Arama

Işıktan Hızlı Parçacıklar

Güncelleme: 19 Haziran 2011 Gösterim: 2.896 Cevap: 3
snackbloot - avatarı
snackbloot
Ziyaretçi
17 Ekim 2010       Mesaj #1
snackbloot - avatarı
Ziyaretçi
Avrupa’da 18. yüzyılda gelişen “Aydınlanma” dönemi aslında bir tepki felsefesidir. Zira, orta çağ adı verilen karanlık dönemde insanlar din adına korkunç işkenceler görmüşlerdir. Hatta meydanlarda, herkesin gözü önünde, ateşte yakılmışlardır. Bu türden, tamamen akıl ve mantıktan yoksun, vahşi davranışlara karşı bir tepki olarak aklın ve mantığın esas ölçüt olması gerektiği görüşünü savunmuştur, düşünürler.

Sponsorlu Bağlantılar
Bu noktaya kadar tamam. Fakat akıl ve mantığı her türlü bilginin şekillendiricisi olarak kabul etmek, bir felsefe değil bir ideoloji olmaktadır. Zira ideoloji, kısıtlayıcı, inanç içeren, tek yönlü bir bakış açısıdır. 18. yüzyıla kadar din ideolojisi her türlü dünyevi ve uhrevi yaklaşımın tek ölçütü olduğu gibi, 18. yüzyıldan itibaren akıl ve mantığın süzgeci tek ölçüt sayılmaya başlanmıştır. Sezgiler ve içe bakış red edilmiş, onların bilimde yer alamıyacakları savunulmuş ve dış gözlemle deney esas tutulmuştur.

Günümüzde bu dışa dönük ve tümüyle nesnel bakış açısı sorgulanmaktadır. Her nekadar nesnel (objektif) bakış açısı tarafsız olduğunu savunsa dahi, gene de dış dünyanın bir yorumu olmaktan öteye gidememektedir. Dış dünyadan duyu organlarımıza ulaşan birtakım verileri biz yorumlayarak anlayabiliyoruz. Hiçbir zaman dış dünyanın aslını, esas dokusunu bilemiyoruz. Pozitif bilimler, ölçümü esas olarak kabul ederler. Her olayı ve nesneyi ölçmek isterler. Zira pozitif bilimlerin dili matematiktir ve matematiğin abecesi de sayılardır. Matematiksel bir ifade sayısal bir ifade demektir. Sayı ise ölçüm gerektirir.

Ancak, doğada her türlü yapı ve oluşum ölçülemez. Uzayın sonsuz büyük boyutları ve elementer parçacıkların sonsuz küçük boyutları söz konusu olduğunda ölçüm yapmakta temel zorluklarla karşılaşıyoruz. Bu zorluklar daha hassas ve güçlü aletler geliştirerek giderilebilecek türden zorluklar değildir. Yani ölçüm tekniğinin bir limiti bulunmaktadır ki, bu limit hem pratik hem de kuramsal olarak aşılamaz.

Ayrıca, kendi içimize dönüp baktığımızda sevgi, aşk, kin, nefret vs..gibi hislerin var olduklarını kabul ediyoruz ama bunları sayıya döküp ölçemiyoruz. Bu bakımdan günümüzün bilimi özneyi dışlar. Özneden gelen bilgileri yok sayar. Sadece nesnel bilgilere değer verir. Yani günümüzün bilimi katılımcı değil, gözlemci bir bilimdir.

Günümüzün postmodern felsefesi bu yaklaşımı sorgulamaktadır. Zira gözlem yaparak gerçeği bulmak mümkün değildir. 20. yüzyılda gelişen “kuantum kuramı” gözleyen ve gözlenenin bir bütün oluşturduklarını ve bunların birbirlerini etkilediklerini iddia etmiştir. 1982 yılında ise deney yoluyla bu iddianın doğru olduğu kanıtlanmıştır. Yani, biz gözlem yaparak dış dünyayı olduğu gibi değil, kendi görüş ve inancımızı da katarak algılıyoruz. Alet kullanarak ölçüm dahi yapsak gene de aletin verdiği sayıları yorumlamak gerekiyor. İşte bu noktada kendi görüş ve inançlarımız devreye giriyor. Genelde deney ve gözlemler bir kuramı doğrulamak veya red etmek için yapılır. Yani temelde bir görüş söz konusudur. Eğer gözlem ve deneyler bu görüş ile açıklanamazsa yeni bir görüş getirilir. Ama yeni görüş de sadece bizim zihnen yaratmış olduğumuz bir modelden öteye gitmez. Doğanın aslına yine ulaşamayız.

Doğayı anlama uğraşımız daima bir ikilem içermektedir. Herhangi bir nesnenin varlığından söz edebilmek için o nesneyi çevresinden yalıtmak ve belirtmek durumundayız. Nesnenin kendisi ile içinde bulunduğu arka zemin ikilemi (ayırımı) olmadan ne bilim yapılabiliyoruz ne de kavram üretilebiliyoruz. Bu düalistik (ikilemci) yaklaşımımız sonucunda evrende her varlığın bir karşıtını ve her etkinin bir tepkisini bulmaktayız. Maddenin karşıtı olan anti-maddeden ve çekici kuvvetlerin karşıtı olan itici kuvvetlerden söz ediyoruz. Ancak, bizlere farklı gibi görünen bu olgular, bir madalyanın iki yüzü gibi, tek bir gerçeğin iki farklı tezahürü (yansıması) olarak algılanmalıdır. Zira, doğanın aslında ikilik değil teklik vardır. Fakat varlıklar aleminde ikilikten de kaçış yoktur. İkilik olarak algıladığımız her olgunun altında gizli duran bir temel simetri yatmaktadır. Evrende her varlık, en küçükten en büyüğe, bu temel simetriyi yansıtır.

Işık konusunda, örneğin, ‘ışık hızı’ aşılması mümkün olmayan bir limit hız olarak kabul edilir ve tüm evrenin sadece ışıktan yavaş hareket eden parçacıklardan ibaret olduğu var sayılır. Oysa ki görelilik (rölativite) kuramına göre ışık hızından daha yüksek hızlarda hareket edebilen parçacıklar var olabilmektedirler. Takiyon adı verilen bu parçacıklar zamanda geriye doğru gitmekte ve sanal kütleli olmaktadırlar. Işıktan hızlı ve sanal kütleli parçacıkları hiçbir aletle gözleyemeyiz. Sanal (imajiner ‘kök içinde eksi bir sayı’) kütleli bir parçacığı gözlemek mümkün değildir, çünkü sanal kütle ölçülemez. Bir diğer zorluk da Takiyonların gelecekten geçmişe hareket etmelerinden dolayı bizim ölçüm aletlerimizle girişime girmelerinin olanaksız oluşudur. Biz, neden sonuç içinde geçmişten geleceğe gelişen olayları ölçeriz. Tersini ölçemeyiz, zira evrenimizde nedensel olaylar hep geçmişten geleceğe doğru gelişirler.

Bu nedenselliğin bir diğer yansıması da Termodinamiğin ikinci prensibinde belirir. Bu prensibe göre kendi haline bırakılan kapalı bir sistem içindeki parçacıklar hep düzenli bir dağılımdan en düzensiz dağılıma doğru hareket ederler. Bir kapalı kap içindeki hava molekülleri her tarafa eşit miktarda yayılırlar. Bir köşeye toplanıp diğer hacmi boş bıraktıkları görülmez. Yani doğada hep düzenden düzensizliğe doğru bir değişim vardır. Bunun nedeni ise evrenimizin ışıktan yavaş hareket eden maddesel parçacıklardan oluşmuş olmasıdır. Bu nedenle de zaman geçmişten geleceğe doğru ilerler, gibi görünür bizlere.

Peki ama Takiyonlar nasıl davranırlar? Işıktan hızlı hareket ettiklerine göre onların termodinamiği bizimkinin tam tersi olacaktır. Düzensizlikten düzene doğru hareket edeceklerdir. Işıktan hızlı hareket ettiklerinden onların en yavaş hızı da ışık hızı olacaktır. Takiyonlar düzen sağlayıcı parçacıklardır ama bizim evrenimizle etkileşmeleri mümkün müdür? Evet, bunu da Kuantum kuramının belirsizlik prensibi sağlar. Nasıl ki radyoaktif bir çekirdek aniden bir gama ışını salarsa ve bu ışın ne zaman salınacağı bilinemezse, aynı şekilde hudut bölgede (ışık hızı bölgesinde) Takiyonlar bizim evrenimize geçip etkileşirler. Bu olaya ‘Tünel Olayı’ da denir. Bir tünelden geçer gibi bir başka alemden (evrenden) bizim evrenimize geçerler ve anlık bir etkileşme ile tekrar kendi evrenlerine dönerler. Bu öylesine kısa bir süredir ki “on üzeri eksi kırk saniye” gibi bir süre içinde etkileşme sona erer. Ama olay sürekli bir tekrar içindedir. Bu kısa süreyi ölçecek hiçbir alet henüz yoktur, olacağı da şüphelidir. Zira belirsizlik prensibi dolayısıyla ölçülen hakkında kesin bir bilgi de edinmek olanaksızdır. Şimdi Takiyonların etkisini görelim.

Sanal kütleli Takiyon evreni bizim evrenle çok kısa süreler içinde etkileşmektedir. Her etkileşme bir ufak değişim, bir yeni denge durumu demektir. Gündelik hayatımızdan bir benzetme yaparak anlamak istersek alternatif şehir ceryanına benzetebiliriz. Şehir ceryanı sürekli olarak artıp azalır. Yani, sürekli olarak çok kısa aralıklarla bir var olur bir yok olur. İşte Takiyonlar bu tür bir etki ile evrenimize düzeni getirmektedirler. Işıktan yavaş hareket eden parçacıklar Entropiyi (düzensizliği) arttırırken, gelecekten geçmişe hareket eden Takiyonlar Entropiyi azaltarak düzeni sağlarlar. Sonuçta bizim evrenimizde gördüğümüz her türlü doğa yasasının nedeni Takiyonların getirdiği etkidir.

Olaya Takiyonların yarattığı iki zıt kuvvet olarak da bakabiliriz. Takiyonların her var oluşu bir itme kuvveti ve her yok oluşu bir çekme kuvveti yaratıyor da diyebiliriz. Bu durumda sürekli olarak itme ve çekme kuvvetlerinin denge durumu söz konusudur. Bu iki kuvvet birbirlerine eşit veya çok yakın iseler nesne varlığını sürdürür veya çok yavaş bir değişim içinde olur. Eğer bunlardan bir tanesi diğerine göre hayli üstün ve güçlü ise cisim ya büyür ve genişler veya küçülür ve daralır. Evrende her var olan bu tür bir değişim içinde değil midir? Yıldızlar ve galaksiler dahi doğuyorlar ve belli (bize göre oldukça uzun) bir süre sonra da yok oluyorlar.

Yeni Çağ bilimi Takiyonların da varlığını kabul etmek durumundadır. Zira evrende her varlığın bir simetrik karşıtı olması gerekmektedir. Ancak bu simetrik karşıta bir hasım olarak değil, aynen Yin ve Yang gibi, bütünsel teklikten doğan tamamlayıcı bir eş olarak bakmak gerektiği kanısındayım.Türkiyem


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
25 Mayıs 2011       Mesaj #2
Avatarı yok
Yasaklı
Işıktan Hızlı Parçacık Takyon

Sponsorlu Bağlantılar
“Dalga paketi” kavramı temel parçacıkları anlamak için önemlidir. Bu kavram sadece temel parçacıklar için değil, her türlü etkileşen sistemleri, hatta evreni dahi anlamamıza yardımcıdır.

Basit olsun diye iki dalganın etkileşimini inceleyelim. Her bir dalga bir “varlık” olarak düşünülebilir. Zira, dalga ile parçacık (dolayısıyla varlık) eşdeğerdir. Bu iki dalga girişime girdiğinde bir paket oluştururlar. O andan itibaren yeni bir yapı ortaya çıkmış demektir. Oluşan dalga paketi ne dalgalardan biridir ne de diğeri. İkisinden de bir miktar özellik bir araya gelerek dalga paketini oluşturmuştur. Bu iki dalga ayrılsalar dahi yerel olmayan bir şekilde birbirleri ile etkileşmeye devam ederler.

“Yerel olmayan” derken, ışık hızından daha hızlı anlamında. Fakat öte yandan biliyoruz ki ışık hızı sabittir ve bu hız aşılamaz. O zaman bu durum nasıl açıklanmalı?

Etkileşmeyi sağlayan başka bir parçacık olması gerek. Zira, Kuantum kuramına göre iki nesne arasındaki etkileşme daima bir ara parçacık (parçacık denildiğinde dalga anlaşılmalıdır) gerektirmektedir. Bu parçacık da ışıktan hızlı hareket etmelidir. Acaba böyle parçacıklar var olabilir mi?

Özel Görelilik kuramına göre ışık hızından daha yüksek hızlarda hareket edebilen parçacıklar var olabilmektedirler. Özel Görelilik denklemlerinde v>c alınırsa, yani parçacığın hızını ışık hızından büyük kabul edersek, görürüz ki sanal kütleli ve zamanda geriye giden parçacıklar ortaya çıkmaktadır.Önceleri böyle parçacıkların varlığı reddedilirken günümüzde var olabilecekleri görüşünü savunan birçok uzman bulunmaktadır. Takyon adı verilen bu parçacıklar sanal (imajiner ‘kök içinde eksi bir sayı’) kütleli olduklarından aletlerle gözlenmeleri mümkün değildir. Bir diğer zorluk da Takyonların gelecekten geçmişe hareket etmelerinden dolayı bizim ölçüm aletlerimizle girişime girmelerinin olanaksız oluşudur. Biz neden-sonuç içinde geçmişten geleceğe gelişen olayları ölçeriz. Tersini ölçemeyiz zira evrenimizde nedensel olaylar hep geçmişten geleceğe doğru gelişirler.

Bu nedenselliğin bir diğer yansıması da Termodinamiğin ikinci ilkesinde belirir. Bu prensibe göre kendi haline bırakılan kapalı bir sistem içindeki parçacıklar hep düzenli bir dağılımdan en düzensiz dağılıma doğru hareket ederler. Bir kapalı kap içindeki hava molekülleri her tarafa eşit miktarda yayılırlar. Bir köşeye toplanıp diğer hacmı boş bıraktıkları görülmez. Yani doğada hep düzenden düzensizliğe ve tekrar düzene doğru bir değişim vardır. Bunun nedeni ise evrenimizin ışıktan yavaş hareket eden maddesel parçacıklardan oluşmuş olmasıdır. Bu nedenle de zaman geçmişten geleceğe doğru ilerler, gibi görünür bizlere.

Peki ama Takyonlar nasıl davranırlar? Işıktan hızlı hareket ettiklerine göre onların termodinamiği bizimkinin tam tersi olacaktır. Düzensizlikten düzene ve tekrar düzensizliğe doğru hareket edeceklerdir. Işıktan hızlı hareket ettiklerinden onların en yavaş hızı da ışık hızı olacaktır.

Takyonlar düzen sağlayıcı parçacıklardır ama bizim evrenimizle etkileşmeleri mümkün müdür? Evet, bunu da Kuantum kuramının belirsizlik prensibi sağlar. Nasıl ki radyoaktif bir çekirdek aniden bir gama ışını salarsa ve bu ışının ne zaman salınacağı bilinemezse, aynı şekilde hudut bölgede (ışık hızı bölgesinde) Takyonlar bizim evrenimize geçip etkileşirler. Bu olaya ‘Tünel Olayı’ da denir. Bir tünelden geçer gibi bir başka alemden (evrenden) bizim evrenimize geçerler ve anlık bir etkileşme ile düzen sağlayıp tekrar kendi evrenlerine dönerler. Bu öylesine kısa bir süredir ki “an” içinde etkileşme sona erer. Ama olay sürekli bir tekrar içindedir. Bu kısa süreyi ölçecek hiçbir alet henüz yoktur, olacağı da şüphelidir. Zira belirsizlik ilkesi dolayısıyla ölçülen hakkında kesin bir bilgi de edinmek olanaksızdır.

Takyonların bizim evrenimize girip-çıkmaları örgü alanda kıpırtılar ve titreşimler oluşturur. Bu kıpırtılara ve titreşimlere "Kuantum Flüktüasyonları" denmiştir.


Kaynak : Sonsuz us

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
26 Mayıs 2011       Mesaj #3
Avatarı yok
Yasaklı
Zamanda Yolculuk ve Takyonlar

Geçmişe, zaman yolculuğunun mümkün olabileceği iddiası, Richart Gott'un 1991'de yayınladığı ve Einstein denklemlerinin çözümü ile ilgili makalesine dayanır. İleri sürülen zamanda geçmişe yolculuk, teorik olarak, ya da senaryo olarak mümkün olsa da, içinde yaşadığımız fizik evrende; imkansıza yakın görünüyor.

Fizikötesi Parçacıklar: Takyonlar

Bunun gerçekleşmesi için, ışık hızının dışına çıkmak gerekir. Bu mümkün müdür? Bu konuyla ilgili tasarımlardan biri, takyonlara (tachyon)dayanır. Takyonlar, ışıktan daha hızlı hareket eden hipotetik parçacıklardır.

S. Tanaka, O.M.P. Blaniuk, V.K. Deshpande ve E.C.G.Sudarshan gibi uzmanların, 1960'larda yaptığı gibi, bir parçacığın, ışıktan daha hızlı yol aldığı kabul edilebilir. ABD'li fizikçi Gerald Feinberg, böyle bir parçacığa, Yunanca'da hızlı anlamına gelen tachys sözcüğünden esinlenerek; takyon adını vermiştir. Takyonlar, zamanda ileri-geri gidebilirler ve geçmişe, takyon sinyalleri gönderilebilir. Gregory Benford'un, 1980 yılında yayınladığı Uzay-Zaman(Timespace) adlı romanında, bu hipotezi kullanmıştır. Peki bu yaklaşım, ne kadar doğrudur?

Takyonlar, Özel Görelilikle uyumlu hale getirilebilir mi? Genel Görelilik Denklemleri ise, ikilemler oluşturur. Einstein'in "Özel Görelilik Kuramı"na göre, hiçbir atom altı parçacık(proton, nötron, elektron), ışık hızından, yani foton hızından, daha yüksek hızlarda hareket edemezler. Uzayda fotonlar, daima ışık hızı ile hareket ederler.

Antiparçacıklar: "Zamanda Geriye Gider"

Wheeler, evrendeki tüm elektronları, zamanda birçok kez bir ileri, bir geri zig-zag çizen, uzun bir uzay-zaman grafiğine sahip parçacıklar olarak düşünmüştü. Her zig, bir elektrona, her zag da, bir pozitrona benzer. Bu fikrin geçerli olması için, herhangi bir anda, evrendeki elektron ve pozitron sayısının neredeyse eşit olması gerekir. Halbuki, pozitronlardan çok daha fazla elektronun olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, pozitronların, zamanda geriye doğru yol alan elektronlar olabileceği fikri geçerli görünmektedir.

Wheeler'in, antiparçacıkların zamanda geriye giden parçacıklar olduğu tezi benimsenirse; yaşayan canlıların, antileri oluşturularak, zamanda yolculuk yapmak, prensip olarak mümkün olabilir. Varlıklar; elektron, proton ve nötronlardan meydana gelir. Bu atomaltı parçacıkların, antileri elde edilerek; antimadde veya antivarlık da oluşturulabilir.

Anti parçacıklar, zamanda geri gittiklerine göre, prensip olarak, varlıkların, zamanda geri gitmesi tasarlanabilir. Ancak şu da bir gerçek ki; parçacıkla, antisi veya herhangi bir varlıkla, antisi, uzayda aynı konumu paylaştığında, antimadde için gerekli enerji kadar enerjiyi açığa çıkararak; birbirlerini yok ederler. Dolayısıyla bu fantezi, prensip olarak mümkün olsa da, gerçekte imkansıza yakın gözüküyor.


Kaynak: J.Richard Gott, Einstein Evreninde Zaman Yolculuğu
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
19 Haziran 2011       Mesaj #4
Avatarı yok
Yasaklı
Işık Hızının Aşılması

Kütleli bir cismi, ışık hızına eriştirdiğimizde nelerle karşılaşırız? Bu düşünceden yola çıkan bilim adamları hesaplamalarını yaptılar: Meselâ, Einstein'in İzafiyet Teorisi, böyle bir hıza erişen bir cismin kütlesinin sonsuz olacağını söylüyordu. Sonsuz kütleli bir cisim, bu kâinatımızla bağdaşmayan bir özellikti. Denklemler, ışık hızının aşılması hâlinde kütlenin sonsuz değil, sanal olacağını gösteriyordu.

Ne demekti sanal (hayalî) kütle? Meselâ -60 kilo ağırlığında bir insanın varlığını düşünmek gibi bir şeydi bu. Hâlbuki Dünya'mızda -60 kilo ağırlığı tartacak bir terazi bulunmuyor. Einstein'a göre, ışık hızına erişmek mümkün değildi. Bu, bir kesin hükme dönüşmüştü. Ne var ki, bilimin sınır tanımayan ufuklarını düşünen bilim adamları, ışığın ötesinde bir şeylerin bulunduğunu sezmeye başlamışlardı. Meselâ, cismin hızı ışık hızını aştığında, matematikî olarak, ışık hızı değerinde cismin kütlesi kaybolur, kütle sanal hâle gelir (kök içinde eksi değer). Konuyu bu defa matematik açısından irdeleyen uzmanlar, Einstein'ın denklemlerini (E= mc2 gibi) kullanarak çok garip bir çözüme ulaştılar. Işık hızından da yüksek hızlar olduğunu gösteren neticeler elde edildi.

Eğer bir hareketli nesne, ışık hızı ile değil, ışıktan da hızlı hareket ederse; kütle, uzunluk, enerji hattâ zaman gibi fizikî birimlerin sanal (hayalî, soyut) mahiyete bürüneceği anlaşıldı. Meselâ, hızlar arttıkça enerjiler de azalıyor, sıfır-enerjili bir durumda ise, sonsuz hıza ulaşılıyordu. Dahası, elektrik yüklü oldukları kabul edildiğinde, kendi etraflarında bir radyasyon (her türlü ışık) oluşturacakları ve bu radyasyonun enerjilerini azaltacağı; enerjiler azaldıkça ise nesnelerin daha da hızlanacağı görüldü. Işık hızının aşılması demek, kütlenin negatif (hayalî, sanal) olması demektir. Negatif kütlenin fizikî mânâsı ne olabilir? Yaşadığımız, alıştığımız ve bildiğimiz çevrede her cismin bir pozitif kütlesi vardır. Terazi, sıfırdan küçük kütleyi gösteremez ve ölçemez. "Mademki matematik olarak negatif kütle vardır, o hâlde bu kâinatın negatifi (sanal olanı) vardır." şeklinde düşünmek niye mümkün olmasın?

Bugüne kadarki tecrübelerden biliyoruz ki, matematik denklemler yoluyla elde edilenlerin, biz henüz tesbit edemesek de, fizikî dünyada bir karşılığı bulunmaktadır (istisnaî durumlar olabilir). Sayıları, boyut geometrisiyle ortaya koyduğumuzda, daha sonra bu boyutlar belli bir fizikî durumla ifade edildiğinde, kâinat bir fiziko-matematik mahiyet kazanmaktadır. Geometriyle çizilip, fizikle işleyen kâinatın 'duvarlarına' benzeyen ışık hızı engelleri, 'katı' özellikler içinde yaşadığımız bu âlem için geçerliyse, "Bu duvarların ötesinde ne vardır?" sorusu ister istemez akla gelmektedir. Cevap olarak "Hiçbir şey yoktur!" dememiz ise, bir mânâ ifade etmez.

Işık hızı yıllardır maddenin temel hızı ve evrensel sabit olarak kabul edildi. Işık hızının aşıldığı, ilk defa, bir kısım kozmik ışınlar üzerinde yapılan denemelerle ortaya kondu. 1974'te Clay ve Crouch gibi fizikçilerin kozmik ışınlar üzerinde sürdürdükleri çalışmalar, ışıktan hızlı ışınların varlığını gösterdi (Nature, c. 248, s. 28, 1974) Lijun Wang ve arkadaşlarının Princeton Üniversitesi'nde yaptıkları bir deneyde, ışığın normal hızından (saniyede 300 bin kilometre) 300 kat daha hızlı gidilebileceği gösterildi (Nature, c. 406, s. 277, 2000)

Takyonlar (Tachyon)

Tartışmalara yol açan sanal parçacıkların varlığı ise lâboratuvar deneylerinde fark edildi. Garip karakterli bir atomaltı parçacık kendisini hissettirdi. Sanal karakterli bu parçacığa Lâtince 'çok hızlı' mânâsındaki 'takyon' (tachyons) ismi verildi. Konuyu bu defa matematik açısından irdeleyen uzmanlar, Einstein'ın denklemlerini kullanarak çok enteresan bir çözüme ulaştılar. Işık hızından da yüksek hızlara, harika yorumlar getiren neticeler ortaya çıktı. Eğer hareket eden bir nesne, ışıktan da hızlı hareket ederse; kütle, uzunluk, enerji, hattâ zaman gibi fizikî birimler sanal mahiyete bürünüyordu.

'Takyon' denilen, madde-ötesi özelliklere ve ışık hızından binlerce, milyonlarca defa yüksek hızlara sahip bir parçacığın, elbette ki günlük hayatta, elimizin altında bulunması beklenemez. Bu parçacıkların özellikleri, bu kâinatın fizikî ve matematikî yapısına uyum sağlamadığına göre, bir başka âlem, bir başka zaman ve bir başka çeşit enerjinin hükümran olduğu uzay düşünülmelidir.

Sanal Kütle

Takyonların keşfedildiği deneylerde -yukarıdaki Princeton deneyi- detektöre yollanan ışık daha kaynağından çıkmadan detektörde kendini hissettirmişti. Bu garip durum bazı kozmik ışınlarda da kendini göstermektedir. "Yola çıkmadan önce hedefine ulaşmak" şeklinde özetlenen bu garip hâdisede, ışıktan hızlı bir yolculuk gerçekleşmektedir. Meselâ bir astronot, daha yola çıkmadan hedefine erişecek ve yola çıkarken, kendisinin dönüşü ile karşılaşacaktır.

Sanal kütle ne demektir? Takyonlar teorisine göre, ışıktan hızlı, kütlesi, uzunluğu ve boyutları eksi, yani sıfırdan küçük (sanal) ne varsa hepsi takyon türünde mütalâa edilebilir. Hassas spektroskopi cihazlarının ölçüm sahasının dışında kalmalarından dolayı, bunları kâinatımızın dışındaki bir başka kâinatın veya âlemlerin elemanları olarak düşünemez miyiz?!..

Neticede, enerjinin ışıktan hızlı gidebileceğinin tecrübe edilmesi, bilim için önemli bir adım kabul edilmektedir. Bu durum, zihinlerimizde sabitleşmiş fikirleri kökten değiştirecek gibi görünmektedir. Yeni keşifler sayesinde, başka âlemler ve hayat mertebeleri hakkında daha kolay fikir yürütebiliriz.


Kaynak : Sızıntı Dergisi / Mayıs 2009 (Prof.Dr.Osman Çakmak)

Benzer Konular

24 Mart 2011 / mervenur245 Soru-Cevap
21 Aralık 2013 / CyniX Fizik
26 Şubat 2009 / ThinkerBeLL X-Sözlük
24 Ocak 2011 / Misafir Soru-Cevap
9 Ocak 2012 / myrize Bilgisayar