçekleştirilmek istenirse, bu konuda gece veya gündüz kısa düzenlemeler yapan ihtisaslaşmış acentalara başvurulabilinir.

Haliç


Uzun ve dar, boynuz biçimindeki Haliç İstanbul'un Avrupa tarafını bölmektedir. Dünyanın en tabii limanlarından biri olduğundan Bizans ve Osmanlı donanmaları ve ticari gemicilikle ilgilenenler burada toplanmışlardır. Gurup vakti suyun altın rengini aldığı bu yerin kıyıları bugün hoş parklarla ve yürüme alanlarıyla çevrilidir. Haliç'in ortasına doğru gidildiğinde yer alan Fener ve Balat semtlerinde, Bizans ve Osmanlı döneminden kalma ahşap evler, kiliseler ve sinagoglarla dolu sokaklar bulunmaktadır. Ortodoks Patriği de burada oturmaktadır. Biraz yukarıdaki Eyüp, Osmanlı mimarisinde oymacılığın yansıdığı bir yerdir.
Tepelerin yamaçlarını yer yer koyu selvilerin bulunduğu mezarlıklar kaplamaktadır. Dualarının kabul göreceğine inananlar buradaki Eyüp Türbesini ziyaret ederler. Bu tarafa bakan tepedeki Pierre Loti Kahvesi manzaranın keyfine varmak için mükemmel bir mekandır.

Beyoğlu ve Taksim


Beyoğlu yapıldığı devrin özelliklerini koruyan, 100 yıl evvelki Avrupa tesirli mimari mirasıyla görülmeye değer bir semttir. Avrupa'nın ikinci eski metrosu Tünel halen en kısa metro unvanını korumaktadır. Metro ile kulesi bir sembol haline gelen Galata bölgesine geçmek mümkündür. Tünelin üst ucu Istiklal Caddesinin başlangıcıdır. Eski tramvayların tekrar servise konulduğu, yalnız yayalara açık cadde, Cumhuriyet devrinde konsolosluklara tahsis edilen eski elçilik binaları ile çevrilidir. Tünelin üst kısmında, İstiklal Caddesinin başlangıcındaki Divan Edebiyati Müzesi (Mevlevi Tekkesi - 18. yy. eseri) güzel bir yapıdır. Caddenin iki yanında birbirinden meşhur mekanlar vardır. Bir yanda Galatasaray Lisesi, karşı sırada rengarek, otantik restoranları ve Balık Pazarını içine alan Çiçek Pasajı.Sonra cadde boyunca sinemalar, tiyatro, kafe, lokanta ve eğlence yerleri... Taksim meydanına ulaşan cadde eski parlak, hareketli, daima kalabalık gün ve gecelerine yeniden kavuşmuştur.
Türk'ün Kurtuluş Savaşını, Atatürk ve arkadaşlarını sembolize eden, göz okşayan abide Taksim meydanını süslemektedir. Yeni metronun ana terminali meydanın altında, Atatürk Kültür Merkezi de kuzeyde yer almaktadir. Beş yıldızlı Hyatt ve Intercontinental Otelleri Taksim Parkındadır, Istanbul Hilton Oteli de buradadır. Sınıfında Türkiye'de yapılan ilk otel olan Hilton (1955) halen en meşhur ve en iyi olma özelliğini korumaktadır. Radyo Evi, türünün en zenginlerinden olan Istanbul Askeri Müzesi, Lütfü Kırdar Kongre Sarayı, Açık Hava Tiyatrosu da bu civardadır.

Sultanahmet


Tarihi yarımadanın batı ucunda yer alan semtte farklı İmparatorlukların önemli dini, idari ve sivil yapıları yer almaktadır. Tarihi Sultanahmet meydanının etrafı Ayasofya, Haseki Hürrem Hamamı, Sultanahmet Camii, Hippodrome, Dikilitaşla gibi tarihi eserlerle çevrilidir.

Ortaköy


Boğazın en güzel yerine tahtlanan, zamanında padişahların sayfiye yeri olan Ortaköy Osmanlı Dönemi'nden beri ilgi çeken bir yerleşim merkezidir. Bugün Çırağan Sarayı, Kabataş Erkek Lisesi, Feriye, Princess Oteli, ve cami kilise ve sinagog üçgeninde yer alan Ortaköy, çarşısı ve içindeki seyyar "entel pazarı", hediyelik eşya dükkanları, kafeleri, barları ve restoranlarıyla İstanbulun önemli eğlence ve alışveriş merkezlerinden birisidir.

Sarıyer


Tarabya'dan sonraki virajdan Boğaziçi'nin Karadeniz'e kavuşması ilk defa görünür. Buradan Sarıyer semti içlerine kadar elçiliklere ve şahıslara ait eski yazlıklar ve balık lokantaları sıralıdır. Büyükdere'den ayrılan dar bir yol orman içlerini aşarak, bentleri geçerek Karadeniz sahillerine, meşhur Kilyos plajlarına ulaşır.
Sarıyer ve sonraki Rumeli Kavaği vapur seferleri ile Boğazı gezenlerin Avrupa yakasındaki son iskeleleridir. Balık lokantaları ile şöhretli her iki komşu semt ve karşı kıyıda bulunan Anadolu Kavağı tatil günleri çok kalabalık olur.
Boğaziçi bu yerleşimleri geçtikten sonra sadece yeşil koruluklarla örtülü yamaçlara sahiptir. Her iki kıyıda son yerleşimler Karadeniz'e komşu Anadolu ve Rumeli Fenerleri ile balıkçı köyleridir.

Üsküdar


Üsküdar, Kız Kulesi ile bütünleşen bir semttir. Karşıya, Avrupa'ya geçişin iskelesidir. Meydandaki 16. yüzyıl camileri, ortadaki abidevi çeşme, sahildeki minyatür Şemsi Paşa Cami ve Medresesi Türk sanatının güzel örnekleridir. Tarihi Karacaahmet Mezarlığı ve daha ilerideki büyük ve küçük Çamlıca tepeleri Üsküdarın sırtlarında bulunur. Tepeler çamlıklarla örtülü olup, Adaların ve Boğazın kuş bakışı manzaralarına hakimdir.

Kadıköy


Marmara sahillerindeki güzel Kadıköy'de tarihi yapı bulunmaz. Istanbul'un son yüzyılda hızla gelişen semtlerinden biridir. Antik Kahlkedon yerleşim biriminde sonraları bir çok manastır inşaa edilmişti. M.S. 5. yüzyıl Hıristiyanlık dünyası önemli konsül toplantıları burada yapılmıştı. Eski bahçeli malikanelerin çok azı zamanımıza gelebilmiştir. Yat Kulüpleri, marinalar, geniş caddeler, Kadıköy sahilleri boyu uzanır.
Fenerbahçe güzel bir gezinti yeridir. Meşhur Bağdat Caddesi de alışveriş imkanları ile ünlüdür. 1908 yılında tamamlanan Prusya mimari üslubundaki Haydarpaşa Tren İstasyonu, Üsküdar çıkışındadır. İstasyon Bağdat demiryolunun ilk (veya son) duraği idi. Yandaki yamaçta Kırım Savaşında hayatlarını kaybeden Ingiliz ve Fransız askerlerinin mezarları ve abideleri, büyük askeri hastanenin yanında bulunmaktadır.
Ticari liman tesisleri arkasındaki tepelere yerleşmiş iki büyük bina vardır. Saat kuleli olan eski Haydarpaşa Lisesi, şimdi üniversitedir. Diğeri, büyük ve 4 kuleli olan Selimiye Kışlasıdır (19. yy). Kırım Savaşı sırasında buradaki yaralılara hemşirelik yapan Florence Nightingale anısına kaldığı oda o günlerdeki gibi korunmaktadır.

Şile


Üsküdar'dan 50 km. mesafedeki şirin ve güzel turistik kasaba Karadeniz sahillerindedir. Kısmen tamamlanmış otoyolu ve sonrası ormanları aşan viraj yol ile geniş ve meşhur Şile plajlarına ulaşılır. Balıkçı barınaği, Ceneviz kale kalıntısı ve şöhretli feneri görülmeye değer yerlerdir. Batıda plajlar, kasabanın doğusunda da bir sıra küçük kumsal koy uzanır. Yaz aylan hareketli ve kalabalık geçer, bol sayıda pansiyon ve oteller mevcuttur.

Adalar


Prens Adaları adı ile de bilinen Istanbul Adaları, Marmara Denizinde, şehre bir saat kadar yakınlıkta 8 adadır. Haliç girişi ve Kabataş Iskelelerinden kalkan vapur veya deniz otobüsleri dört adaya muntazam seferler yaparlar.
Bizans devrinde manastırların kurulduğu Adalar, saray mensuplarına yazlık veya sürgün yeri olmuş; Heybeliada'da Bizans'ın son yapısı, Meryem Ana'ya ithaf edilmiş küçük kilise, Deniz Lisesi üst binası avlusunda bulunur.
19. yüzyıl başlarında servise giren buharlı vapurlar ile Adalar'a ulaşım kolaylaşmış, okullar ve oteller de inşa edilince nüfus artışı başlamıştır. Büyükçe olan, yan yana sıralı dört ada yazlık evler, villalar, çamlık korularla kaplı olup, plaj ve piknik yöreleri ile ünlüdürler. Mayıs ayından eylül sonuna kadar kalabalıklaşan Adalar diğer zamanlarda tenhadır. Yerleşim bölgelerinin iskelelere yakın çevrelerde, şehre bakan yönde geliştiği, tepeleri çamlıklarla örtülü ada yollarının tek vasıtası faytonlardır. Mevsim boyu, bilhassa tatil günlerinde koylar ve plajlar özel yat ve motorların, yelkenli teknelerin çekici duraklarıdır.
Her adada bulunan Yelken ve Su Sporlan kulüplerinin ilki ve meşhuru Burgaz Adasındadır. Hikaye yazarı Salt Faik Abasiyanık adada yaşamış, yaşadığı ev müzeye çevrilmiş ve uğrağı, gün batımı ile şöhretli Kalpazan Kaya mahalli meşhur bir kahve olmuştur.

Heybeli yönünde, şeklinden dolayı adlandırılmış, Kaşık Adası yer alır. Heybeli Ada'nın ikiz tepeleri arasında Deniz Lisesi üst binası bulunurken, öndeki diğer tepe üzerinde, çamlık içerisinde, Rum Ruhban Okulu ilk görülen büyük yapılardır. Ada iskelesi yanında Deniz Lisesi sahil boyu uzanır. Lokanta ve çayhaneler diğer yöndedir. Yerleşim alanlarının arka cephesinde çok güzel bir koy ile, Kaşık Adası'na bakan tarafta halk plajı ve Deniz Kulübü tesisleri ile arkasında meşhur Değirmen Burnu piknik alanı bulunur. Tepeleri çevreleyen yollarda, çamlar içerisinde güzel ve manzaralı yürüyüş güzergahlan adayı dolanır. Ada okullar ve sanatoryum tesislerinden dolayı kış aylannda da nispeten hareketlidir.
Takım Adaların en büyüğü ve meşhuru Büyük Ada'dır. Fayton turu ile etrafı iki saate yakın bir sürede dolaşabilirsiniz. Ancak bir saatte dolaşılan yarım tur daha enteresandır. Halk plajlarından Heybeli Ada yönündeki Yörük Plajı şahane bir koyda bulunmaktadir. Dil Burnu mesire alanı tercih edilen güzel bir yerdir. Iskele civarı kalabalık yerleşim bölgesinin aksine adanın güney tarafı ıssızdır. Buralardaki koylar teknelerin ziyaret yerleridir. Adanın üst sırtlarında harap halde bulunan 19. yüzyıl yapısı eski oteli, belki dünyadaki en büyük ahşap yapı, ihya edileceği zamanın özlemi ile ayakta durmaya çabalamaktadır. Büyük Ada iskele civarı lokantaları, çayhaneleri ve dükkanları ile renkli ve hareketlidir. Yaz aylarında servis veren dört oteli vardır. Güzel evler, bakımlı bahçeler eşsiz manzaralar adaları gezenlerde unutulmaz anlar bırakır. Sonraki Sedef Adası sakinlerinin dışında gelenlere plajı ile açıktır.

Çevresi


İstanbul'un dışından 25. km.de, Karadeniz'in Avrupa kıyısında Kilyos'un geniş kumsalları yaz aylarında İstanbulluları çekmektedir. Karadeniz'den içeride, Avrupa kıyısındaki Belgrad Ormanı İstanbul'un çevresindeki en geniş ormandır. İstanbullular, hafta sonlarında, gölgeliklerinde, mangallı aile piknikleri yapmak amacıyla arabalarıyla buraya giderler. Yöredeki 7 adet eski su deposu ve bazı doğal kaynaklar farklı bir atmosfer oluşturur. Osmanlı su kemerlerinden 16.'ncı yüzyılda Mimar Sinan tarafından yapılan Moğlova Su Kemeri en muhteşemidir. Golf Kulübü'nün üzerinden geçen yine Sinan'ın eseri 800 m. uzunluğundaki Sultan Süleyman Su Kemeri Türkiye'deki su kemerlerinin en uzunlarından biridir.
İstanbul'dan 25 km. uzaklıktaki Polonezköy, 19'uncu yüzyılda Polonyalı göçmenler tarafından Asya kıyısında kurulmuştur. Köy atmosferi içinde yürüyüşler, atlı gezintiler yapmak, buraya ilk gelenlerin yakınlarınca sunulan geleneksel Polonya yemeklerinden tatmak için Polonezköy, İstanbulluların uğrak yeridir. Üsküdar'a 70 km. uzaklıkta Karadeniz kıyısındaki Şile'nin kumsalları, restoranları ve otelleri burayı İstanbul'un en hoş tatil mekanlarından biri haline getirmektedir. Turistik açıdan popüler olan yöre, tanınmış Şile bezinin üretildiği yerdir.
Bayramoğlu - Darıca Kuş Cenneti ve Botanik Parkı İstanbul'un 38 km uzağında eşsiz bir dinlenme yeridir. Yaya yürüyüş yolları, restoranları ile bu devasa park dünyanın farklı bölgelerinden gelen kuş çeşitleri ve bitkilerle doludur.
Marmara Denizi'ndeki günlük seyirlerinden sonra yatçıların marinasına yanaşabildiği şirin Eskihisar balıkçı kasabası İstanbul'un güneydoğusundadır. Türkiye'nin 19'uncu yüzyıl büyük ressamı Osman Hamdi Bey'in kasabadaki evi müzeye dönüştürülmüştür. Eskihisar ve Gebze arasında yer alan Anibal'ın mezarı bir Bizans kalesi çevresindeki sitlerdendir.

İstanbul'dan 65 km. mesafedeki popüler tatil yeri Silivri'de birçok İstanbullunun yazlık evi bulunmaktadır. Burası harika restoranları, spor ve sağlık merkezleri ile büyük bir tatil yeridir. Konferans merkezi de iş - tatil karışımı faaliyetleri ve "kültür turizmi" için şehrin hızlı temposundan kaçan iş adamlarını çekmektedir. Tarifeli deniz otobüsü servisi İstanbul'u Silivri'ye bağlamaktadır.
Dokuz ada ile bezeli Marmara Denizi'ndeki adalar Bizanslı prenslerin sürgün yeriydi. Bugün artık varlıklı İstanbulluların yaz aylarında serin meltemlerine ve 19'uncu yüzyıl şık evlerine kaçtıkları mekanlardır. Adaların en büyüğü Büyükada'dır. Çam ağaçları arasında harika bir fayton gezisi yapabilir veya adanın çevresindeki sayısız küçük koylardan birinde denize girebilirsiniz!
Diğer popüler adalar Kınalı, Sedef, Burgaz ve Heybeliada'dır. Muntazam araba vapuru seferleri adaları her iki Avrupa ve Asya kıyılarına bağlamaktadır. Yazın Kabataş'tan hızlı deniz otobüsü servisi vardır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 31 Ekim 2016 11:41
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
11 Nisan 2011       Mesaj #12
perlina - avatarı
Ziyaretçi

TARIHI ESERLERLE DOLU ISTANBUL


Türkiye'nin en büyük ve en güzel şehri olan İstanbul'un yerleşme tarihi paleotik çağa,yani günümüzden 40 bin yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Bilinen tarih ise Kadıköy (Kalkedon) ve Sarayburnu bölgelerine yerleşen Megara'lılarla başlar. Şehrin ilk adı olan Bizantium,komutan Byzos'a izafeten verilmiştir. Bazı kaynaklara göre ise ilk önceleri "Lekab" ırmağından dolayı "Licus" adıyla anılmıştır.
Sponsorlu Bağlantılar

Şehir 9 yüzyıl boyunca çeşitli işgaller görmüştür. M.S. 196'da Roma İmparatoru Severus tarafından alınmıştır.imparatorun oğlu Antonius Caracalla'nın isteği ile yeniden kurulmuş ve adı da Antoninia olmuştur. M.S. 269'da Gotlar'ın, M.S. 313'de tekrar Romalı'ların eline geçen şehir, IV.yy başlarında Büyük Constantinus tarafından imar edildikten sonra bildiğimiz Constantino- polis adını almış ve İmparator Teodosius'un "Kanunlar Mecmuası"nda bu adla ilk resmi kayıtlara geçmiştir.

İmparator, başkenti Roma'dan İstanbul'a taşımış; şehre ikinci Roma (Deutera Rome) ve Yeni Roma (Nea Rome) adlarını vermiş ise de Constantinopolis adı daha çok yerleşmiştir. İmparatorluk M.S. 395 yılında ikiye ayrılınca bu tarihten 1453 yılına kadar Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur.
Bizans döneminde İstanbul 30 kuşatma görmüştür. IV. ve XV. yy'lar arasında Hunlar, Avarlar, Sasaniler, 11 kez Araplar, 6 kez Bulgarlar, Selçuklular, Peçenekler, Haçlılar ve 7 kez Osmanoğulları İstanbul'u kuşatmıştır. Şehri ancak 30. kuşatmada alabilmek Fatih Sultan Mehmet'e nasip olmuştur. 29 Mayıs 1453 tarihinde, kuşatmanın 54. gününde düşmesiyle Bizans İmparatorluğu yıkılmış; Ortaçağ kapanarak, Yeniçağ başlamıştır. Osmanlılar halkın her türlü hakkını korumuş, şehri imar etmiş ve başkent seçerek saltanat merkezi haline getirmiştir.

Yüzyıllar boyu resmi yazı ve paralarda Konstantiniye olarak geçen İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu süresince Darülhilafe (Hilafet Evi), Darüssaltana (Saltanat Evi), Deraliye (Devletin Evi), Asitane(Devletin Eşiği), Dersaadet (Mutluluk Evi), Selatin (Sultan Kapısı), Beldetüt Tayyibe (Güzel Belde), İslambol (Müslümanı Bol), Darülmülk (padişahın Yeri), Payitaht-ı saltanat(Saltanatın Başkenti), Südde-i Saltanat (Saltanatın Eşiği) gibi birçok adlar almışsada İstanbul olarak tanınmış ve yaşamıştır.

XVI. ve XVII. yy.lar arasında İstanbul'da anıtsal yapılar kurulmuş, yeni gelişme alanları belirlenmiş, bu gelişme biçimi günümüz İstanbul'unun da temel eksenlerini oluşturmuştur. Bu dönemde şehir Edirnekapı, Haliç kıyılarında, Beyoğlu, Galata, Üsküdar, Kadıköy ve Boğaz yönünde yaygınlaşmıştır. Değişik dönemlerin simgeleri olarak Beyazıt, Şehzadebaşı, Süleymaniye, Mihrimah Külliyeleri yapılmış, daha sonra Yenicami ve Sultanahmet Camileri İstanbul'un görünümüne katılmıştır. II. Mahmud döneminde ilk kez Batı kentlerindeki gibi bir şehir planı yaptırılarak, XIV. yy.ın ilk yarısında tarihi sayılan kışlalar ve çevrelerinde de yeni yerleşim merkezleri oluşturuluyordu. Rami, Maltepe, Halıcıoğlu, Maçka, Gümüşsuyu, Taksim, Taşkışla, Harbiye gibi yerleşim bölgeleri şehrin yeni gelişme eksenlerini de belirliyordu.

1874 tarihinde açılan Sirkeci-Edirne demiryolu İstanbul'un batısında sur dışındaki gelişmeyi güçlendirdi. Bu arada 1838'de Unkapanı-Azarkapı ve 1845'te Karaköy-Eminönü arasında açılan köprüler iş merkezlerini birleştiriyordu. 1853'te Dolmabahçe Sarayı, 1865'te Beylerbeyi, 1874'te Çırağan ve Yıldız Sarayları göz kamaştırıcı görünümleriyle şehre güzellik katmaya başlamışlardı.
XIX. yy.dan itibaren modernleşme her alnda yaşanıyordu. Boğaz'da ilk buharlı gemi 1829'da yüzdürüldü. 1850'de Şirket-i Hayriye 6 vapurla düzenli seferlere başladı. 1869 yılında atlı tramvay, 1874'te Dolmabahçe Gazhanesi kuruldu. 1876'da ise padişaha Kumkapı-Beyazıt, Karaköy-Dolmabahçe hattında çalışması düşünülen bir metronun yapımı öneriliyordu.

XX. yy. başlarında Sirkeci Garı, Galata Limanı, Haydarpaşa Garı ve Rıhtımı İstanbul siluetindeki yerlerini almışlardır. Diğer yandan elektrikli tramvay geliştirilerek Şişli'ye; Anadolu yakasında ise Bostancı'ya kadar uzanıyordu. Bu gelişmelerle birlikte şehrin nüfusu 1 milyonu aşmıştı. Cumhuriyet'in kurulması ile başkent Ankara'ya taşınınca, İstanbul sosyo-ekonomik ve kültürel önemini kısmen yitiriyordu. 1920'li yıllardan sonra yaşanan durgunluk, II. Dünya Savaşı yıllarında da gözlenmiştir. Daha sonra Avrupa'da şehircilik akımından etkilenmiş, yüzyılımızın ikinci yarısından başlayarak,hızla artan bir gelişme ile günümüzde dünyanın sayılı kültür, sanat, ticaret ve geniş interlanta sahip endüstri şehirlerinden biri olmuştur.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 31 Ekim 2016 11:38
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
2 Ağustos 2011       Mesaj #13
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye

Galatasaray Lisesi hastaneydi.


1831 - 1862 yılları arasında Galata Sarayı Sultanisi, bir tıp okuluna dönütürülmüş ve adı Tıbbiye-i Adliye-i Şahane olmuştu.Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra 2. Mahmut tarafından eksiği duyulan Tıbbiye Mektebi olarak açılması, bina içinde bir hastane oluşturulmasını da beraberinde getirmişti. Galatasaray Lisesi binası bu tarihten çok sonraları 1915 yılında tekrar hastane olarak kullanıldı. Geniş ve çok yataklı yatakhaneleri, zaten öğrencilerin büyük bir kısmının gönüllü olarak savaşa katılmasıyla boşalmıştı. Çanakkale cephesinden de İstanbul'a sürekli yaralı asker geliyordu. Pierre Loti'nin "Bezgin Kadınlar" romanının kahramanlarından olan Zinnur ve Cevat Paşa'nın kızı Emine Semiye Hanımlar gönüllü hemşire olarak, tıp tarihimizin önemli hekimlerinden Besim Ömer Paşa'nın yönetiminde bu bina ve bahçesindeki birçok Çanakkale gazisini tedavi ettiler.

Tüyap, Tiyatroydu.


Bugün, Turkcell binasının karısında kalan Pera Palas'a kadarki boşluk alan ve Tüyap Sergi Salonu'nun bulundu bölge, vaktiyle Dar-ül Bedai'nin, Fransız Tiyatrosu'nun ve Açıkhava Amfitiatrı'nın bulunduu bir kültür kompleksiydi. Şehrin gece hayatında büyük bir iz bırakan Gardenbar da ilkin burada açılmıştı. Zamanla yok olan bu salonlar, önce ticarethanelere, sonra yıkıntılara, en sonunda da parka dönüştü.

Turkcell Binası, Oteldi.


Tüyap'ın karısındaki sıra vaktiyle sıra sıra otellerden oluşuyordu.Bristol Oteli ve hâlâ var olan Büyük Londra Oteli dışında otuz kadar otel daha vardı. İşte bunlardan biri de şimdiki Turkcell binasının bulunduğu noktada yükseliyordu.
Beyoğlu'nun mimari dokusunu yitirmeye başladığı yıllarda buradaki otel binalarının büyük kısmı yok oldu. 1970-73 yılları arasında Yapı Kredi Genel Müdürlük binası olarak burada yeni binalar yaptırıldı. 1990 yılından beri boş bulunan binalar 1996 yılında Turkcell tarafından alındı ve yeniden projelendirilerek, 1998 Mart ayından itibaren Turkcell Genel Müdürlüğü olarak kullanılmaya başlandı.

Aslı Han Krepen’di.


Eskiden manifatura dükkânlarının buluştuğu, şimdilerde hediyelik eşya dükkânlarının doldurduğu ve dükkan aralarındaki aynalardan dolayı Aynalı Pasaj diye anılan Avrupa Pasajı'nın hemen yanındaki hanın bulunduğu alan, adını Crespin adlı bir Levanten aileden alan meyhaneler kültü Krepen'di. Aynalı Pasajla Balıkpazarı arasında bir koridor gibi kıvrılarak uzanan dar aralıkta minik meyyhaneler birbirini izlerdi, Şimdi Nevizade Sokağı'nda bulunan İmroz'un da aralarında olduğu meyhaneler külliyesi Beyoğlu'nun yakın zamanlara kadar süregelmiş en ilginç yerlerinden biriydi. Şimdi yerinde sahafları da barındıran Aslı Han var.

Çiçek Pasaj İş Merkezi’ydi.


Cite de Pera, Tanzimat döneminde "Galata Bankerleri" sanıyla tanınan ve gerektiğinde saraya bile borç verecek kadar güçlü mali yapısı bulunan Rum bankerlerden biri olan Hristaki Efendi tarafından yaptırılan bir binaydı. Alt katları işyeri, üst katları pansiyon olarak kullanılmaya başlansa da, kısa zaman içinde meyhaneler tarafından ele geçirilen bu avlulu bina, 70'li yıllarda büyük bir çöküntü yaşadı ve restore edilerek yeniden hizmete girdi. Şimdi yarı nostalji, yarı turistik ama yine de kendine has atmosferini koruyor.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 31 Ekim 2016 11:35 Sebep: Sayfa düzeni
🌘 🚀
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
1 Ağustos 2012       Mesaj #14
perlina - avatarı
Ziyaretçi

İstanbul


Marmara Bölgesi'nde, İstanbul Boğazı'nın iki yanında yer alan ile ve bu ilin merkezi olan kent. Kuzeyde Karadeniz, güneyde Marmara Denizi arasında kalır; doğuda Kocaeli, batıda Tekirdağ illeriyle sınırlanır; kuzeybatıda Kırklareli ile de kısa bir sınırı vardır. Armutlu-Bozburun Yarımadası'nın kuzey kıyısında kalmakla beraber, Yalova da İstanbul'a bağlı bir ilçedir (492 km2). 5.172 km2 alanıyla Türkiye'nin küçük illerinden biridir. İl toprakları, morfoloji bakımından orta kesiminde İstanbul Boğazı ile parçalanmış, az yüksek platolardan meydana gelir.
Jeologların gençleşmiş peneplen olarak niteledikleri bu plato, özellikle boğazın hemen iki yanında çok tipiktir ve şu üç üniteden oluşur:
1) Genel eğimi, doğuda Kocaeli Platosu'nda güneydoğu-kuzeybatı; boğazın batısında, Trakya kesiminde de kuzeybatı-güneydoğu olan ve yüksekliği 80-150 m. dolayında bulunan plato düzlüğü.
2). Bu düzlük içine derin şekilde gömülmüş akarsu vadileri
3) Plato düzlüğünün üstünde yükselen kubbemsi tepeler.
Bunların başlıcaları, Küçük ve Büyük Çamlıca (226 ve 267 m.), Alemdağ (442 m.) ve ilin en yüksek yeri olan Aydos Dağı (537 m.) ile Trakya'da, Çatalca yakınında Çıplaktepe'dir. (323 m.). Karadeniz ile Marmara arasında, boğazda birbirine yaklaşan dar iki yarımada görünümünde olan İstanbul ili, iklim bakımından oldukça çeşitli yörelere sahiptir. Bu çeşitlilik, Türkiye'nin başlıca ana iklim bölgelerinin geçiş yeri üzerinde bulunmasının bir sonucudur.

Kuzeyde, nemli Karadeniz güneyde, etkileri Marmara'nın batısında da devam eden sıcak Akdeniz Çatalca yöresinde ise İç Trakya'nın az çok karasal iklimleri görülür. İstanbul, hem sıcaklık hem de yağış rejimi bakımından Karadeniz-Akdeniz arasındaki geçiş tipi özelliğini taşımaktadır. İlde büyük akarsular yoktur. Bununla beraber, plato düzlükleri içine gömülü akarsular, boylarına ve havzalarının genişliğine göre, oldukça bol su taşırlar.
Başlıcaları, ilin kuzeydoğu sınırında Ağva'da, Karadeniz'e dökülen Riva, Çanak Deresi, Anadolu Yakası'nda, boğaza karışan Küçüksu ve Göksu, Haliç'te son bulan Alibey ve Kâğıthane dereleri ile Terkos, Küçükçekmece ve Büyükçekmece göllerine karışan sulardır. Bu suların bazıları üzerinde, İstanbul kentinin su gereksiniminin bir bölümünü karşılayan barajlar kurulmuştur. Fakat bu bakımdan en büyük kaynak Terkos Gölü'dür.

İstanbul ili, nüfus sorunları ve yönetim yöreleri bakımından başka illere benzemeyen bazı özellikler taşır. 1980'de il genel nüfusu 4.741.890'dı. Bu nüfusun 2.909.455'i kentsel ve 1.832.445'i ise kırsal nüfustu. Ancak bu nüfus, günümüzde 9 milyonu aşmıştır. Fakat kentsel nüfusun son derece büyük bölümü, doğrudan doğruya İstanbul il merkezine aittir. İstanbul, Cumhuriyet döneminde en hızlı kalabalıklaşan illerden biridir. Bu hızlı artışın en önemli nedeni, il merkezi ve yakın çevresine yıllardan beri iç göçlerle Anadolu'nun her köşesinden akan nüfustur.

Ad:  TARİHİ YARIMADA.jpg
Gösterim: 428
Boyut:  144.7 KB
Bugün İstanbul'da yerleşmiş bulunan nüfusun yarıdan çoğu, doğum yeri itibariyle İstanbullu değildir. Örneğin İstanbul'da, Kastamonu ili merkezindeki nüfustan çok Kastamonu doğumlu, yine hemen hemen Sıvas il merkezinde yaşayanlar kadar Sıvas doğumlu insan yaşamaktadır. İç göçlerin başta gelen çekim merkezi olması, İstanbul'u bu toplumsal olayın derin etkisi altında bırakmaktadır. Kentin hızla ve anormal koşullar altında büyümesi ve çevresine doğru alabildiğine yayılması, gecekonduların durmadan artması, kentte her türlü belediye hizmetlerinin bu gidişe ayak uyduramayarak her gün daha yetersiz kalması bunun başlıca somut görüntüleridir. İlçelerinin çoğunluğu, İstanbul belediye sınırları içinde yer alır. Bu durum, Ankara ve diğer birkaç büyük il merkezinde de olduğu gibi, Türkiye'nin fazla nüfuslu kentlerine özgü bir niteliktir ve en belirli şeklini İstanbul'da bulur. İstanbul belediye sınırları içinde kalan ilçelerin bir bölümü, kentin merkezi yerindedir ve kırsal nüfusları yoktur. Kentin kenarlarında kalan bazı ilçelerin ise kırsal nüfusları vardır. Örneğin Galata Köprüsü'nün güney ucu ile Sultanhamamı, Sirkeci semtlerini ve Sarayburnu'nu içine alan Eminönü (alanı sadece 4 km2), onun batısında, yine Haliç kıyılarından Marmara'ya kadar inen Fatih (alanı 13 km2), Haliç'in karşı kıyısında Beyoğlu, boğaza açılan Beşiktaş ilçelerinin kırsal nüfusları yoktur. Kırsal nüfusları olan ilçelerde, kent nüfusu yine de ağır basar. Bu nedenle, dar anlamdaki İstanbul kenti, 17 km2 kadar bir alanda bulunduğu hâlde, geniş anlamdaki İstanbul'un yayılış alanı 300 km2'yi geçer. Nüfusun %90'dan fazlası İstanbul anakentinde toplanır.

1984'te çıkarılan Büyükşehir Belediyeleri Kanunu'yla İstanbul'da Büyükşehir belediyesi ve onunla bağlantılı olarak çalışacak ilçe belediyelerinden oluşan yeni bir yönetim yapısı kurulmuştur. İl topraklarında, yarıdan çoğu buğday olmak üzere, 224.000 ton kadar tahıl, 75.000 ton meyve ve 143.000 ton sebze üretilir; 150.000 baş koyun beslenir. Ayrıca, çoğu il merkezi yakınında, yoğun olarak sebzecilik, mandıracılık, tavukçuluk yapılan ve besi hayvanı üretilen çiftlikler de vardır. Fakat tarım alanındaki bu çalışmalar, bugün nüfusu 6 milyonu bulmuş olan ve bunun 5 milyona yakınının tarımsal üretimde hiç rolü bulunmayan kentsel nüfustan meydana gelen İstanbul ili, tüketiminin ancak çok küçük bir bölümünü karşılayabilir.

İstanbul, Türkiye'de endüstri, ticaret, ulaştırma gibi tarım dışı ekonomi sektörlerinin ağır bastığı tek ildir ve hammadde, özellikle besin maddelerinin çok büyük bölümünü dış ülkelerden ve Türkiye'nin öteki yörelerinden temin etmek zorundadır. Son yıllarda endüstri kuruluşlarının çoğu kent merkezinin uzağında, banliyöde, yeniden kurulup gelişen uydu kent yerleşmelerinde yer almaktadır. Kentin sıkışıklığını mümkün olabildiği kadar azaltmak amacını güden bu girişimler, son 30 yıldan beri İstanbul'u küçük, yer yer sürekli şeritler hâlinde endüstrileşmiş yerleşmelerden oluşan bir çember içine almaktadır. Bu nedenle ilin, tarım sektörü dışında kalan ekonomik etkinliğini doğrudan doğruya İstanbul il merkezi içinde ele almak zorunluğu vardır. Türkiye gayri safi millî hasılasının %20'den fazlası İstanbul'da yaratılmaktadır. Bu hasılanın %35'ten fazlası sanayide, %31'i ticarette, %10'u ulaşımda, %6'sı hizmetlerde, %3'ü devlet hizmetlerinde, %1'i tarım kesiminde gerçekleşmektedir.

İstanbul il merkezi, dünyanın en geniş kentlerinden biridir. Belediye sınırları içindeki genişliği kuzeyden güneye 25, doğudan batıya 30 km.ye varır. Bu kadar geniş bir alana yayılmış olan kentin merkezi, İstanbul Boğazı'nın Marmara'ya açılan güney kıyıları ile Haliç'in boğazla birleştiği güney bölümünün iki yakasıdır (Anadolu Yakası'nda Üsküdar ve KadıköyRumeli Yakası'nda Eminönü, Fatih, Beşiktaş, Beyoğlu, Eyüp ilçeleri). Kent, bu merkezden hemen her yöne doğru büyümüş ve büyümektedir. Boğazın iki yanına doğru (Anadolu Yakası'nda Kısıklı ve Ümraniye Rumeli Yakası'nda Mecidiyeköy-Levent, Etiler-Kâğıthane, Alibeyköy, Sağmalcılar-Gaziosmanpaşa) Marmara'nın Anadolu kıyıları boyunca, Kocaeli ili sınırına kadar (30 yıl öncesine kadar demiryolu boyunca sıralanan ve birbirinden geniş boşluklarla ayrılan Kızıltoprak, Göztepe, Erenköy, Bostancı, Maltepe, Cevizli, Kartal, Pendik gibi küçük yerleşmeler, bugün Ankara ekspres yolunu da içe doğru aşarak, gerideki tepelere doğru yayılan yoğun nüfuslu yerleşmeler hâline gelmiştir) ve Marmara'nın Trakya kıyıları boyunca (özellikle Bakırköy, Ataköy, Yeşilyurt, Küçükçekmece yöreleri) bir büyüme söz konusudur.

Yüzyıllar boyunca, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarının merkezi olan İstanbul, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin, Balkanlar'ın ve Önasya'nın en kalabalık, en önemli endüstri, ticaret ve kültür merkezidir. Türkiye ihracatının, özellikle de ithalatının en önemli kapısıdır. İthal mallarının en büyük satış ve dağıtım merkezidir. İstanbul, aynı zamanda birçok endüstrinin toplandığı bir merkezdir. 1973'te, Türkiye'de 10 ve daha fazla işçi çalıştıran büyük işyerlerinin sayısı (özel ve kamu kesimi) 6.000 kadardı ve bunun 2.500'ü İstanbul'da toplanmıştı. 1980'de ise, İstanbul imalat sanayi işyerlerinin %86'sı 10'dan az işçi çalıştıran işyerlerinden oluşuyordu.

Endüstrinin başlıca kolları, dokuma fabrikaları ve her türlü trikotaj; giyim eşyaları ve konfeksiyon; çimento; şişe-cam; alkollü içkiler; sigara; deri ve kösele; ayakkabı; kimyasal maddeler (özellikle kauçuk mamulleri, sentetik ve plastik eşyalar); madeni eşyalar dökümhaneler, gemi yapımı ve onarımı; basın ve yayındır. Türkiye'nin en önemli kültür ve sanat merkezi olan İstanbul'da üniversite ve yüksekokullar, birçok yayın ve basımevleri, uzun tarihî geçmişini sonsuzlaştıran birçok sanat yapıtları, dünyaca ünlü müzeler ve sanat galerileri vardır. Bütün bunlara eklenen dünyaca ünlü doğal güzelliği (Boğaz, Adalar) nedeniyle, Türkiye'nin en canlı turizm merkezidir.

Türkiye'ye gelen yabancı turist sayısının yarısı kadarının giriş kapısı (hava, deniz ve kara ulaşımıyla)İstanbul'dur. Bu sayıya iç turizm hareketleri de katılınca, İstanbul'un bu bakımdan önemi daha da belirir. İstanbul, Asya ve Avrupa kıtalarını birbirine bağlayan kara ve demiryollarının; Karadeniz'i Akdeniz'e birleştiren denizyolunun ve uluslararası havayollarının bir düğüm yeridir. Bu yollarda, ticarî eşya ve insan ulaştırması bakımından Balkanlar'ın ve Orta Doğu'nun en büyük merkezidir.

Avrupa'dan gelen karayolu, Haliç'i üç ve boğazı iki köprü ile aşar. Bu yollar ve köprüler üzerinden akan yoğun trafiğe ayrıca Sirkeci ve Harem arasındaki arabalı vapur seferleri de yardımcı olur. Demiryolları ulaşımını iki ana gar paylaşır Sirkeci ve Haydarpaşa. Bu iki gar arasında da yük vagonları taşıyan feribot seferleri yapılır.
Dış ve iç limanlardan doğruca İstanbul'a gelen gemiler, boğazdan transit geçenler ve yılda 100 milyondan fazla yolcu taşıyan kent içi seferleri, yoğun deniz ulaşımının göstergeleridir. 1999'da genişletilen uluslararası havalimanı Atatürk Hava Limanı'ndaki trafik hızla artmaktadır.
Taşıma ve ulaştırma işlerinde, Türkiye bütünü içinde bu derece büyük payı olan İstanbul kenti, öte yandan büyük bir trafik sıkışıklığı içindedir. Özellikle kent içi trafiğinde görülen bu sıkışıklık, kentin başlıca sorunlarından biridir.

İstanbul'un kuruluşuyla ilgili olarak bulunabilen en eski kalıntılar, Fikirtepe'de (Kadıköy) yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. Trakların Haliç dolaylarında, Fenikelilerin de bugünkü Kadıköy dolaylarında yerleştikleri bilinmektedir. Bazı kaynaklara göre, Yunanistan'ın Megara kentinden gelenler, bugünkü Sarayburnu'na yerleşerek İstanbul'un çekirdeğini oluşturmuşlardır. Yunan egemenliğinden sonra bir süre Roma egemenliğinde kalan kent, İ.S. 395 yılında Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti oldu. Hun İmparatoru Atilla, o dönemdeki adı Konstantinopolis olan kentin yakınlarına kadar geldi. 626'da Avar Türkleri, 668-669'da, 673-674'te ve 713-714'te Araplar, 813'te Bulgar Türkleri kenti kuşattılarsa da alamadılar. Daha sonra Peçenekler ve Selçuklular, kentin yakınlarına geldiler. IV. Haçlı Seferi sırasında, kent Lâtinlerin eline geçti. Bütün şehir yağmalandı, yakıldı ve yıkıldı. Sanat yapıtları ve kitaplar yok edildi. 1261'de Konstantinopolis tekrar Bizanslıların yönetimine girdi. 14. yüzyıl başlarında Osmanlılar, Rumeli ve Anadolu Yakası'nda, kentin çevresini ellerine geçirdiler. 1397'de Yıldırım Bayezit, 1411'de Musa Çelebi, 1422'de II. Murat, kenti almak için girişimde bulundular. Sonunda II. Mehmet (Fatih), 53 gün süren bir kuşatmadan sonra kenti aldı (29 Mayıs 1453) ve İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başkenti oldu. Osmanlı Devleti'nin merkezi olarak birçok toplumsal olaylara sahne olan kent, 1509'da ve 1894'te iki büyük deprem geçirerek hasar gördü. 16 Mart 1920'de, I. Dünya Savaşı'ndan galip çıkan devletler tarafından işgale uğradı. Kurtuluş Savaşı sonunda, 6 Ekim 1923'te işgalden kurtarıldı ve 13 Kasım 1923'te de başkent olma niteliğini kaybetti.

Galata
İstanbul'da, günümüzde "Karaköy" adıyla bilinen semt. Galata adının nereden geldiği konusunda kesin bir kanıt olmamasına karşın, bu konuda çeşitli görüşler vardır. Tüm eski Bizans kaynaklarında adı Galata olarak geçer. Burada genellikle Hristiyan azınlıklar yaşamışlardır. Rumlar buraya "Pera", yani "Karşıyaka, Geçit" adını vermişlerdir. Bizanslılar döneminde birçok kavimlerin ilgisini çeken ve bunlara konaklama yeri olan Galata, 1453'te Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u almasıyla Osmanlılara geçti. Önemli bir liman ve ticaret merkezi olma özelliğini her zaman için sürdürdü.

Cağaloğlu


İstanbul'da, Sirkeci'yle Çemberlitaş arasında semt. Adı, Cigalazade Yusuf Sinan Paşa'nın (1547-1605) bu semtte yaptırdığı saray ve hamamdan gelir. Babıâli (Osmanlı hükümeti) binaları burada bulunduğundan, Cağaloğlu semti Babıâli adıyla da anıldı. Cağaloğlu yakın tarihe kadar, İstanbul'da yayınevleri, gazete matbaaları ve merkezlerinin toplandığı bir basın-yayın merkeziydi. Ancak matbaaların ve basın-yayın kuruluşlarının taşınmasının ardından, ticaret ve turistik eşya satış merkezine dönüştü.


MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 31 Ekim 2016 16:18
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
18 Ekim 2012       Mesaj #15
perlina - avatarı
Ziyaretçi

İstanbulda Bulunan Tarihi Eserler



Ad:  istanbul.jpg
Gösterim: 672
Boyut:  33.9 KB
İstanbul’un hemen her köşesi tarihi ve turistik özelliklere sahiptir. Hepsini saymak, adeta mümkün değil gibidir. En önemlilerinden bazıları şunlardır:

Surlar: İstanbul’un meşhur surları tarihte dört defa yapılmıştır. Surlar üzerinde 400 kule, 500 kapı bulunuyordu. Kara surları 6800 m, Marmara surları 8000 m ve Haliç surları 5000 m idi. Langa, Davutpaşa, Samatya, Narlıkapı, Yaldızlı, Yedikule, Belgrat, Silivrikapı, Sıgma, Mevlevihane, Topkapı, Sulukule, Edirnekapı, Kostantin, Eğrikapı, Ayvansaray, Balat, Fener, Yenikapı, Aiya, Yeni Aya, Cibali, Ayazma, Zindan, Balıkpazarı ve Yeni Cami kapıları surların meşhur kapılarıdır. Marmara ve Haliç surlarının büyük kısmı yıkılmıştır. Kara surlarının yarısından fazlası yıkık vaziyettedir. Bir bölümü aslına uygun şekilde tamir ettirilmiştir.

Anadolu Hisarı: Boğaz’ın Anadolu yakasında Sultan Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Akça Hisar, Yeni Kale ve Güzelce Hisar isimleriyle anılmıştır. Boğazın bekçisi durumunda olup, üç ana kuleden ibarettir.

Rumeli Hisarı: Boğazın Rumeli yakasında Fatih Sultan Mehmed Han yaptırmıştır. Kendisi ve paşalar taş taşıyarak inşaatta çalıştılar. Hisarın planı Muhammed isminin yazılışı şeklindedir. 17 kulesi vardır. Yüksekliği 22 metredir. Sanat ve mimari bakımında şaheserdir.

Tekfur Sarayı: Edirnekapı, Kariye Camii yakınında olup, harabe halindedir. Bizans dönemine aittir.
Topkapı Sarayı: İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed Han tarafından yaptırılmaya başlandı. 1466’da başlanan sarayın inşaası, 1478’de bitirilmiştir. 699 dekar yer kaplayan sarayın çeşitli bölümleri vardır. Sarayın sahildeki saltanat kapısındaki kule ve önlerindeki toplar sebebiyle “Topkapı” denmiştir. (Bkz. Topkapı Sarayı)

Dolmabahçe Sarayı: On dokuzuncu asırda dünyada yapılan sarayların en meşhûrudur. Sarayın bulunduğu yer bir koy idi. Sultan Birinci Ahmed Han ile Sultan İkinciOsman Han devirlerinde bu koy doldurularak burada Çinili Köşk ismiyle bir kasr yaptırıldı. Daha sonra aynı yerde Sultan Üçüncü Selim tarafından Beşiktaş Sarayı yaptırıldı. Sultan Abdülmecid Han bu sarayı yıktırarak 1851’de Dolmabahçe Sarayını yaptırmaya başladı. Yapımı beş sene süren bu sarayda 200 oda ve 8 büyük salon vardır. Mermerleri, Marmara Adasından getirilmiştir. Osmanlı sultanlarının Bayezid ve Topkapı saraylarından sonra oturdukları üçüncü yerdir. (Bkz. Dolmabahçe Sarayı)

Çırağan Sarayı: Beşiktaş’ta deniz kıyısında Yıldız Parkının karşısındadır. Sultan Abdülaziz Han 1871’de yaptırmıştır. Mermer işçiliğiyle meşhur olan saray, 1910’da yanmıştır. Günümüzde restore edilmiş ve turistik otel olarak kullanılmaktadır.

Yıldız Sarayı: Beşiktaş’ta Yıldız Camiinin karşısındadır. Sultan Abdülaziz Han 1866’da yaptırmıştır. Çok geniş bir koruluğun içinde yer alan saray, çeşitli köşklerden meydana gelmiştir. Bayezid, Topkapı ve Dolmabahçe saraylarından sonra Osmanlı sultanlarının oturduğu dördüncü saraydır. Sekiz sultana mesken olan bu saray, bir sanat abidesidir. (Bkz. Yıldız Sarayı)

Beylerbeyi Sarayı: Boğaziçi’nin pırlantası olan bu saray Sultan Abdülaziz Han tarafından yaptırılmıştır. Sarayın doğu duvarları ve iç yapısı çok süslemelidir. Havuzlu salonu set biçiminde düzenlenmiş bahçesi ve değerli eşyaları ile meşhurdur. (Bkz. Beylerbeyi Sarayı)

İbrahim Paşa Sarayı: Kanûni Sultan Süleyman’ın eniştesi İbrahim Paşanın düğün hediyesi olarak verdiği bu saray, daha sonraları kışla ve okul olarak kullanılmıştır. Sultanahmed semtinde bulunan saray, son senelerde tamir edilip, Türk-İslam Eserleri Müzesi olmuştur.

Eyüp Sultan Camii ve külliyesi: Fatih Sultan Mehmed Hanın emriyle 1453-1459 yılları arasında Eshab-ı kiramdan Ebû Eyyûb el-Ensari’nin İstanbul’u şereflendiren kabr-i şerifinin yanında yaptırılmıştır. Külliye, cami, türbe, medrese, imaret ve çifte hamamdan meydana gelmektedir. Çeşitli zamanlarda tamir görmüştür. Senenin her gününde, bilhassa Ramazan ayında ziyaretçilerle dolup taşan, Türk milletince mukaddes tanınan bu türbe ve cami, yalnız İstanbul’un değil, Türkiye’nin hatta İslam dünyasının dini ziyaret merkezlerinden biridir.

Fatih Camii ve külliyesi: Fatih Sultan Mehmed Han tarafından 1463-1471 seneleri arasında yaptırılmıştır. Külliye; cami, medreseler, darüşşifa, tabhane, imaret, sıbyan mektebi, kitaplık, hamam, saraçlar çarşısı ve çeşitli türbelerden meydana gelmiştir. Fatih külliyesi, İstanbul Üniversitesinin ilk çekirdeğidir. Buradaki tetimme medreselerinde hazırlık dersleri görüldükten sonra, medresede yüksek tahsil yapılırdı. Klasik Osmanlı külliyelerinin öncüsüdür. Çeşitli zamanlarda tamir görmüştür. Kütüphanesinde Osmanlı devrine ait el yazma ve basma 10.000 eser vardır. Bu eserler bugün Süleymaniye Kütüphanesinde okuyucuya açıktır.

Mahmud Paşa Camii ve külliyesi: Mahmudpaşa semtinde sadrazam Mahmûd Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami, türbe, hamam, medrese, sıbyan mektebi, mahkeme, çarşı ve imaretten meydana gelmiştir. Çeşitli zamanlarda tamir gören külliyenin günümüze sadece cami, türbe, han, medresenin dersanesi ve hamamının bir bölümü ulaşmıştır.

Mihrimah Sultan Camii ve külliyesi: Edirnekapı’da Kanûni Sultan Süleyman Hanın kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami medrese, sıbyan mektebi, hamam, türbeden ve dükkanlardan meydana gelmiştir. 1894 zelzelesinde zarar görmüş ve tamir edilmiştir.

Sultan Selim Camii ve külliyesi: Haliç’e bakan bir tepe üzerinde 1522’de yapılmıştır. Cami inşaatını Yavuz Sultan Selim Han başlatmış, oğlu Kanûni Sultan Süleyman tamamlatmıştır. Külliye; cami, tabhane, imaret, sıbyan mektebi, hamam, türbe ve medreseden meydana gelmiştir. Medrese, imaret ve Ayşe Hatun türbesi yıkılmıştır. Diğer kısımları günümüze kadar gelmiştir. Caminin kıble istikametinde Yavuz Sultan Selim Hanın türbesi vardır.

Haseki Camii ve külliyesi: Aksaray’dan Silivrikapı’ya giden cadde üzerindedir. 1551’de Haseki Hurrem Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye; cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden meydana gelmiştir. Darüşşifa, dispanser olarak kullanılmaktadır. Sultan Birinci Ahmed 1612’de camiyi genişletmiştir.

Davûtpaşa Camii ve külliyesi: Davutpaşa semtindedir. 1485’te Fatih Sultan Mehmed Han ve Sultan İkinci Bayezid devri vezirlerinden Davud Paşa yaptırmıştır. Külliye, cami, medrese, türbe, imaret, sıbyan mektebi, mahkeme, çeşme ve hamamdan meydana gelmiştir. Medrese yıkık vaziyettedir. Zaviyeli camiler planındadır. 1984 zelzelesinde imaret, mahkeme ve mektep kısmı yıkılmıştır.

Kara Ahmed Paşa Camii ve külliyesi:
Topkapı’da, Kanûni Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından Kara Ahmed Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye, cami, medrese ve sıbyan mektebinden meydana gelmektedir. Medrese odaları U biçiminde caminin avlusunda dizilmiştir. Sıbyan mektebi caminin biraz uzağındadır.

İbrahim Paşa Camii ve külliyesi: Silivrikapı’da Sadrazam İbrahim Paşa tarafından 1551’de Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Geniş bir avlu içinde cami, türbe, sıbyan mektebi, hamam, şadırvan ve çeşmeden meydana gelmektedir. Kapılardaki ahşap geometrik geçme ve fildişi kakma işçiliği çok güzeldir. Şadırvan, cami, türbe, çeşme dışındaki kısım yıkılmıştır.

Hekimoğlu Ali Paşa Camii ve külliyesi: Davutpaşa semtinde, Hekimbaşı Nuh Efendinin oğlu ve Sultan Birinci Mahmûd Hanın sadrazamlarından Ali Paşa tarafından 1734’te yaptırılmıştır. Külliye, kütüphane, zaviye, türbe, sebil ve çeşmeden meydana gelmiştir. Devrinin güzel çinileri ile süslüdür. 1830’da tamir görmüştür.

Cerrahpaşa Camii ve külliyesi: Cerrahpaşa semtinde saray cerrahı iken sadrazam olan Mehmed Paşa tarafından 1593’te yaptırılmıştır. Mimarı Davûd Ağa’dır. Cami, medrese, türbe, hamam, çeşmeden meydana gelen külliyeden sadece hamam günümüze ulaşmamıştır. 1958-1960 arasında tamir görmüştür.

Amcazade Hüseyin Paşa Camii ve külliyesi: Fatih’te Saraçhane başında Amcazade Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Külliye cami, medrese, kütüphane, çeşme, dükkanlardan meydana gelmiştir. Medresenin önem kazandığı külliyelerin örneklerindendir. Bütün yapılar bir avlu duvarı içine alınmıştır.

Zal Mahmûd Paşa Camii ve külliyesi: Eyüp’te vezirlerden Zal Mahmûd Paşa ile eşi Şah Sultan tarafından 16. asır ortalarında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami, iki medrese, türbe ve çeşmeden meydana gelen küçük bir külliyedir. Planı değişik ve ilgi çekicidir.

Koca Mustafa Paşa Camii ve külliyesi: Cerrahpaşa semtindedir. Sultan İkinci Bayezid’in sadrazamı Koca Mustafa Paşa tarafından Haghios Andreas Kilisesi camiye çevrilerek kurulmuştur. Ekmekçizade Ahmed Paşa bazı ilaveler yaptırmıştır. Külliye, cami, tekke, şadırvan, medrese ve imaretten meydana gelmiştir.

Mihrimah Sultan Camii ve külliyesi:
Üsküdar iskele meydanındadır. İskele Camii de denir. Kanûni Sultan Süleyman Hanın kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye; cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, hamam, kervansaray, ambar, muvakkithane, çeşme ve türbeden meydana gelmektedir. Bunlardan cami, türbe, medrese, sıbyan mektebi, çeşme ve hamam sağlamdır. Medrese, sağlık merkezi; sıbyan mektebi ise çocuk kitaplığı olarak kullanılmaktadır.

Eski Valide Sultan Camii ve külliyesi:
Üsküdar Toptaşı’ndadır. Sultan İkinci Selim Hanın eşi ve Sultan Üçüncü Murad Hanın annesi Nurbanû Valide Sultan tarafından 1577-1583 arasında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye, cami, medrese, darüşşifa, kervansaray, tabhane, imaret ve darulkurradan meydana gelmiştir. Caminin içi çini ve tahta oymalarla süslüdür.

Şemsi Paşa Camii ve külliyesi:
Şemsipaşa semtinde, deniz kıyısındadır. Kanûni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden Şemsi Paşa, Mimar Sinan’a yaptırmıştır. Külliye, cami, türbe ve medreseden meydana gelmiştir. Medrese 1953’ten beri kütüphane olarak kullanılmaktadır.

Çinili Camii ve külliyesi:
Üsküdar’da Toptaşı semtindedir. Kösem Mahpeyker Sultan tarafından 1640’ta Mimar Kasım Ağaya yaptırılmıştır. Külliye; cami, medrese, sıbyan mektebi, çeşme, şadırvan, sebil, çifte hamam ve mezarlıktan meydana gelmiştir. Cami duvarları beyaz üstüne çeşitli renkte çiçek motifi çinilerle süslüdür.

Yeni Valide Camii ve külliyesi: Üsküdar iskelesi meydanının güneyindedir. 1708-1710 arasında Sultan Üçüncü Ahmed Hanın annesi Gülnuş Emetullah Sultan tarafından yaptırılmıştır. Külliye; cami, sıbyan mektebi, muvakkithane, imaret, çeşme, türbe ve dükkanlardan meydana gelmektedir. 1964’te tamir görmüştür.

Beylerbeyi Camii ve külliyesi:
Beylerbeyi iskelesinin ilerisinde, deniz kıyısındadır. Sultan Birinci Abdülhamid Han tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Mehmed Tahir Ağadır. Külliyesinde; cami, sıbyan mektebi, imaret, hamam, muvakkithane ve çeşme bulunmaktadır. Muvakkithane ve çeşme Sultan İkinci Mahmûd Han tarafından eklenmiştir. 1984’de geçirdiği yangın yüzünden caminin kubbesi çöktü. Eskisine uygun olarak yeniden tamir edildi. Diğer ismi Hamid-i Evvel Camiidir.

Süleymaniye Camii ve külliyesi:
Kanûni Sultan Süleyman Han tarafından 1549-1556 arasında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye; cami, dört medrese, türbeler, türbedar dairesi, darülhadis, darüttıp, darüşşifa, bimarhane, darülkurra, sıbyan mektebi, imaret, konukevi, han, hamam, kütüphane ve birçok dükkandan meydana gelmektedir. Cami dış görünüşü ve iç süslemeleri ile Türk mimarlık sanatının şaheseri ve dünyanın başta gelen bir sanat abidesidir. Kütüphanesinde bulunan 53.332 el yazma, 25.673 basma eser Cumhûriyet devri öncesine aittir. (Bkz. Süleymaniye Camii)

Şehzade Camii ve külliyesi:
Şehzadebaşı semtindedir. Kanûni Sultan Süleyman Han tarafından 22 yaşında ölen oğlu Şehzade Mehmed hatırası için 1543-1548 arasında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye; cami, medrese, imaret, tabhane, fırın ve türbeden meydana gelmiştir. Medrese, kız öğrenci yurdu, tabhane ise Vefa Lisesinin laboratuvarı olarak kullanılmaktadır.

Yeni Valide Camii ve külliyesi:
Eminönü meydanındadır. Sultan Üçüncü Mehmed’in annesi Safiye Sultanın emri ile 1597’de temelleri atılan caminin yapımıÜçüncü Mehmed Hanın ölümü üzerine elli sene durdu. Sultan Dördüncü Mehmed Hanın annesi Hadice Turhan Sultan tamamlattı ve 1633’te ibadete açıldı. Külliye; cami, hünkarkasrı, darülkurra, sıbyan mektebi, arasta, sebil, çeşme ve kütüphaneden meydana gelmiştir. Hünkarkasrı günümüzde müze olarak kullanılmaktadır.

Sultan Ahmed Camii ve külliyesi:
Sultan Ahmed meydanında, Sultan Birinci Ahmed Han tarafından 1609-1616 arasında Mimar Sedefkar Mehmed Ağaya yaptırılmıştır. Külliye; cami, hünkarkasrı, sıbyan mektepleri, medrese, arasta, darüşşifa, tabhane, imaret ve türbelerden meydana gelmektedir. Caminin içi 21.043 çini ile süslüdür. Batılılar bu camiye, Mavi Cami demektedirler. Altı minaresi vardır. (Bkz. Sultan Ahmed Camii)

Bayezid Camii ve külliyesi:
Bayezid Meydanında Sultan İkinci Bayezid tarafından 1501-1506 arasında yaptırılmıştır. Külliye; cami, mektep, türbeler, tabhane, kervansaray, medrese ve hamamdan ibarettir. Günümüzde medrese, Belediye Kitaplığı, imaret, Bayezid Devlet Kitaplığı olarak kullanılmaktadır. Kütüphanesinde 240.500 basma ve 10.698 el yazması eser vardır.

Nûruosmaniye Camii ve külliyesi: Kapalıçarşı’nın kuzeyindedir. Külliyenin inşasına Birinci Mahmûd Han başlamış, 1755’te Üçüncü Osman devrinde tamamlanmıştır. Külliye; cami, medrese, imaret, kütüphane, sebil, çeşme ve dükkanlardan meydana gelmiştir. Asıl adı Nûr-ı Osmani’dir. Kütüphanesinde 10.000 el yazması ve 6000 basma eser vardır.

Ad:  İSTANBUL.jpg
Gösterim: 501
Boyut:  33.9 KB
Laleli Camii ve külliyesi: Laleli semtinde, Ordu Caddesi üzerindedir. Sultan Üçüncü Mustafa Han tarafından 1759-1763 arasında Mimar Mehmed Tahir Ağaya yaptırılmıştır. Barok üslûbunda yapılmış olan külliye; cami, sebil, türbe, mumhane, sipahiler hanı, çarşı, çeşme ve muvakkıthaneden meydana gelmiştir. Medrese günümüze ulaşmamıştır.

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii ve külliyesi:
Çarşıkapı’dadır. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa külliyesinin inşaatını 1681’de başlatmıştır. 1690’da oğlu Damad Ali Paşa tarafından tamamlanmıştır. Külliye; cami, medrese, sıbyan mektebi, sebil ve türbeden meydana gelmektedir. Taş işçiliği, oymacılık ve dökümcülük sanatı bakımından şaheserdir. Külliye 1960’da tamir edilmiştir.

Sokullu Mehmed Paşa Camii ve külliyesi: Sultan Ahmed Meydanının alt yanındadır. Sadrazam Mehmed Paşa adına hanımı İsmihan Sultan tarafından 1572’de Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye; medrese, cami, tekke ve şadırvandan meydana gelmektedir. Orta kapısı, mihrabı ve minber kapısı üstlerinde birer Hacer-ül-Esved taşı parçaları vardır.

Atik Ali Paşa Camii ve külliyesi:
Çemberlitaş’ta Sultan İkinci Bayezid’in sadrazamlarından Ali Paşa 1497’de yaptırmıştır. Külliye; cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, türbe, çeşme ve elçi hanından meydana gelmektedir. Elçi hanı ve imaret yıkılmış, medrese ilk yapıldığı şeklini kaybetmiştir.

Köprülü Mehmed Paşa Camii ve külliyesi:
Divanyolu’nda Sadrazam Köprülü Mehmed Paşa tarafından 1661’de yaptırılmıştır. Külliye; cami, medrese, türbe, çeşme, sebil, kitaplık, han ve dükkanlardan meydana gelmekte olup, geniş bir yer kaplamaktadır.

Kılıç Ali Paşa Camii ve külliyesi: Tophane Meydanında donanma komutanı Kılıç Ali Paşa tarafından 1580’de Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami, medrese, hamam, türbe ve sebilden meydana gelen külliye çeşitli zamanlarda tamir görmüştür. Medrese kısmı Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından kullanılmaktadır.

Çorlulu Ali Paşa Camii ve külliyesi:
Çarşıkapı’da Divanyolu Caddesi üzerindedir. 1708’de Çorlulu Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Külliye; medrese, cami, kütüphane ve şadırvandan meydana gelmiştir. Külliyenin mimarisi ve kalem işlerinde Barok üslûbunun etkisi görülür.

Damad İbrahim Paşa Camii ve külliyesi: Şehzadebaşı’nda Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından 1720’de yaptırılmıştır. Külliye; cami, medrese, sebil, kütüphane ve mezarlıktan meydana gelmektedir. Külliyenin kalem işi süslemeleri Lale Devri özelliklerini göstermektedir.

Ayasofya Camii ve külliyesi: Bizanslılar devrinde M.S. 326 veya 360 senesinde yapılan ve 4 defa yenilenen Ayasofya kilisesi İstanbul’un fethi üzerine camiye çevrilmiştir. Mihrap, minber, 4 minare, imaret, medrese, sıbyan mektebi, muvakkıthane, şadırvan, mahfil, türbeler, kütüphane, sebiller, top kandilleri, saltanat kapısı ilave edilerek, külliye meydana getirilmiştir. 1935’te müze haline getirilen cami, halen müze olarak kullanılmaktadır. Kütüphanesinde 5275 eski eser vardır.

Hırka-ı Şerif Camii:
Fatih Atikali semtindedir. Sultan Abdülmecid Han tarafından 1850’de yaptırılmıştır. Planı, Peygamber efendimizin, Veysel Karani hazretlerine hediye ettiği mübarek Hırka-i şeriflerinin ziyaretine ve muhafazasına uygun olarak yapılmıştır. Mihrap ve minber al somaki mermerdendir.

Aziz Mahmûd Hüdayi Camii: Üsküdar’da Hüdai sokağındadır. 1855’te Sultan Abdülmecid Han tarafından yaptırılmıştır. Yanında büyük alim Aziz Mahmûd Hüdayi hazretlerinin ve yakınlarının türbe ve kabirleri vardır.

Selimiye Camii: Selimiye kışlası karşısındadır. Sultan Üçüncü Selim Han tarafından 1803’te yaptırılmıştır. Caminin içi mermer, ağaç oyma ve nakış işçiliği bakımından zengindir. Yanında okul, muvakkıthane ve hamam vardır.

Rüstem Paşa Camii: Eminönü’nde Hasırcılar Çarşısında sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1560’ta Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Altında 16 dükkan bulunan cami, Osmanlı çini mimarisinin en zengin örneklerindendir.

Hamidiye (Yıldız) Camii:
Beşiktaş’ta Yıldız Sarayı yakınında Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından 1886’da yaptırılmıştır. Planını ve süslemelerinden bir bölümünü sultan bizzat kendisi yapmıştır. İkinci Abdülhamid Han, Cuma namazlarını ve bayram namazlarını burada kılar ve muayede denilen bayramlaşma burada yapılırdı.

Dolmabahçe Camii:
Dolmabahçe Sarayının yan tarafında Bezm-i Âlem Valide Sultan tarafından yapımı başlatılmış, 1852’de Sultan Abdülmecid Han tarafından tamamlanmıştır. Cami ampir ve barok mimarisinin karışımıdır. Aşırı süslemesi ile ilgi çekmektedir.

Ortaköy (Büyük Mecidiye) Camii:
Ortaköy İskelesi yakınındadır. Sultan Abdülmecid Han tarafından 1853’te yaptırılmıştır. Çeşitli zamanlarda tamir görmüştür. Barok mimari tarzına göre yapılmıştır.

Teşvikiye Camii: Şişli Teşvikiye’de Sultan Abdülmecid Han tarafından 1854’te yaptırılmıştır. Son devir Osmanlı mimari özelliklerini taşıyan caminin tavanı renkli nakışlarla süslüdür.

Nusretiye Camii: Tophane’de Sultan İkinci Mahmûd Han tarafından 1826’da imar ettirilmiştir. Bu caminin yerinde Sultan Üçüncü Selim’in yaptırdığı Tophane-i amire Arabacılar Kışlası Camii vardı. Bu cami yanınca yerine Nusretiye Camii inşa edilmiştir. Cami, Barok üslûba göre yapılmıştır. Caminin iç duvarlarındaki Amme sûresini meşhur hattat Rakım Efendi yazmıştır. 1955-1958 arasında tamir görmüştür.

Valide Camii:
Aksaray’da Sultan Abdülaziz Hanın annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından 1869-1871 arasında yaptırılmıştır. Camide gotik, klasik ve Hint mimari üsluplarının tesiri görülür.

Emirgan Camii: Boğaziçi’nde Emirgan semtindedir. Sultan Birinci Abdülhamid Han tarafından 1782’de yaptırılmıştır. Caminin yanında Hünkar Dairesi bulunmaktadır. Köşesindeki muvakkıthane, Sultan Abdülmecid Han tarafından yaptırılmıştır.

Arap Camii: İstanbul’un fethi için 714’te gelen hazret-i Mesleme tarafından Beyoğlu semtinde Haliç kenarında yaptırılmıştır. Emevi ordusu Şam’a geri dönünce, Dominiken rahipleri burasını kilise haline getirdiler ise de, Dördüncü Murad Han zamanında tekrar camiye çevrilmiştir. Sultan Birinci Mahmûd Hanın annesi Saliha Sultan, bu camiye şadırvan ve ilaveler yaptırmıştır.

Bali Paşa Camii: Fatih’te Bali Paşa Caddesi üzerindedir. 1504’te İkinci Bayezid Hanın kızı Hüma Hatun tarafından eşi Sadrazam Bali Paşa adına yaptırılmıştır. 1894 zelzelesinde çöken kubbesi 1939’da Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tekrar yaptırılmıştır. Tek şerefeli minaresi sağdadır. Kesme taştandır.

Ağa Camii:
Beyoğlu İstiklal Caddesi üzerinde olup, 1597’de Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Tek kubbeli olan caminin saçakları işlemelidir. İç duvarlar mavi, pencere içleri yeşil Kütahya çinileriyle kaplıdır. Mihrabı taştan, minberi ise oymalı tahtadır.

Cihangir Camii: Fındıklı sırtlarında Boğaz’a nazır bir tepe üzerindedir. Kanûni Sultan Süleyman tarafından oğlu Şehzade Cihangir adına 1559’da Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Altı yangın geçiren cami, 1889’da İkinci Abdülhamid Han tarafından yeniden yaptırılmıştır. İki minaresi olan cami barok uslûbundadır.

Fındıklı Camii: Fındıklı’da deniz kıyısında İstanbul kadısı Molla Mehmed Çelebi tarafından 1589’da Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Sanat değeri çok yüksektir.

İskender Paşa Camii: Fatih’te Sofular Mahallesindedir. Sultan İkinci Bayezid Hanın vezirlerinden İskender Paşa tarafından 1505’te yaptırılmıştır. Çeşitli dönemlerde tamir görmüştür. Terkim Mescidi de denir.

Ayazma Camii: Üsküdar’da Kızkulesi karşısında tepe üzerinde Sultan Üçüncü Mustafa Han tarafından 1760’ta yaptırılmıştır. Hünkar mahfilinin duvarları İtalyan çinileri ile kaplıdır. Bahçesinde birçok kabir vardır.

Mümin gönüllerinin feyz alıp huzur bulduğu İstanbul camileri yerli ve yabancı ressamlar ile fotoğrafçılara da en nefis manzaraları sunmaktadır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 3 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 29 Ekim 2016 19:54
_EKSELANS_ - avatarı
_EKSELANS_
Kayıtlı Üye
23 Şubat 2013       Mesaj #16
_EKSELANS_ - avatarı
Kayıtlı Üye

İstanbul Semtlerinin Adlarının Hikayesi


AHIRKAPI
Osmanlı döneminde sarayın has ahırları burada bulunmuş, sonrasında da ahırların yeri değişmeyince semtin ismi Ahırkapı olarak günümüze gelmiştir.

AKARETLER
Semt ismini Sultan Abdulaziz'in yaptırmak istediği fakat II. Abdülhamit'e nasip olan vakıftan almaktadır. Vakıf Aziziye Camii'nin giderlerini karşılamak üzere kurulmuştur

AKSARAY
Fatih Sultan Mehmet'in sadrazamı Konya'nın Aksaray ilçesini ele geçirince burada yaşayan insanları bugünkü Aksaray olarak bildiğimiz semte yerleştirmiştir. Bu nedenle semtin adı Aksaray olarak kalmıştır.

AYAZAĞA

Yeniçeri ketudası Ayas Paşa'nın burada bir çiftliği bulunmaktaydı. Bu nedenle bölgeye Ayasağa denmiş, zamanla da Ayazağa'ya dönüşmüştür.

BEŞİKTAŞ
Adını nereden aldığına dair bir çok rivayet bulunan semtlerden biri de Beşiktaş'tır. Fakat bilinen ve en yüksek ihtimalli rivayet ise, semtin adının Barbaros Hayrettin Paşa'nın gemileri bağlamak için limana diktirdiği beş taştan dolayı günümüze kadar değişerek gelmiş olduğudur.

BEYLERBEYİ
Mehmet Paşa'nın bu semtte bulunan yalısı bölgeye adını vermiştir. Mehmet Paşa, III. Murat dönemi beylerbeyinden biridir.

BEYOĞLU
İsmini, mahlası Beyoğlu olan Venedik elçisinden almaktadır. Venedik elçisi Kanuni Sultan Süleyman döneminde burada yaşamış, bölgeye adını vermiştir.

BOYACIKÖY
19. yüzyıl başlarında Kırklareli'den bir çok aile buraya getirildiği ve bu ailelerin aba, çul boyamada usta oldukları bilinmektedir. Bu nedenle semtin adı Boyacıköy olarak kalmıştır.

CAĞALOĞLU
Cağaloğlu Sinan Paşa'nın bu semtteki sarayından ve yaptırmış olduğu camiden dolayı semt Cağaloğlu ismini almıştır. Cağaloğlu Sinan Paşa Osmanlı sadrazamıdır ve 16. yüzyılda yaşamıştır

CİBALİ
Semt Cebe Ali Bey adlı komutandan ismini almıştır. Cebe Ali Bey İstanbul fethine katılan komutanlardan birisidir. Semtin ismi zamanla dönüşerek Cibali olmuştur.

CİHANGİR
Semt Kanuni Sultan Süleyman'ın en küçük oğlu Şehzade Cihangir'den ismini almıştır. Şehzade Cihangir erken yaşta vefat etmiştir ve Mimar Sinan'ın semtte yaptığı caminin avlusunda kabri bulunmaktadır.

ÇEKMECELER
Çekmeceler Büyükçekmece ve Küçükçekmece isimleriyle anılır. Bu ismi almasının ilginç bir hikayesi vardır. Göllerin kenarına konumlanmış olan semtte, Anadolu'yu batıya bağlayan yol üzerinde bulunan boğazları geçmek için bir sistem oluşturulmuştur. Boğazın iki yakasından sahile çakılı kazıklara bağlı halatlar gerilmeye ve bu halatlar sal üzerinden çekilerek karşıya geçmeye başlanılmıştır. Bu nedenle ismi Çekmece olarak kalmıştır.

DOLMABAHÇE
Osmanlı döneminde Kaptanı Derya Halil Paşa buradaki koyu doldurmakla görevlendirilmiştir. Eskiden Hünkar Bahçesi adıyla anılsa da asıl anlamını andıran Dolmabahçe ismi, daha sonraları kullanılmaya başlanmıştır.

EYÜP
Ebu Eyyub El Ensari isminde bir İslam zatı kentin Araplar tarafından kuşatılması sırasında ölünce kabrinin bulunduğu yere cami ve türbe yapılmıştır. Caminin ismi semt ismi olarak kalmıştır.

FATİH
Semt, adını Fevzipaşa Caddesi'nde bulunan Fatih Külliyesi'nden almıştır.

FENER
Hristiyanlarca inanılan Aziz Nikola kilisesi bu semtte yer alır. İnanışa göre Aziz Nikola denizcilerin koruyucusu olarak bilinir. Bu nedenle semte onlara yardım eden, ışık olan anlamında Panarion adı verilse de zamanla Fener olarak anılmaya başlanmıştır.

GALATA
Bizans döneminde Haliç'in denetimi için surlar üzerine büyük bir burç inşa edilmiştir. Galaton adıyla anılan bu burç zamanla Galata adına dönüşmüş ve semte ismini vermiştir.

GEDİKPAŞA
İsmini Gedik Ahmet Paşa'nın türbesinden, cami ve külliyelerin bu semtte bulunmasından dolayı almıştır. Gedik Ahmet Paşa Fatih Sultan Mehmet'in sadrazamlarındandır.

HAREM
III. Murat döneminde saray hanımlarına ayrılmış Harem-i Hümayun Kasrı bulunuyordu. Saray eşrafından olan hanımlar karşı yakaya geçtiklerinde sandallarının yanaşması için bir liman yapılmıştı. Ve Harem ismi bu nedenle Harem-i Hümayun Kasrı'nın çevresinde konumlanmış semte verilmişti.

HASKÖY
İsmi Fatih Sultan Mehmet tarafından verilmiştir. Kuşatma sırasında padişah otağını buraya kurduğu için buraya özel anlamına gelen Has adını vermiş, zamanla da Hasköy denilerek günümüze kadar gelmiştir.

HAYDARPAŞA
III. Selim sadrazamı Haydar Paşa'ya ait geniş bir arazi bulunduğu için semt bu adı almıştır.

KADIKÖY
Çok köklü bir geçmişe sahip olan semt, fetih sırasında Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul Kadısı'nı buraya yerleştirmesiyle Kadıköy ismini almıştır.

KANDİLLİ
Burada bulunan köşkte IV. Murat'ın şehzadesi Mehmet'in doğumu üzerine 7 gece boyunca yakılan kandiller nedeniyle bu ismi almıştır.

KAZLIÇEŞME
İstanbul'un fethi sırasında su sıkıntısı çekilmekteydi ve uçuşan kazların peşinden gidilerek su kaynağına ulaşıldı. Bu nedenle semtin adı Kazlıçeşme olarak anılmaya başlandı.

KURTULUŞ
Birçok Rum ve İtalyanın yaşadığı bu semt Osmanlı döneminde ihtiyar heyeti tarafından yönetiliyordu. Fakat bu sistem Cumhuriyet döneminde kaldırıldı ve bölge özerkliğini kazanınca Kurtuluş ismi semt adı olarak benimsendi.

OKMEYDANI
Fatih Sultan Mehmet'in otağını kurduğu bu bölgeye Okçular Tekkesi yaptırmasıyla semt adını almış, zamanla Okmeydanı'na dönüşmüştür.

RUMELİ HİSARI
Fatih Sultan Mehmet tarafından 1452 yılında buraya yaptırılan kale semte bugünkü adını vermiştir.

SARAYBURNU

Osmanlı döneminde yapılan Topkapı Sarayı'nın bu semt sınırları içerisinde yer alıyor olması nedeniyle Sarayburnu adı uygun görülmüştür.

ŞİŞLİ
Semte ismini şiş yapımında usta, köklü bir aile vermiştir. Bu ailenin konağının da yer aldığı semtin adı Şişli olarak kalmıştır.

TOPHANE
Osmanlı döneminde yapılan ve geliştirilen ünlü top dökümhanesi bu semtte yer aldığından dolayı semt Tophane ismiyle anılmaya başlanmıştır.

VEFA

Şeyh Vefa Efendi'nin semte yaptırmış olduğu külliye dolayısıyla kendi ismiyle anılmaya başlanmıştır. Şeyh Vefa Efendi II. Beyazıt döneminin büyük mutasavvıflarındandı.

ZEYREK

İsmini Zeyrek Mehmet Efendi'den alır. Zeyrek Mehmet Efendi Bizans döneminden kalan, kiliseyken camiye dönüştürülen Pantakrator'un ilk müderrislerindendi
Son düzenleyen Safi; 29 Ekim 2016 19:56
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
29 Ekim 2016       Mesaj #17
perlina - avatarı
Ziyaretçi

Sanayi Çağında İstanbul


İstanbul miladın 4. yüzyılından beri hakkıyla metropolis mundi konumundadır. Kentin yaşam biçiminde/fizik doku ve mekan organizasyonunda Bizans ve Osmanlı dönemlerinde büyük değişiklik olduğunu söylemek güçtür. İstanbul iki uygarlığının birbirine benzeşmesini ve özgün renklerini sergilemekle 16. yüzyılı bir caput mundi olarak yaşadı. Ancak 18. ve özellikle 19. yüzyılda yaşam biçimi ve fizik yapısında temel değişmeler görüldü. İstanbul endüstri çağının etkileriyle mücadeleye başlamıştı.

Kentin geleneksel yerleşme düzenindeki değişmenin ilk belirtileri 18. yüzyılda meydana gelmeye başladı. Gerçekte ülkenin ekonomik yapısında köklü değişiklikler meydana gelmemekle birlikte, yönetici sınıfın elinde toplanan servetler gösterişli tüketimini arttırmaktaydı. Diğer yandan Karadeniz`in ulaşımını ellerine geçiren armatör Fenerli Rumlar ile İstanbul`daki elçilik heyetleri 18. yüzyılda Beyoğlu ve Boğaziçi`nin bazı köylerinde göze çarpan yeni bir yaşam biçimi yaratmışlardı.
Bu durumda gerçek anlamda olmasa bile bir sayfiye yaşamı ortaya çıkmıştır. Kağıthane`deki eski bostanlar, kasır ve bahçelerle süslenmeye başlandı.

Ad:  Istanbul-Levent-Gece-Gorunus-1.jpg
Gösterim: 949
Boyut:  161.6 KB
Boğaz`ın eski münzevi köylerinde birbiri ardından yalı, köşk ve bahçeler kuruluyordu. Yoksul balıkçı köyleri olan Yeniköy ve Tarabya zengin Rum armatörlerin yalılarıyla süslenmeye başlandı (Burası 19. yüzyılda tam bir banliyö haline gelecektir). Bu armatörler birkaç gemi sahibi olup, Tuna`daki ve Karadeniz`de, Kırım`daki limanlar arasında narenciye, odun, tahıl taşımacılığı yapıyorlardı. En ünlü armatör ailelerinden biri İpsilanti`ydi. İpsilanti Yalısı 19. yüzyılda Fransa`nın yazlık büyükelçiliği oldu. Boğaz`da Kuzguncuk, Beylerbeyi, Ortaköy, Kandilli gibi semtler benzer yalıların yapıldığı merkezlerdi. Buralardaki etnik kompozisyon da daha karışık bir görünüm aldı. Yani İstanbul 18. yüzyılda gerçek anlamda banliyölere sahip değilse de bu gösterişçi tüketimin mevsimlik eğlence ve sayfiye ünitelerinin doğuşuna neden olduğu görülüyor.
Diğer yandan Kağıthane`de bir kağıt fabrikası, aynı bölgede mühendishaneler (okul), kentin dışında da modern kışlalar (Selimiye) yapılmaya başlandı. Haliç`te baruthane ve gemi tezgahları yapıldı. Bu barok çağ endüstrisi İstanbul`un doğal çevre ve eski mimari dokusunu tahrip eden ilk kirlenme olayıdır.

18. yüzyılın asıl olgusu, Anadolu`dan kopup gelen bekar erkelerin ve hatta ailelerin büyük kenti yığın yığın doldurmasıdır. Bu olgu nedeniyle; iş bölgelerinde bekarların yaşadığı geniş sefalet yuvaları, Eyüp, Kasımpaşa ve Üsküdar`da ise gecekondulaşmanın ilk işaretleri doğmaya başladı. Meknasal yapıdaki temel değişmeler, yani banliyölerin, küçük gecekondu ve slum (sefalet mahallesi) bölgelerinin doğuşu, 19. yüzyıldaki moderneleşme ile başlayan bir süreçtir.

19. YÜZYILDA İSTANBUL`UN MODERNLEŞMESİ


19. yüzyılda dünya önceki çağlara göre hızlı bir değişim yaşıyordu. Bu değişim Balkanlar ve Ortadoğu`nun metropolü olan İstanbul`da da kendini gösterdi. Bin yıldır dünya ekonomisinin ve kültürünün merkezlerinden biri olmasına karşın İstanbul önemli bir yapısal değişme geçirmemişti. Şimdi ise metropol İstanbul yaşadığı çağa ayak uydurmaktadır. Bu gelişimi kentin kurumlarında, artan nüfus ve büyüyen yüzölçümünde, hepsinden önce yeniden biçimlenen fiziksel yapısında izlemek mümkündür. Yıkım kadar bir rönesans da görülüyor.

Bu değişmeyi kentin mekan düzenin etkileyen şu öğelerin ortaya çıkışıyla açıklayabiliriz; a) gecekondulaşma b) banliyölerin doğuşu c) daha önce kentle bütünleşmemiş semtlerin kent merkeziyle organik bir bütünleşmeye gitmesi ki, bunda kent içi ulaşımın modernleşmesi de büyük rol oynamaktadır.

Bütün bu özelliklere karşın 19. yüzyıl İstanbul`u halen çağdaş metropollerin düzeyinde değildi. Ama İstanbul bu dönemde, önceki çağlarda görülmeyen bir nüfus artışını yaşadı. 1829`daki ilk sayımda 359 bin olarak saptana nüfus, 1918`de 700 bine ulaşmıştı. Bu artışın 16-18. yüzyıllardaki gibi bekar, işsiz ve tek tük ailelerden çok, ailece yapılan göçlerden, özellikle, imparatorluğun Avrupa eyaletlerini kaybetmesi üzerine Rumeli eyaletlerinden yapılan göçlerden ileri geldiğini göz önüne almak gerekir.
Diğer yandan İstanbul; Beyrut, Selanik, yani bütün Doğu Akdeniz limanları gibi 19. yüzyılda Atlantik endüstri bölgesinin ilgi ve kayıt alanına girmişti. Bu kentler Avrupa için artık yalnızca ticaret limanları olmaktan öte; yerleştirilen, antrepo ve tesis kurulan, hinterlandlarının ürünlerinin işlenip nakledileceği merkezler, durumuna gelmişti. Söz konusu kentler arasında özellikle İstanbul; artık Batılı tüccar, komisyoncu, inşaatçı ve bankerlerden meydana gelen bir kalabalığın yaşayacağı kent olmuştur. Yalnız bu kadar mı? Eğlence ve fuhuş yanında kentte dolaşan uluslararası serseriler, gemiciler özellikle Pera`nın güvenlik sorununu arttırdı. Devletin resmi tarihçisi Ahmed Lütfi Efendi; Pera`da genelev, bar vb. gibi yerlere izin verildiği için hükümeti ve semt halkını ahlaken gevşek olmakla suçluyordu. Türk karakollarının yanında yabancı devletler de kendi uyruklarından olan gemici ve benzerinin suç işleyenlerini hapsetmek için karakol kurdular.

Diğer bir gelişme; ülkedeki demiryolu, denizyolu gibi ulaşım ağlarına bağlı olarak ortaya çıktı. İstasyon ve liman tesisleri; uzun mesafe ulaşımı kadar, kentsel ulaşım da değiştirdi. Kentin dokusundaki ve mekan organizasyonundaki değişmeleri hızlandırdı. Gerçi 19. yüzyılda hızlı bir endüstrileşme görülmüyor, İstanbul`u dış dünya ile yaptığı ticaret değiştiriyordu. ilk kurulan Hotel Angleterre`i diğerleri izledi. Artık kente gezginler geliyordu. Şık bir otel olan Pera Palas, zengin bankerlerin saraylarının yer aldığı semtte Tepebaşı`nda yapıldı. Burada kentin ilk parklarından biri ve tiyatrolar da yer aldı. Pera (Beyoğlu), Doğu imparatorluğunun başkentinin Avrupa`ya açılan penceresiydi.

a) Merkezi yönetim bölgesi: 19. yüzyılda bürokrasinin modernleştiği, birçok yönetim organının kurumsallaştığı görülüyor. Sadaret`ten (Başbakanlık) başka kurulan nezaretler (bakanlık) artık yönetim ve iş bölgesini meydana getiriyor. Saray, modern kentlerdeki gibi merkez bölgenin dışına taşınmıştır (önce Dolmabahçe, sonra Yıldız). Yönetim bölgesinde ve diğer kısımlarda sokak ve yol yapımı artıyor. 19. yüzyılda kagir bina yapımının teşvik edildiği görülüyor. Bütün bu değişim, en başta modern belediye yönetimlerinin kuruluş ve faaliyetini gerekli kılmıştı.

b) İş bölgesinde değişmeler, çift merkezli metropolün ortaya çıkışı: Değişen ticaret yapı, modern anlamdaki uzmanlaşma, daha çok dış dünya ile ilişkilerin yoğunlaştığı Galata ve Beyoğlu`nda görülmektedir. Ticarethane, büyük mağaza ve bankalar burada gelişmişti. Özellikle Karaköy`ün canlı bir merkezi iş bölgesi olması ve Beyoğlu`ndaki konut bölgesiyle ilişkisinin yoğunlaşması, Avrupa`nın ilk metrolarından birinin burada faaliyete geçmesini gerektirmiş ve 10 Haziran 1869`da "Tünel" işletmeye açılmıştı. İş ve konut bölgeleri arasındaki bu yoğun trafik; tramvay işletmesinin kurulması, yolların açılması ve genişletilmesi gibi çalışmaları gerektirdi. Özellikle iş bölgesinde, Beyoğlu tarafında bir uzmanlaşmanın mekana yansıdığını görüyoruz. İstanbul`da eski çarşılar büyük ölçüde devam ederken, burada mağazalar, ticarethane ve depolama faaliyetleri belli alanlarda toplanmaya başladı. Böylece İstanbul 19. yüzyılda iki merkezli bir metropol olmuş; bu, konut alanında ve kentin çevresinde de etkisini gösteren ikili bir yapıyı doğurmuştur. Gene Beyoğlu bölgesindeki geçiş bölgesi İstanbul`a göre daha belirgin özellikler taşıyordu. Beyoğlu`nun Yüksekkaldırım, Asmalımescit gibi semtleri, ucuz otel, pansiyon ve lokantaların toplandığı, suç potansiyeli yüksek bir bölge olarak ortaya çıktı.

c) Konut bölgesi: Konut bölgesinde İstanbul yakasında büyük değişmeler görülmezken Beyoğlu tarafında hızlı bir değişme göze çarpmaktaydı. Her şeyden önce Beyoğlu konut bölgesinde mimari bakımdan bitişik düzen binalar, kagir yapılar artıyor; etnik yönden karışma ve sosyal sınıflaşmaya göre bir mekansal biçimlenme göze çarpıyordu. Konut alanı Beyoğlu`nda genişlemiş; o döneme kadar kent sınırları dışı ve mezarlık olan yerlerini bile kapsamaya başlamıştı. Örneğin bugünkü Taksim Gezisi önceleri Latin mezarlığıyken bu mezarlık Feriköy`e
Ad:  İSTANBUL.jpg
Gösterim: 543
Boyut:  62.4 KB
nakledilmişti ve Taksim yeni bir konut alanına dönüştü. Gene park vb. gibi kamusal eğlence alanları kuruluyordu. (ör. Tepebaşı bahçesi) 20. yüzyıl başında apartman yaşamı bu bölgede tipik hale gelecektir. Usta ve mimarlar büyük ölçüde İtalya`dan göçenlerden oluşuyordu ve İstanbul, ünlü yazar Edmondo de Amicis`in de dediği gibi, kendine özgü karışık bir İtalyanca`nın doğup yaşadığı bir kent olmuştu. Bu modern yaşam ve yerleşme kalıpları; ulaşım, sağlık, itfaiye gibi belediye hizmetlerinin de Beyoğlu yakasında mükemmelleştirilmesini gerektirdi. Buna karşılık İstanbul yakasında bu konuda değişmeler yavaş oluyor ve kagir binalarla doluşan Beyoğlu eski İstanbul`un ahşap yapılarına ve harap semtlerine tepeden bakıyordu.
Eski İstanbul`da Müslüman ve gayri Müslim mahalleleri halen farklı mekandaydı. Ancak varlıklı sınıflar Balat, Fener ve Samatya`yı terk edip Beyoğlu tarafına geçiyordu. Beyoğlu`nda ise etnik-dini ayırıma göre değil, sosyal ekonomik gruplaşmaya göre yerleştiriliyordu. Diğer taraftan özellikle sur dibindeki mahallelerde, ayak esnaflığı, hamallık gibi işlerle geçinen alt gelir gurubundan ailelerin yerleştikleri sefalet mahalleleri doğarken (Karagümrük, Haseki), Beyoğlu`nun kenar mahallelerinde de bir slumlaşma söz konusu oluyordu. Balat, Fener, karşı tarafta Hasköy yavaş yavaş slum bölgesine dönüştüler ve bu durumlarını halen sürdüyorlar. Bölge o zamandan beri atölye, tersane gibi yarı endüstriyel tesislerin çevresinde biçimlenmiş sefalet mahalleleriyle tanınıyor. Kent sınırları dışında da mezbaha ve küçük atölyeler doğdu. Haliç kıyısında mezbaha ve atölyelerin arttığı görülüyordu. Bu ilk çevre kirlenmesi sorunlarını da yaratmaktaydı.

d) Banliyö semtlerinin doğuşu: 19. yüzyılda banliyö, İstanbul`un önemli bir olgusu olarak gelişti. Ulaşım araçlarının; öncelikle vapurun ve tramvayın kullanılmasıyla Boğaz`ın her iki yakasındaki semtler (özellikle Avrupa yakası), Kadıköy ve sonraları Makriköy (Bakırköy) ve Ayastefanos (Yeşilköy) önemli banliyö merkezleri olurken, Tarabya ve Yeniköy yazlık sefarethanelerin ve Levantenler`in bölgesi haline geldi. Adalar da kentle organik bir bağ kurdular; buralardaki modern belediye yönetimleri de Beyoğlu Belediyesi`nin hemen ardından kuruldu. ulaşım olanaklarının artmasına karşın İstanbul, kayıkla buharlı geminin, atlı arabayla tramvayın yan yana ulaşım ağını tamamladığı bir kentti.

e) Gecekondulaşan bölge: Bu dönemde İstanbul`a gerek Anadolu`dan, gerek Rumeli`den gelip yerleşen bir kitle, surların batı yakasında, Eyüp, Hasköy, Kasımpaşa ve Üsküdar taraflarında gecekondu semtleri yaratmaya başlamışlardı. Örneğin, Kasımpaşa ve Hasköy, Okmeydanı, Pera`daki yaşantıya tamamen ters düşen bir yaşam biçiminin görüldüğü, alt gelir gruplarının yaşadığı semtlerdi. Gene Anadolu yakasında Kadıköy`e göre Üsküdar`ın bazı semtleri de bu görünümdeydi. Bu ikileşme belediye hizmetlerinin de her yerde aynı şekilde yürütülmesini engelledi. Örneğin ilk Meclis-i Mebusan`da mebuslar, Kasımpaşa`nın Beyoğlu Altıncı Dairesi`nin sınırları içine sokulmamasını eleştirdiklerinde; Reis A. Vefik Paşa, "Beyoğlu muhitinin isteklerinin Kasımpaşa gibi fıkara semti için lüks olacağını" belirtmişti. Bu nedenle de kentte 20 belediye dairesi kuruldu. Dar gelirlilerin ve işsizler kalabalığının doldurduğu bu semtler, belediye hzimetleri kadar sosyal ve ekonomik yönden de bir kentsel bütünleşememeyi getiriyordu.

Böylece İstanbul`da 1930`lardan ve II. Dünya Savaşı`ndan sonra hızlanacak gecekondulaşma olgusunun başlangıcı ve bu olgunun oturduğu az gelişmiş metropoliten yapı 19. yüzyılda ortaya çıkmış ve gittikçe büyüyen bir sorun haline gelmiştir. Esasen 19. yüzyıl bitişik yerleşme düzeni ile birlikte dağınık yerleşmenin de görüldüğü bir dönemdi. Bu yüzden İstanbul, nüfusuyla orantılı olmayan geniş bir alana yayılmıştı ve bu, bütün belediye hizmetlerini aksatan başlıca sorundu.


Dünya Kenti İstanbul / Habitat II / İlber Ortaylı: "Sanayi Çağında İstanbul", S:54-57
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 4 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 31 Ekim 2016 16:26
perlina - avatarı
perlina
Ziyaretçi
31 Ekim 2016       Mesaj #18
perlina - avatarı
Ziyaretçi
İSTANBUL
Ad:  istanbul-map.jpg
Gösterim: 2267
Boyut:  271.5 KB
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
19 Ocak 2018       Mesaj #19
Avatarı yok
Yasaklı

İstanbul!


Ad:  nasa-gunun-fotografini-istanbul-bogazi-nin-uydu-goruntusunden-secti-1506437857.jpg
Gösterim: 364
Boyut:  105.3 KB
NASA Kayıtlarından İstanbul Boğazı ve Çevresi!
Konstantinopolis, İstanbul'un Bizans dönemindeki adı. Daha önce Augusta Antonia adını taşıyan kenti 324-326 yılları arasında Roma İmparatorluğu'nun başkenti olarak kuran 1. Constantinus'un adından kaynaklanır.

Kente halk tarafından verilen Konstantinopolis adı zamanla resmi adlarının (Secunda Roma, Nova Roma) yerine geçti. Araplar ve İranlılarca resmi ve edebi kullanımda Konstantiniye olarak benimsenen bu ad, Osmanlılar tarafından da bu biçimiyle fermanlarda, vakfiyelerde, sikkelerde kullanıldı.

Kaynak: Büyük Larousse

Benzer Konular

2 Mayıs 2013 / Baturalp Edebiyat
20 Ağustos 2008 / Misafir Eğitim Bilimleri
29 Temmuz 2011 / AndThe_BlackSky Eğitim Bilimleri