Arama

ESO - Avrupa Güney Gözlemevi (European Southern Observatory) - Sayfa 3

Güncelleme: 3 Nisan 2016 Gösterim: 47.408 Cevap: 206
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
18 Ekim 2011       Mesaj #21
Avatarı yok
Yasaklı
VLT ile Başak’ın Gözleri

Sponsorlu Bağlantılar
ESO’nun Çok Büyük Teleskobu Gözler takma adlı tuhaf gökada çiftinin şimdiye kadarki en dikkat çekici görüntüsünü yakaladı. Çiftin büyük olanı NGC 4438 daha önceden sarmal bir gökada idi, fakat son birkaç yüz milyon yıl içinde diğer gökadalarla çarpışarak kötü bir şekil bozukluğuna uğradı. Bu görüntü ESO’nun Kozmik Mücevherler programının ilk ürünü olup, ESO’nun bilim toplum amaçlı çalışmaları için gözlem zamanı verilen bir girişimdir.

Başak takımyıldızı doğrultusunda yer alan Gözler, yerden yaklaşık 50 milyon ışık yılı ve birbirlerinden 100 000 ışık yılı uzaklıktadırlar. Takma isim, gökada çiftinin merkezleri arasındaki görünür benzerlikten ileri gelmektedir - ortalama bir teleskopla bakıldığında karanlıkta beyaz oval bir göz çiftini andıran bir parlaklık gibi.

Fakat bu iki gökadanın merkezleri benzer görünse de, sınırları daha farklı görünemezdi. NGC 4435 olarak bilinen sağ alttaki gökada oldukça yoğun ve neredeyse hiç gaz ve toz bulundurmuyor. Karşılaştırma yapılırsa, sol üstteki büyük gökada (NGC 4438) çekirdeğinin hemen altında örtücü bir gaz şeridi görünüyor, merkezinin sol tarafında genç yıldızlar, ve en azından görüntünün sınırlarına kadar uzanan gaz göze çarpmaktadır.

NGC 4438'in içeriği şiddetli bir süreçle dışarıya atılmıştır: başka bir gökadayla çarpışma. Bu çarpışma gökadanın sarmal şeklini bozmuştur, benzer bir süreci komşu gökadası Andromeda ile üç ya da dört milyar yıl sonra çarpışınca Samanyolu gökadası da yaşayacaktır.

Suçlu NGC 4435 olabilir. Bazı gökbilimciler birkaç 100 milyon yıl önce NGC 4438'in başına gelen felaketin iki gökada arasındaki 16 000 ışık-yılı içinde son bulduğuna inanıyorlar. Her ne kadar büyük gökada hasara uğramışsa da, daha küçük olanı çarpışmadan daha çok etkilenmiştir. NGC 4438'in içeriğinin dağıtılması ve NGC 4435'in kütlesinin azaltılmasından ve gaz ve tozunun çoğunun dışarı atılmasından büyük olasılıkla çarpışmadan kaynaklanan kütleçekimsel gel-gitler sorumludur.

Başka bir olasılığa göre, resimde görülmeyen, Gözler'den uzaktaki, dev eliptik gökada Messier 86, NGC 4438'deki yıkımdan sorumlu olabilir. Son gözlemlerde iki büyük gökadayı birleştiren iyonlaşmış hidrojen iplikçikleri bulunmuştur, buna göre bunlar geçmişte çarpışmış olabilirler.

Eliptik gökada Messier 86 ve Gözler, zengin bir gökada grubu olan Başak Kümesi'nde yer alırlar. Bu tür yakın dörtlülerde gökada çarpışmalar oldukça sık gerçekleşir, o nedenle belki de NGC 4438, hem 4435 hem de Messier 86'dan zarar görmüş olabilir.

Bu resim, ESO Kozmik Mücevherler programının bir parçası olarak ilk kez üretilmiştir. Bu, gökbilim görüntülerinin eğitim ve hakla ilişkiler amaçlı kullanımı için geliştirilen yeni girişimdir. Program çoğunlukla gökyüzü koşullarının bilimsel gözlemler için uygun olmadığı zamanları, görsel olarak ilginç, merak uyandırıcı ve ilgi çekici cisimlerin fotoğraflarını çekmek için kullanıyor. Veriler ayrıca ESO'nun bilim arşiviyle profesyonel gökbilimciler için de uygun hale getiriliyor.

Bu gözlemde, gökyüzünün bir kısmı bulutluydu, ama VLT'nin FORS2 [1] aleti ile çok keskin detayların gözler önüne serilmesi için atmosfer son derece durgundu. Işığın aralarından geçtiği iki farklı filtre kullanıldı: kırmızı (kırmızı renkli) ve yeşil-sarı (mavi renkli), ve poz süresi sırasıyla 1800 saniye ve 1980 saniye olarak verildi.

Notlar:

[1] FORS2, VLT'de kullanılan görsel ve yakın mor-ötesi odak küçültücü ve düşük saçınımlı tayfçekerdir.


Kaynak:ESO Basın Açıklaması/Görüntülü Bülten(24 Ağustos 2011)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:36
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
20 Ekim 2011       Mesaj #22
Avatarı yok
Yasaklı
İçi Parıldayan Dev Uzay Lekesi

Sponsorlu Bağlantılar
ESO’nun Çok Büyük Teleskobu (VLT) ile yapılan gözlemler, Evren’in erken dönemlerindeki nadir ve uçsuz bucaksız bir parıldayan gaz bulutunun ışıma gücünün kaynağı konusuna açıklık getirdi. İlk kez bu gözlemler sayesinde, uzayda bilinen en büyük nesnelerden biri olan dev “Lyman-alfa lekesinin” ışıma gücünün, bu lekenin içinde bulunan gökadalar tarafından sağlanması gerektiği gösterildi. Sonuçlar, Nature dergisinin 18 Ağustos tarihli sayısında yayınlanıyor.

Bir gökbilimciler ekibi, Lyman-alfa lekesi olarak adlandırılan nadir bir nesneyi çalışmak için ESO’nun Çok Büyük Teleskobundan (VLT) yararlandılar. [1] Bu muazzam ve çok parlak nadir yapılar, genelde Evren’in erken dönemlerinde maddenin yoğunlaştığı bölgelerde gözlenirler. Gökbilimciler ekibi, bu lekelerden birinden gelen ışığın polarize olduğunu keşfetti. [2] Günlük hayatta polarize ışık, örneğin sinemalardaki 3 boyut etkilerini oluşturmak için kullanılmaktadır. [3] Şimdi ise ilk kez olarak, polarizasyon etkisi bir Lyman-alfa lekesinde keşfedilmiş oldu. Bu gözlem, Lyman-alfa lekelerinin nasıl ışıdığının gizemini çözmeye yardımcı oluyor.

Makalenin birinci yazarı olan Matthew Hayes (Toulouse Üniversitesi, Fransa) bunu şöyle açıklıyor: “İlk kez bu gizemli nesnenin parıltısının, buluttaki gazların tek başına ışıldamasından ziyade nesnenin içinde saklı parlak gökadalarının saçılmış ışığından kaynaklandığını gösterdik.”

Lyman-alfa lekeleri, bir kaç yüzbin ışık yılı çapına -yani Samanyolu’nun boyutunun bir kaç katına - ulaşan boyutlarıyla ve en parlak galaksiler kadar ışıma güçleriyle muazzam Hidrojen gazı bulutları olarak Evren’in en büyük nesnelerindendir. Çoğunlukla uzak mesafelerde bulunurlar, yani biz onları henüz Evren’in bir kaç milyar yaşında olduğu dönemlerindeki halleriyle görürüz. Bu yüzden, bu nesneler genç Evren’de gökadaların nasıl oluştuğunu ve evrimleştiğini anlamamız için büyük önem taşırlar. Öte yandan, bu nesnelerin çok yüksek ışıma güçlerinin kaynağı ve ayrıntılı yapıları henüz çok açık olarak bilinmemektedir.

Ekip, bu lekelerin ilk keşfedilenlerinden ve bilinen en parlaklarından biri olan LAB-1 isimli lekeyi inceledi. Bu leke, 2000 yılında keşfedildi ve bizden çok uzakta olmasından ötürü ışığının bize ulaşması yaklaşık 11,5 milyar yıl alıyor. Yaklaşık 300000 ışık yılı çapıyla, aynı zamanda bilinen en büyük Lyman-alfa lekelerinden biri ve bir tanesi etkin olmak üzere pek çok ilkel galaksi içeriyor. [4]

Lyman-alfa lekelerini açıklamak üzere birbiriyle yarışan pek çok kuram bulunmaktadır. Bir kurama göre, bu lekeler soğuk gazların lekenin güçlü kütleçekimiyle lekeye doğru çekilip ısınmasıyla ışırlar. Başka bir kurama göre ise bu lekelerin ışımasının sebebi, içlerindeki yüksek oranda yıldız oluşumuna sahip veya maddeyi büyük bir açgözlülükle yutan karadelikler içeren gökadalar gibi parlak nesnelerin varlığıdır. Yeni gözlemler, LAB-1 lekesinin ışıma gücü kaynağının lekeye doğru çekilen gazlar değil bu lekelerin içerdiği gökadalar olduğunu göstermiştir.

Ekip, iki teoriyi, lekeden gelen ışığın polarize olup olmadığını ölçerek sınamışlardır. Gökbilimciler ışığın nasıl polarize olduğunu inceleyerek ışığı oluşturan süreçler ya da kaynağından Dünya’ya doğru ulaşırken ışığa ne olduğu hakkında fikir edinebilirler. Eğer ışık, yansımış ya da saçılmış ise polarize olur ve ilk bakışta kolay kolay anlaşılamayacak bu etki, çok hassas aletlerle belirlenebilir. Öte yandan, bir Lyman-alfa lekesinden gelen ışığın polarizasyonunu ölçecek gözlem yapmak, bu nesnelerin büyük uzaklıklarından dolayı çok zordur.

Makalenin yazarlarından biri olan Claudia Scarlata şöyle eklemektedir: “Bu gözlemler VLT ve onun FORS aleti olmadan gerçekleştirilemezdi. İki şeye açıkça ihtiyacımız vardı: yeterince ışık toplanabilmesi için en az sekiz metrelik bir teleskop ve ışığın polarizasyonunu ölçebilecek yetkinlikte bir kamera. Dünya’daki pek çok gözlemevi bu ikiliyi birlikte sağlamıyor”.

Ekip, LAB-1 Lyman-alfa lekesini 15 saat civarında gözleyerek bu kaynaktan gelen ışığın merkez bölge çevresindeki bir halkada polarize olduğunu ve merkezdeyse polarizasyon olmadığını buldu. Böyle bir etkinin sadece lekeye kütleçekimiyle çekilen gazlar tarafından oluşturulması neredeyse imkansızdır. Öte yandan, bu tam da gazlar tarafından saçılmadan önce merkez bölgede bulunan gökadalarından kaynaklanmış ışıktan beklenir.

Gökbilimciler, şimdi daha fazla sayıda bu tür kaynaklara bakarak LAB-1’den elde edilen sonuçların diğer lekeler için de geçerli olup olmadığını belirlemeyi planlamaktadırlar.

Notlar:

[1] İsim, bu lekelerin Hidrojen atomunda ikinci enerji seviyesinden en düşük enerji seviyesine inen elektronların oluşturduğu karakteristik bir dalga boyuna sahip "Lyman-alfa" ışıması göstermelerinden ötürü verilmiştir.

[2] Işık dalgaları polarize olduğunda, elektrik ve manyetik alan bileşenleri belirli bir yönelime sahip olurlar. Polarize olmayan ışıkta ise yönelim rastgeledir ve belirli bir doğrultusu yoktur.

[3] 3 boyut etkisi sol ve sağ gözün birbirinden biraz farklı imgeler görmesinin sağlanması ile oluşturulur. Bazı 3 boyutlu film gösteren sinemalarda bunun püf noktası polarize ışık kullanımını içerir. Farklı polarize olmuş ışıkla yapılmış ayrı imgeler, sol ve sağ gözümüze gözlüklerdeki polarize süzgeçler sayesinde yollanır.

[4] Etkin gökadaları, parlak çekirdekleri büyük bir karadelik sayesinde ışıyan gökadalarıdır. Işıma güçleri, karadelik tarafından çekildikçe ısınan maddeden kaynaklanmaktadır.


Kaynak:ESO Basın Açıklaması/Bilim Bülteni(17 Ağustos 2011)

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:36
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
21 Ekim 2011       Mesaj #23
Avatarı yok
Yasaklı
Aslan Takımyıldızında Bir Sarmal

ESO’nun Çok Büyük Teleskobu'ndan elde edilen yeni görüntü 35 milyon ışık yılı uzakta Aslan takımyıldızında yer alan NGC 3521 sarmal gökadasına ait. Yaklaşık 50 000 ışık yılı genişliği olan bu görkemli gök cisminin, zengin ayrıntılara sahip sarmal yapıyla çevrilmiş, parlak ve yoğun bir çekirdeği bulunuyor.

NGC 3521 isimli bu parlak gökadayı diğerlerinden ayıran en belirgin özellikleri, noktalar halindeki yıldız oluşum bölgeleri ve serpiştirilmiş toz damarları şeklinde uzun sarmal kolları olmasıdır. Kolların oldukça düzensiz ve yamalı gibi oluşu NGC 3521 gökadasını örnek bir püskülsel sarmal gökada yapıyor. Bu tür gökadaların Charles Messier tarafından keşfedilen ünlü Whirlpool ve M 51 gökadaları gibi görkemli bir tasarım olan geniş ve kabarık sarmal kolları vardır.

NGC 3521, Messier’ in bir dizi parlak, görece yakın, puslu ve kuyruklu yıldız benzeri gökcisimlerini 1700 yılında katalog haline getirirken kullandığı küçük teleskopla bile kolayca görülebilen bir gökadadır. Gariptir ki, Fransız gökbilimci Aslan takımyıldızında bulunan benzer parlaklıktaki diğer gökadaları tesbit etmiş olsa da, bu püskülsel sarmalı gözden kaçırmış görünüyor.

Messier 1784 yılında katalogunun son sürümünü yayımladığı sırada diğer bir ünlü gökbilimci olan William Herschel, kuzey gökyüzünü detaylı araştırmaları esnasında NGC 3521‘ i keşfetti. Gözlem notlarına göre Herschel, 47 cm açıklığa sahip teleskobu sayesinde “bulutsuyla çevrili parlak bir merkez” gördü.

Bu yeni VLT (Çok Büyük Teleskop) görüntüsünde, Herschel’ in “bulutsusunun“ yerini, renkli ve henüz güçlükle tanımlanabilen sarmal kollar aldı. Genç, sıcak mavi yıldızlar çekirdekten uzak kollara nüfuz ederken, yaşlı yıldızlar merkezdeki kırmızımsı alanlara hakimlerdir.

ESO‘ nun Gizli Hazineleri 2010 yarışmasına katılan Oleg Maliy[1] bu heyecanlandırıcı görüntüyü oluşturabilmek için Şili‘ deki Paranal Gözlemevi‘ nde bulunan ESO‘ nun VLT’sine bağlı FORS1 isimli aygıtından elde edilen veriyi kullandı. Bu görüntü, mavi ışık (mavi renkli), sarı/yeşil ışık (yeşil renkli) ve yakın kızılötesi ışık (kırmızı renkli) olmak üzere üç farklı filtre yoluyla alınan pozların birleştirilmesi yoluyla elde edilmiştir. Toplam pozlama süresi her filtre için 300 saniyedir. Oleg’ in NGC 3521 görüntüsü yarışmada yüzden fazla katılımcı arasından en yüksek puanı almıştır.

Notlar:

[1] ESO‘ nun Gizli Hazineleri 2010 yarışması, ESO’ nun çok geniş gökbilim arşivinden iyi gizlenmiş hazinelerin araştırılarak ortaya çıkarılması umuduyla amatör gökbilimcilere verilen bir fırsattır. Gizli Hazineler hakkında daha fazla bilgi için=> ESO adresi incelenebilir.

Kaynak: ESO Basın Açıklaması/Görüntülü Bülten (10 Ağustos 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:35
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
22 Ekim 2011       Mesaj #24
Avatarı yok
Yasaklı
VISTA Tozun Arkasında Gizlenmiş 96 Yıldız Kümesi Buldu

Uluslararası astronomlar takımı, ESO’ ya ait Paranal Gözlemevi’ ndeki VISTA kızılötesi tarama teleskobundan elde edilen verileri kullanarak, Samanyolundaki toz tarafından gizlenmiş olan 96 yeni açık yıldız kümesi keşfetti. Bu küçük ve soluk nesneler önceki taramalarda görülmüyorlardı, fakat tozu delip geçebilen dünyanın en geniş tarama teleskobunun hassas kızılötesi tesbit edicilerinden kaçamadılar. Bu, bu kadar çok sönük ve küçük kümelerin bir seferde bulunmasının ilkidir.

Bu sonuç yeni teleskop üzerindeki altı genel taramadan bir tanesi olan Via Lactea Programı (VVV) [1] deki VISTA Değişkenleri’ nin başlamasından sadece bir yıl sonra geldi. Sonuçlar Astronomi & Astrofizik dergisinde yayınlanacak.

“Bu keşif özellikle Samanyolu disk tozlu yıldız oluşumu bölgelerinde gizlenenler olmak üzere yıldız kümelerini bulmak için VISTA ve VVV taramalarının potensiyelini ortaya koymaktadır. VVV diğer taramalardan daha derine gitmektedir,” diye söylüyor incelemenin lider yazarı Jura Borissova.

Güneşimizin kütlesinin yarısından daha fazlasına sahip yıldızların büyük çoğunuğu açık yıldız kümeleri olarak adlandırılan gruplar içinde oluşur. Bu kümeler galaksilerin kurucu bloklarıdırlar ve bizimki gibi galaksilerin oluşumu ve gelişimi için hayati öneme sahiptirler. Yine de, yıldıza benzer kümeler genç yıldızların yaydığı, ki çoğu gökyüzü taramasına görünmez olan, ama 4.1 mlik VISTA teleskobuna değil, görünür ışığın pek çoğunu emen ve dağıtan çok tozlu bölgelerde oluşur.

“En genç yıldız kümesi oluşumunun izini sürebilmek için araştırmalarımızı yıldız oluşturucu alanlara doğru yoğunlaştırdık. Önceki görünür ışık taramalarında boş gözüken bölgelerde, hassas VISTA kızılötesi tespit ediciler pek çok yeni nesneyi ortaya çıkardı,” diye ekliyor VVV taramasının baş bilim insanı olan Dante Minniti.

Dikkatlice ayarlanmış bilgisayar yazılımını kullanarak takım, öz küme üyelerini sayabilmek için her bir kümenin önünde yer alan yıldızları ayıklayabildiler. Daha sonra, küme ölçülerini ölçmek için görüntülerin görsel kontrollerini yaptılar, ve daha çok populasyonlu kümeler için uzaklık, yaş ve onlar ile bizim arasındaki yıldızlar arası toz tarafından neden olan yıldız ışıklarının kırmızılaşmasının miktarı gibi diğer ölçmeleri yaptılar.

“Kümelerin pek çoğunun çok küçük ve sadece yaklaşık 10 – 20 yıldıza sahip olduğunu bulduk. Tipik açık kümeler ile karşılaştırılınca, bunlar çok sönük ve küçük nesneler – bu kümelerin önündeki toz onları görünür ışıkta 10000 ila 100 milyon defa daha sönük yapıyor. Gizlenmiş olmalarında şaşıracak bir şey yok,” diye açıklıyor bir başka takım üyesi olan Radostin Kurtev.

Saman yolunda, antik çağdan beri sadece 2500 açık küme bulundu, fakat astronomlar hala toz ve gaz arkasında gizli bulunan 30000 kadarının olabileceğini tahmin ediyorlar. Parlak ve açık geniş kümeler kolayca tespit edilebiliyorken, bu kadar çok sönük ve küçük kümelerin bir defada bulunmasının ilkidir.

Bunun yanında, bu yeni 96 açık küme sadece buzdağının ucu olabilir. “Daha az yoğun ve yaşlı kümeleri aramak için daha nitelikli otomatik yazılım kullanmaya henüz başladık. Eminim ki daha pek çoğu yakında gelecek,” diye ekliyor Borissova.

Notlar:

[1] 2010 dan beri, Via Lactea programındaki ( VVV ) VISTA Değişkenleri Samanyolunun merkezi kısımını ve Kızılötesi ışıktaki galaktik diskin güney düzlemini taramaktadır. Bu program beş yıllık zaman dilimi boyunca toplamda 1929 saatlik gözlem öngörülmüştür. Via Lactea Samanyolunun Latince adıdır.


Kaynak: ESO Basın Açıklaması / Bilim Bülteni (03 Ağustos 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 4 Nisan 2016 00:03
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
24 Ekim 2011       Mesaj #25
Avatarı yok
Yasaklı
Avrupalı ALMA Anteni ile Chajnantor’daki Toplam Sayı 16’ya Yükseldi

Avrupa’nın Atacama Büyük Milimetre/milimetrealtı Dizgesi (ALMA) anteni 27 Temmuz 2011 tarihinde Dizge Faaliyet Yerleşkesi’ne (Array Operations Site - AOS) taşınarak zirveye ulaşmış oldu. 12 metre çapındaki anten deniz seviyesinden 5000 metre yüksekte bulunan Chajnantor platosuna taşındı. Burada, ALMA’nın diğer uluslararası partnerlerinin sağladığı antenlere katılarak, AOS’taki toplam anten sayısını 16’ya çıkardı.

16 sıradan bir sayı gibi görünse de, ALMA’nın ilk bilimsel gözlemlerine başlaması için belirtilen anten sayısına karşılık geliyor ve bununla birlikte proje için de önemli bir dönüm noktası. Yakında gökbilimciler ALMA ile yeni bilimsel araştırmalar yürütmeye başlayacaklar.

ESO sözleşmesi ile Avrupa AEM Konsorsiyumu [1] tarafından üretilen anten, altı aylık test sürecinden sonra Nisan ayında gözlem yerleşkesindeki İşlem Destek Tesisi’ne (OSF) teslim edildi. OSF Şili And Dağları’nın eteklerinde 2900 metre yükseklikte bulunuyor. Burası sıvı helyumla soğutulan yüksek hassasiyete sahip algılayıcılar ve gerekli diğer elektronik aygıtlarla donatılmış durumda. Dev bir ALMA taşıyıcı aracı anteni 28 km uzaktan alıyor ve kuru çöl boyunca AOS’a götürüyor. AOS, anteni tamamlayan parçaların ESO’nun titiz gözetimi altında Avrupa genelindeki fabrikalarda üretilmesiyle başlayan uzun bir yolculuktaki son ara limandır.

ESO’daki ALMA Anten Projesi Yöneticisi Stefano Stanghellini şöyle diyor: “Avrupalı ilk ALMA anteninin Chajnantor’a ulaştığını görmek çok sevindirici. Bu teknoloji şaheserleri bu kuru platoda evreni araştırmak için kullanılacak.”

ALMA’nın Erken Bilimsel gözlemlerinin bu yıldan sonra başlaması planlandı. Fakat ALMA halen inşa halinde, 16-anten dizgesi şu anda bile bu türdeki tüm diğer teleskoplardan üstün durumda. Dünyanın her yerinden gökbilimciler Erken Bilimsel Gözlemler için yaklaşık 1000 proje başvurusunda bulundular. Bu seviyede bir talep, ilk Erken Bilim safhası süresince yürütülmesi beklenen sayının nerdeyse dokuz katı, araştırmacıların ALMA’yı kullanmak için ne kadar heyecanlı oldukları bu erken safhada bile görülüyor.

OSF’den Chajnantor platosuna olan son adım görece kısa bir yolculuk, fakat ALMA için büyük bir fark demek. Platonun artan yüksekliği sayesinde - OSF’den 2100 metre daha yüksek - milimetre ve milimetrealtı dalgaboylarında gözlem yapabilmek için hayati önemde olağanüstü kuru koşullar sağlanıyor.

Chajnantor ALMA için mükemmel olsa da, oldukça yüksek olması ve oksijen yetersizliği yerleşkenin insan ziyaretçilerine keyifli bir ortam sunmuyor. Chajnantor’da bir Teknik Bakım Binası bulunsa da - aslında burası dünyanın en yüksekteki binalarından birisi - ALMA üzerinde çalışan insanlar mümkün olduğunca işlerini daha aşağıdaki OSF yerleşkesinde, teleskopları uzaktan kullanarak yapıyorlar.

Uluslararası bir gökbilim tesisi olan ALMA, bir Avrupa, Kuzey Amerika ve Doğu Asya ortaklığıdır ve projede Şili Cumhuriyeti ile işbirliği yapılmaktadır. ALMA’nın inşasını ve faaliyetlerini Avrupa adına ESO, Kuzey Amerika adına Ulusal Radyo Astronomi Gözlemevi (NRAO) ve Doğu Asya adına Japon Ulusal Gökbilim Gözlemevi (NAOJ) yürütmektedir. ALMA Ortak Gözlemevi (JAO) inşanın birleştirilmiş liderlik ve yönetimini, görevlendirmesini ve ALMA’nın işletimini sağlamaktadır.

2013'te yapımı tamamlandığında, ALMA milimetre ve milimetre-altı dalgaboyu ışıkta gözlem yapan, birlikte çalışarak tek bir güçlü teleskop gibi davranacak toplamda son teknoloji ürünü 66 antene sahip olacak. ALMA Büyük Patlama'dan kaynaklanan radyasyonun yanısıra, Samanyolu ve ötesindeki soğuk moleküler gaz ve tozu gözleyerek, gökbilimcilere gezegenlerin, yıldızların, gökadaların ve hatta Evren'in kendisinin kökenini araştırmalarında yardımcı olacak.

Son taşınanı da içeren 25 Avrupa ALMA anteni ESO’nun Avrupa AEM Konsorsiyumu ile yaptığı sözleşme ile sağlanmaktadır. ALMA’da ayrıca Kuzey Amerika’dan 25 ve Doğu Asya’dan 16 anten bulunacaktır.

Notlar:

[1] AEM Konsorsiyumu, Thales Alenia Space, Avrupa Endüstri Mühendisliği ve MT-Mekatronik'ten oluşmaktadır.


Kaynak:ESO Basın Açıklaması/Kurumsal Bülten(28 Temmuz 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:14
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
25 Ekim 2011       Mesaj #26
Avatarı yok
Yasaklı
VST'den Aslan Üçlüsü Gözlemi - Ve Ötesi

ESO'nun Paranal Gözlemevi'nde bulunan yeni VLT Tarama Teleskobu (VST) ve OmegaCAM kamerası ile alınan görüntü, Aslan Takımyıldızı'ndaki parlak gökada üçlüsünü göstermektedir. Ancak bir gökbilimcinin dikkatini çekecek olan, ön plandaki gökadalardan ziyade arka plandaki sönük cisimlerdir. VST ile alınan bu sönük cisimlerin keskin görüntüsü teleskobun ve OmegaCAM'in uzak Evren'i haritalamadaki gücü hakkında ipuçları veriyor.

VST [1], ESO Paranal Gözlemevi'nin en yeni üyesidir (ESO1119). Son teknoloji ürünü 2.6 metrelik teleskop, 268 megapiksellik dev kamera OmegaCAM [2] ile donatılmıştır. Adından da anlaşılacağı üzere, VST görünür ışıkta gökyüzünü taramaya adanmıştır ve bu amaç için hazırlanmış dünyadaki en büyük teleskoptur. Aslan Üçlüsü'nün bu geniş görüntüsü, VST ve kamerasının çektiği görüntülerin mükemmel kalitesini gözler önüne sermektedir.

Aslan Üçlüsü, Yer'den yaklaşık 35 milyon ışıkyılı uzaklıkta bulunan, muhteşem bir etkileşen gökadalar grubudur. Bu görüntüde, gökada disklerinin görüş doğrultumuzla yaptıkları açılar nedeniyle net olarak görülemese de her biri kendi gökadamız Samanyolu gibi birer sarmal gökadadır. Görüntünün sol tarafında bulunan NGC 3628, gökada düzlemi boyunca uzanan kalın, toz şeritleri ile kenardan görülmektedir. Messier cisimleri, M65 (sağ üst) ve M66 (sağ alt) ise, sarmal kolları görülecek şekilde yatmışlardır.

Büyük teleskoplar normalde tek bir seferde bu gökadalardan sadece birini (potw1026a ve ESO0338c) görüntülemeye çalışabiliyorlar, ancak VST'nin – dolunayın iki katı kadar – görüş alanı grubun tüm üyelerini tek bir kare içine alabilecek kadar geniştir. VST ayrıca bu görüntünün arkaplanında bulunan ve leke gibi görülen çok sayıda daha sönük ve uzak gökadaları da açığa çıkarmaktadır.

Aynı zamanda yeni görüntünün önplanında, gökadamızda bulunan ve farklı parlaklıklara sahip yıldızlar nokta benzeri olarak görülebilmektedir. VST'nin bilimsel amaçlarından bir diğeri ise, Samanyolu'nda bulunan kahverengi cüce yıldızlar, gezegenler, nötron yıldızları ve karadelikler gibi çok daha sönük cisimleri araştırmaktır. Bu cisimlerin gökadamızın çevresine nüfuz ettikleri ancak genelde geniş teleskoplarla dahi fark edilemeyecek ölçüde sönük oldukları düşünülmektedir. VST, bu, doğrudan bulunması zor cisimleri dolaylı olarak tespit edebilmek ve gökada çevresini inceleyebilmek için mikromerceklenme [3] adı verilen bir olgudan kaynaklanan ve kolay fark edilemeyen olayları arayacak.

Bu araştırmalar ışığında, VST'nin, gökada çevresinin içeriğinin büyük kısmını oluşturduğu düşünülen karanlık madde hakkındaki düşüncelerimizi geliştireceği tahmin edilmektedir. Bu madde ve aynı zamanda karanlık enerjinin doğası hakkındaki ipuçlarının, VST'nin uzak Evren araştırmaları ile bulunabileceği düşünülmektedir. Teleskobun gelecekte keşfedeceği uzak gökada kümeleri ve yüksek-kırmızıya kayma kuasarları ile gökbilimcilerin erken Evren'i anlamalarına ve evrenbiliminin uzun süredir cevaplanmayı bekleyen sorularına yanıt bulabilmelerine yardımcı olacaktır.

Aynı zamanda, bu görüntü Güneş Sistemi içinde bulunan ve çekim sırasında görüntü boyunca geçen, yere oldukça yakın birkaç göktaşının izlerini barındırmaktadır. En az on tanesinin bu görüntüde görülebildiği bu izler kısa, renkli çizgiler [4] şeklindedir. Aslan'ın, Güneş Sistemi düzleminde bulunan bir zodyak takımyıldızı olması nedeniyle göktaşı sayısı oldukça fazladır.

Bu görüntü üç farklı filtre ile çekilmiş görüntülerin birleştirilmiş halidir. Yakın – kırmızı ötesi filtreden geçen ışık kırmızı, tayfın kırmızı bölgesindeki ışık yeşil, ve yeşil ışık ise mor renkte gösterilmiştir.

Notlar:

[1] VST programı INAF - Osservatorio Astronomico di Capodimonte, Naples, İtalya ve ESO ortak girişimidir.

[2] OmegaCAM Hollanda, Almanya ve İtalya’daki enstitüler ve büyük oranda ESO’nun katkılarıyla tasarlanmış ve inşa edilmiştir.

[3] Mikromercekleme uzak bir yıldızdan gelen ışık üzerindeki kütleçekim etkisi ile anlaşılan, sönük fakat büyük kütleli bir nesnenin varlığı ile oluşan kütleçekimsel bir mercekleme olayıdır. Eğer şanslıysak, sönük nesne, daha uzaktaki yıldızla olan görüş doğrultumuza oldukça yakın geçer, ve onun kütleçekim alanı arkaplandaki yıldızdan gelen ışığı büker. Bu sayede arkaplan yıldızının ışığında ölçülebilir bir artış gerçekleşir. Mikromerceklenme olayı nadir gerçekleşen hizalanmalara dayandığı için, genellikle potansiyel olarak oldukça çok sayıda arkaplan yıldızını gözleyen büyük taramalarla bulunmaktadır.

[4] Bunlar ya yeşil ya da mor/kırmızı iz çiftleridir.Bunun nedeni son renkli görüntüyü elde etmek için kullanılan yeşil kanal pozlarının, aynı gecede sırayla alınan kırmızı ve mor filtrelerden farklı bir gecede kullanılmasıdır.


Kaynak: ESO Basın Açıklaması/Görüntülü Bülten(27 Temmuz 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:17
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
28 Ekim 2011       Mesaj #27
Avatarı yok
Yasaklı
Cüce Gezegenin Sönük Yıldız Işığını Engellediği Doğru Bir Şekilde Tahmin Edildi

Gök bilimciler, ilk defa onu sönük bir yıldızın önünden geçerken yakalayarak, uzak cüce gezegen Eris’in çapını doğru bir şekilde ölçtüler. Bu olay ESO’ ya ait La Silla Gözlemevi'nde bulunan Belçika’ya ait TRAPPIST teleskobunu da içeren teleskoplarla 2010 sonunda görüldü. Gözlemler Eris’in Pluto’nun neredeyse mükemmel ikizi olduğunu gösteriyor. Eris çok yansımalı bir yüzeye sahip gözüküyor ki bu bize onun eşit bir şekilde dağılmış ince bir buz katmanı ile kaplandığını, muhtamelen donmuş bir atmosfere sahip olduğunu önermektedir.

Kasım 2010’da, uzak cüce gezegen Eris görünürlükten kaybolma olayı olarak adlandırılan arkada kalan sönük bir yıldızın önünden geçti. Bu tür olaylar cüce gezegenin çok uzak ve küçük olmasından dolayı gözlemlenmesi zordur ve nadir olarak meydana gelmektedir. Eris’in içinde olduğu bir sonraki olay 2013 e kadar meydana gelmeyecektir. Görünürlükten kaybolma olayı uzak bir Güneş Sisteminin boyutunu ve şeklini ölçmenin en doğru, çoğunlukla da tek, yoldur.

Görünürlükten kaybolma için aday yıldız ESO’ya ait La Silla Gözlemevindeki 2.2 metrelik MPG/ESO teleskobundan elde edilen resimlerinin incelenmesi sonucunda belirlendi. Gözlemler çeşitli üniversitelerden (başlıca Fransa, Belçika, İspanya ve Brezilya) Gökbilimciler takımı tarafından -diğerleri ile beraber- La Silla’da yer alan TRAPPIST [1] (Geçiş Yapan Gezegenler ve Gezegen Benzerleri Küçük Teleskobu, ESO1023) teleskobunu kullanarak dikkatlice planlandı ve gerçekleştirildi.

“Güneş Sisteminde Neptün’ün ötesindeki küçük bedenlerin görünürlük kaybolmalarını gözlemleme büyük hassasiyet ve dikkatli bir planlama gerektiriyor. Bu Eris’in boyutunu ölçmenin en iyi yolu, gerçekte oraya gitmenin en kısa yoludur,” diye açıklıyor baş yazar Bruno Sicardy.

Görünürlükten kaybolma gözlemleri Dünya etrafında cüce gezegenlerin gölgesinin tahmin edilen yolu üzerinde amatör gözlemevlerindeki pek çok teleskobu da içeren 26 farklı noktada başlatıldı, fakat sadece iki bölge olayı doğrudan gözlemleyebildi, her ikisi de Şili’de yer alıyordu. Bir tanesi ESO’ya ait La Silla Gözlemevindeki TRAPPIST teleskobunu kullanan idi, diğeri San Pedo, Atacam’da yer alıyordu ve iki teleskop [2] kullanmıştı. Üç teleskobun hepsi Eris uzak yıldızın ışığını engellediğinde parlaklıkta ani düşüşü kaydettiler.

İki Şili bölgesinden bir araya getirilen gözlemler işaret eiyor ki Eris dairesel şekle yakındır. Bu ölçümler geniş dağların varlığı tarafından bozulmadığı müddetçe onun şeklini ve boyutunu doğru bir şekilde vermelidir. Yine de bu tür özellikler geniş buz bedeni üzerinde pek olası değildir.

Eris 2005’te Güneş Sistemi dışındaki en büyük nesne olarak tanımlanmıştı. Onun keşfi cüce gezegenler olarak adlandırılan yeni cisimler sınıfının oluşturulmasına neden olan ve 2006 da Pluto’nun gezegenden cüce gezegene yeniden sınıflandırılmasına neden olan faktörlerden biri olmuştur. Eris şu anda güneşe Pluto’nun olduğundan 3 kat daha fazla uzaklıktadır.

Diğer motodlar kullanılarak yapılan önceki gözlemler Eris’in 3000 kilometrelik çapı ile muhtemelen Pluto’dan % 25 civarı daha büyük olduğunu önerirken, yeni inceleme iki cisimin de aynı boyutta olduğunu ispatlamaktadır. Eris’ in yeni kararlaştırılan çapı 12 kilometrelik doğruluk payı ile 2326 kilometredir. Bu onu boyutunun çapı tahmini olarak 2300 ila 2400 kilometre arasında olan emsali Pluto’nunkinden daha fazla bilinir yapmaktadır. Pluton’un çapı görünürlükten kaybolma ile doğrudan tespit edebilmeyi imkansız kılan atmosferinin varlığından dolayı ölçülmesi çok daha zordur. Eris’in uydusu Dysnomia’nın [3] hareketi Eris’in kütlesinin tahmin edilmesinde kullanıldı. Pluto’dan [4] % 27 daha ağır olarak bulundu. Çapıyla birlikte, bu Eris’in yoğunluğunu verdi, cm küp başına 2.52 gram olarak tahmin edildi. [5]

“Bu yoğunluk Eris’in muhtemelen geniş bir kayalık olduğu, göreceli olarak ince bir buz örtüsü ile kaplı olduğu anlamına geliyor,” diye yorumluyor araştırmaya katılmış olan Emmanuel Jehin. [6]

Eris’in yüzeyinin aşırı derecede yansıtmalı olduğu bulundu, üzerine düşen ışığın % 96 sını yansıtmakta ( 0.96 lık görünür bir yansıtma oranı [7] ). Bu Dünya’daki taze kardan daha parlaktır ki Eris’i Saturün’ün buzlu ayı Enceladus ile beraber Güneş sistemindeki en yansıtıcılı nesne yapmaktadır. Eris’in parlak yüzeyi gezegenin yüzeyini 1 milimetreden daha az ince ve çok yansıtıcılı bir buz katmanı ile kaplayan donmuş metan ile karışık daha ziyade nitrojence zengin buzdan oluşmaktadır – gezegenin tayfında işaret edildiği gibi.

“Bu buz katmanı onun kendi uzanmış yörüngesi ve artan bir şekilde soğuk çevresi içinde güneşten uzakta hareket ettikçe yüzeyi üzerinde daha da donan cüce gezegenin nitrojen ya da metan amosferinin yoğunlaşmasından kaynaklanıyor olabilir,” diye ekliyor Jehin. Buz o zaman Eris , yaklaşık olarak 5.7 milyar kilometre uzaklıkta, güneşe en yakın noktasına yaklaşıyor iken gaza geri dönüşüyor olabilir.

Yeni sonuçlar aynı zamanda takımın cüce gezegenin yüzey sıcaklığı için yeni bir ölçüm yapabilmesine olanak sağlamaktadır. Tahminler Erisi’in yüzey sıcaklığının güneşe denk gelen kısımı için an fazla -238 derece, gece tarafında daha da düşük sıcaklıklar, olduğunu önermektedir.

“Eris gibi küçük ve uzak nesneyi göreceli olarak küçük teleskoplar kullanarak sönük bir yıldızın önünden geçmesini izleyerek keşfedebilmemiz ne kadar da olağanüstü bir şey. Cüce gezegen sınıfının oluşttulmasından beş yıl sonra ,onun bir üyesi hakkında bilgi elde edinebiliyoruz,” diye sonlandırıyor Bruno Sicardy.

Notlar:

[1] TRAPPIST ,La Silla Gözlemevinde kurulmuş en son robotik teleskoplardan biridir. 0.6 metrelik ana aynasıyla,2010 Haziran ayında başlatılmıştır ve başlıca olarak güneş sistemi dışı gezegen ve kuruklu yıldız araştırmalarına adanmıştır. Teleskop Belçika Bilimsel Araştırma Fonu ( FRS-FNRS ) tarafından İsviçre Ulusal Bilim Kurumu ortaklığıyla kurulmuş bir projedir ve Liège'den kontrol edilmektedir.

[2] Caisey Harlingten ve ASH2 teleskopları

[3] Eris Yunan kaos ve kavga tanrıçasıdır. Dysnomia Eris' in kızıdır ve kanunsuzluğun tanrıçasıdır.

[4] Eris'in kütlesi 1.66 x 1022 kgdır, Ay'ın kütlesinin % 22 sine karşılık gelmektedir.

[5] Karşılaştırmak istersek, Ay'ın yoğunluğu cm küp başına 3.3 gramdır, ve suyunki cm küp başına 1.00 gramdır.

[6] Yoğunluk değeri önermektedir ki Eris başlıca kayadan ( % 85 ) ve küçük bir buz içeriğinden ( % 15 ) oluşmaktadır. Sonuncu olanı yaklaşık 100 kilometre kalınlıkta geniş kayalık çekirdeğini saran bit katman olması olasıdır. Çokça su buzu olan bu çok kalın katman yüzeyini o kadar yansımalı yapan Eris'in üzerindeki çok ince donmuş atmosfer ile karıştırılmamalıdır.

[7] Bir nesnenin yansıtma oranı üzerine düşen ışığın emmek yerine uzaya geri gönderdiği ışığa olan oranıdır. Yansıtma oranı 1 mükemmel yansıtmaya, yani beyaza, karşılık gelmekte iken 0 tamamen emmeye, yani siyaha, karşılık gelmektedir. Örnek vermek istersek, Ayın yansıtma oranı sadece 0.136 dır, kömürünküne benzer.

Bu araştırma Nature dergisinin 27 Ekim 2011 tarihli sayısında yayınlanmıştır.


Kaynak:ESO Basın Açıklaması/Bilim Bülteni(26 Ekim 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:18
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
29 Ekim 2011       Mesaj #28
Avatarı yok
Yasaklı
Kozmik Süper Kabarcık

Gökadamız Samanyolu’nun uydu gökadalarından biri olan Büyük Macellan Bulutu’ndaki NGC 1929 yıldız kümesi etrafında bulunan bir bulutsunun çarpıcı görüntüsü ESO’nun Çok Büyük Teleskobu (VLT) ile elde edildi. Gökbilimcilerin süper kabarcık ismini verdikleri dev bir örnek buradaki yıldız doğumevine hakim durumdadır. Süpernova patlamalarından gelen şok dalgaları ve parlak genç yıldızlardan gelen rüzgarlar nedeniyle yapısında bozulmalar meydana gelmiştir.

Büyük Macellan Bulutu, Samanyolu'nun küçük gökada komşularından biridir. Gaz ve toz bulutlarının yeni yıldızları meydana getirdiği birçok bölge içermektedir. NGC 1929'un etrafındaki buna benzer bir bölgenin yeni bir görüntüsü ESO'nun Çok Büyük Teleskobu ile yakın çekim halinde gösterilmektedir. Bu bulutsu resmi olarak LHA 120-N 44 ya da sadece N 44 olarak bilinmektedir. NGC 1929'daki sıcak genç yıldızlar yoğun morötesi ışık yayarak gazların parlamasını sağlamaktadırlar. Bu etki 325 ila 250 ışık yılı boyunda ismine uygun geniş bir malzeme kabuğu şeklindeki süper kabarcığa dikkat çekmektedir. Karşılaştırma yaparsak, Güneş'e en yakın yıldızın uzaklığı sadece dört ışık yılının biraz üzerindedir.

N 44 süper kabarcığı iki işlemin birleşmesiyle oluşmuştur. İlk önce, yıldız rüzgarları - merkezi kümedeki oldukça sıcak ve büyük kütleli yıldızlardan gelen yüklü parçacık akışları - merkezi bölgeyi temizlemiştir. Daha sonra büyük kütleli küme yıldızları süpernova şeklinde patlayarak şok dalgaları yaratmış ve gazı parlayan kabarcıktan dışarıya doğru itmiştir.

Süper kabarcık yıkıcı süreçlerce şekillendirilmiş olmasına rağmen, gazın sıkıştırıldığı sınır bölgeleri civarında yeni yıldızlar oluşmaktadır. Kozmik ölçekte bir geridönüşüm süreci gibi, oluşan yeni nesil yıldızlar NGC 1929'a yeni bir yaşam sunacaktır.

ESO tarafından oluşturulan bu görüntü ESO'nun Gizli Hazineler 2010 gökyüzü fotoğrafçılığı yarışmasına [2] Arjantin'den katılan Manu Mejias'ın [1] seçtiği gözlemsel verilere dayanmaktadır. Profesyonel teleskoplarla elde edilen gökbilim verilerini kullanarak geceleyin gökyüzünün ihtişamlı görüntülerini oluşturmaktan hoşlanan herkese açık olan yarışma ESO tarafından Ekim-Kasım 2010 tarihlerinde düzenlenmiştir.

Notlar:

[1] NGC 1929 görüntüsünü oluşturmak için ESO'nun arşivini ve belirlenmiş veri setlerini araştıran Manu'nun görüntüsü, 100 başvuru arasından yedinci olmuştur. Orjinal çalışmasına buradan ulaşabilirsiniz.

[2] ESO'nun Gizli Hazineler 2010 yarışması amatör gökbilimcilere ESO'nun geniş gökbilim veri arşivlerini araştırma olanağı tanıyarak katılımcılardan gizli kalmış hazineleri ortaya çıkarması beklenmiştir. Gizli Hazineler hakkında daha fazlasını öğrenmek için ziyaret edebileceğiniz adres=>ESO


Kaynak:ESO Basın Açıklaması/Görüntülü Bülten(20 Temmuz 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:29
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
30 Ekim 2011       Mesaj #29
Avatarı yok
Yasaklı
Süper Kütleli Bir Karadeliği Harekete Geçiren Nedir?

ESO’nun Çok Büyük Teleskobu (Very Large Telescope) ve ESA’nın XMM Newton X-Işın uzay gözlemevinden elde edilen verilerin birleştirildiği yeni bir çalışma ile büyük bir sürpriz ortaya çıkarıldı. Gökadaların merkezlerindeki çok büyük kütleli karadeliklerin çoğunun geçen 11 milyar yılda, daha önceden düşünüldüğü gibi gökadalar arası çarpışmalarla faaliyete geçmediği ortaya çıktı.

Hepsinin değilse de büyük gökadaların çoğunun merkezinde milyonlarca ya da bazen milyarlarca Güneş kütlesine sahip süper kütleli karadelikler bulunmaktadır. Gökadamız Samanyolu da dahil olmak üzere birçok gökadanın merkezindeki karadelik durağandır. Ancak bazı gökadalarda özellikle Evrenin erken geçmişindekilerde merkezi canavarlar karadeliğin üzerine madde düştükçe şiddetli ışınım yayan maddeyle ziyafet çekmektedir.

Uyuyan bir karadeliği harekete geçiren maddenin nereden geldiği ve söz konusu gökadanın merkezindeki şiddetli patlamaları tetikleyerek aktif galaktik çekirdeğe dönüştürdüğü çözülememiş bir gizemdir. Şimdiye kadar, çok sayıda gökbilimci bu aktif çekirdeklerin çoğunun iki gökadanın çarpışmasıyla ya da birbirlerinin yakınından geçmesi ve bozulmuş maddenin merkezi karadeliğin yakıtı olduğunu düşünüyordu. Bununla beraber, yeni sonuçlar bu fikrin birçok aktif gökada için yanlış olabileceğine işaret etmektedir.[1]

Viola Allevato (Max-Planck-Institut für Plasmaphysik; Excellence Cluster Universe, Garching, Almanya) ve COSMOS işbirliğinden [2] uluslararası bilim adamı ekibi COSMOS alanı denilen derinlemesine çalışılmış gökyüzü parçasındaki 600’den fazla söz konusu aktif gökadayı detaylı olarak incelemişler. [3] Beklenildiği gibi, gökbilimciler geçen 11 milyar yılda aktif gökadaların merkezi bölgelerinin yalnızca kısmen parlak olmalarına rağmen, son derece parlak aktif çekirdeklerin nadir olduğunu bulmuşlardır. Ancak beklenmedik bir şey vardı; yeni veriler bu daha yaygın, az parlak aktif gökadaların büyük çoğunluğunun gökadalar arası çarpışmalarla tetiklenmediğini göstermiştir. [4]

Aktif galaktik çekirdeğin varlığı ESA’nın XMM Newton uzay gözlemevinin yakalamış olduğu karadeliğin etrafından yayınlanan X-ışınlarıyla ortaya çıkmıştır. Ardından bu gökadalar ESO’nun Çok Büyük Teleskobuyla (VLT) gözlenerek uzaklıkları ölçülebilmiştir. [5] Ekip, gözlemler birleştirildiğinde bu gökadaların bulundukları yerleri gösteren üç boyutlu bir harita elde etmiştir.

Çalışmanın yazarlarından biri olan Marcella Brusa “Beş yıldan fazla sürdü, ancak X-ışın gökyüzündeki aktif gökadaların en büyük ve eksiksiz envanterini oluşturduk.” diyor.

Gökbilimciler bu yeni haritayı kullanarak aktif gökadaların nasıl dağılmış olduğunu bulabilir ve bunu teorik olarak yapılan öngörülerle kıyaslayabilirler. Ayrıca, Evren yaşlandıkça, yaklaşık 11 milyar yıl önceden neredeyse günümüze kadar, dağılımın nasıl değiştiğini de görebilirler.

Ekip, aktif çekirdeklerin çoğunluğunun karanlık maddesi çok olan büyük kütleli gökadalarda olduğunu bulmuştur. [6] Bu bir sürpriz olmuştur ve teoriden yapılan öngörülerle uyuşmamaktadır. Eğer en aktif çekirdekler gökadalar arasındaki çarpışmalar ve kaynaşmaların bir sonucu ise orta kütleli (Güneş’in yaklaşık bir trilyon katı) gökadalarda bulunmalıydı. Ekip en aktif çekirdeklerin kaynaşma teorisiyle öngörülen değerden yaklaşık 20 kat daha büyük kütleli gökadalarda olduğunu bulmuştur.

Yeni makalenin başyazarı Viola Allevato “Bu yeni bulgular süper kütleli karadeliklerin yemeklerine başlamadan önce nasıl olduklarına dair ipuçları veriyor” diyor. “Karadeliklerin gökada çarpışmaları yerine, genellikle gökada içindeki disk kararsızlıkları ve yıldız patlamaları gibi süreçlerle beslendiklerine işaret ediyor.”

Çalışmaya danışmanlık yapan Alexis Finoguenov “11 milyar yıl öncesi gibi uzak geçmişte bile gökada çarpışmaları orta parlaklıktaki aktif gökadaların küçük bir kısmı için düşünülebilir. O zamanlarda gökadalar birbirine daha yakın olduğundan kaynaşmalar yakın geçmiştekinden daha sık meydana geliyordu, o yüzden yeni sonuçlar çok şaşırtıcıdır.” diye ekliyor.

Notlar:

[1] Büyük Patlama’dan yaklaşık üç ila dört milyar yıl sonra Evrende en parlak aktif gökadalar yaygındı ve daha sonra daha sönük cisimler Büyük Patlama’dan yaklaşık sekiz milyar yıl sonra en yüksek değerlerine ulaşmıştır.

[2] Yeni çalışma iki büyük Avrupa gökbilim programına dayanmaktadır: Profesör Günther Hasinger tarafından öncülük edilen COSMOS alanı XMM Newton taraması ve Profesör Simon Lilly tarafından öncülük edilen ESO’nun zCOSMOS’u. Bu programlar, ESO’nun Çok Büyük Teleskobu ve diğer yer tabanlı tesisler tarafından yapılan gözlemlere ek olarak, NASA/ESA Hubble Uzay Teleskobu, ESA’nın XMM Newton ve NASA’nın Chandra X-ışın Teleskobuyla beraber NASA’nın Kırmızı Ötesi Spitzer Uzay Teleskobu ile bir gökyüzü parçasını uluslararası gözlemleme çalışması olan COSMOS girişiminin bir bölümüdür.

[3] COSMOS alanı, Sextans takımyıldızında gökyüzünde dolunaydan yaklaşık on kat daha büyük bir alandır. Farklı dalgaboylarında çok sayıda teleskop tarafından haritalanmıştır, bu yüzden bir dizi çalışma bu değerli verilerden faydalanabilecektir.

[4] NASA/ESA Hubble Uzay Teleskobu ile elde edilen (heic1101) geçen yıl yayınlanan çalışma göreli olarak yakın gökadalardan oluşan bir örnekte, gökadalardaki aktif çekirdekler ve kaynaşmalar arasında güçlü bir bağ olmadığını göstermiştir. Çalışmada geçmişte sekiz milyar yıl geriye gidilmiş, ancak yeni çalışma bu sonucu gökadaarın daha da yakın olduğu zamana 3 milyar yıl daha önceye götürmüştür.

[5]Ekip gökadalardan gelen sönük ışığı bileşen renklerine ayırabilmek için VLT üzerindeki tayfçekeri kullanmıştır. Dikkatli analizlerden sonra kırmızıya kaymayı belirlemeleri mümkün olmuştur: gökadalardan yayınlandıktan sonra ışığın ne kadarı Evrenin genişlemesiyle uzamıştır ve böylelikle ne kadar uzaktadırlar? Çünkü ışık sonlu bir hızda hareket ettiğinden bu aynı zamanda bu uzak nesneleri zamanda ne kadar geride gözlediğimizi söyler.

[6] Karanlık madde, büyük bir kısmı görünür olmayan, hepsi olmamakla beraber Samanyolu da dahil pek çok gökadada bulunan gizemli bir maddedir. Yazarlar her gökadadaki karanlık madde miktarını yeni çalışmalarındaki toplam kütleleri veren dağılımdan hesaplamışlardır.


Kaynak:ESO Basın Açıklaması/Bilim Bülteni(13 Temmuz 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:25
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
31 Ekim 2011       Mesaj #30
Avatarı yok
Yasaklı
Uzayda Hidrojen Peroksit Keşfedildi

Yıldızlar arası ortamda ilk kez Hidrojen peroksit molekülleri belirlendi. Bu keşif, hayat için çok önemli olan su ve oksijen molekülleri arasındaki bağlantı hakkında ipuçları sağlamaktadır. Hidrojen peroksit, Dünya’nın atmosferindeki su ve ozonun kimyasında anahtar bir role sahip olup, dezenfektan ve saç ağartıcı özellikleriyle de tanınmaktadır. Şimdi ise bu molekülün uzaydaki varlığı, ESO’nun Şili’de bulunan APEX teleskobunu kullanan gökbilimciler tarafından ilk kez belirlenmiştir.

Bu keşfi, bir uluslararası gökbilimciler grubu, Şili Andları’ nda deniz seviyesinden 5000 metre yükseklikteki Chajnantor platosunda bulunan Atacama Rehber Deneyi teleskobu (APEX) ile yapmıştır. Bu bilim insanları, gökadamızda bizden 400 ışık yılı uzaklıkta bulunan Rho Ophiuchi yıldız sistemi yakınlarındaki bir bölgeyi gözlemlemişlerdir. Bu bölge, yeni yıldızların doğmakta olduğu çok soğuk (yaklaşık -250 derece Celsius) ve yoğun kozmik gaz ve toz bulutlarını içermektedir. Bu bulutlar, ağırlıklı olarak Hidrojen’den oluşsalar da eser miktarda diğer kimyasallar da içermekte ve uzayda moleküllerin varlığını araştıran gökbilimciler için önemli bir araştırma hedefi olmaktadırlar. APEX gibi milimetre ve milimetre altı dalga boylarında gözlem yapan teleskoplar, bu moleküllerden gelecek işaretleri ortaya çıkarmak için uygundurlar.

Şimdi, bu gök bilimciler grubu, Rho Ophiuchi bulutlarının bir kısmından gelen ve Hidrojen peroksit tarafından yayılan ışığın karakteristik izlerini keşfetmişlerdir.

İsveç’teki Onsala Uzay Gözlemevi’nden gökbilimci Per Bergman, “APEX ile Hidrojen peroksitin izlerini keşfetmekten çok heyecan duyduk. Laboratuvar deneylerinden hangi dalga boylarına bakacağımızı biliyorduk, ancak söz konusu buluttaki Hidrojen peroksit 10 trilyon moleküle bir molekül miktarında, bu yüzden belirlemek için çok dikkatli gözlemler gerekti ”, diye konuşmuştur. Bergman, Astronomy & Astrophysics dergisinde yayınlanan bu çalışmanın ilk yazarı.

Hidrojen peroksit (H2O2), hem gökbilimciler hem de kimyacılar için öneme sahip bir moleküldür. Oluşumu, iyi bilinen ve yaşam için kritik olan Oksijen ve su molekülleriyle yakından bağlantılıdır. Gezegenimizdeki suyun büyük kısmının uzaydan geldiği düşünüldüğü için bilim insanları uzayda suyun nasıl oluştuğunu anlamak istemektedirler. [1]

Hidrojen peroksitin, uzayda kum ve isi andıran çok küçük kozmik toz taneciklerinin yüzeylerinde Hidrojen’in ( H ) Oksijen molekülüne (O2) eklenmesiyle oluştuğu düşünülmektedir. Hidrojen peroksitin daha fazla Hidrojen’le tepkimeye girmesi ise suyun (H2O) oluşmasını sağlayan bir yoldur. Bu yüzden, Hidrojen peroksitin uzayda keşfi, gökbilimcilerin suyun Evren’de oluşumunu daha iyi anlamalarına olanak sağlayacaktır.

Almanya’da Max-Planck Radyo Astronomi Enstitüsü’nde yıldız oluşumu ve Astrokimya alanında çalısan Emmy Noether araştırma grubunun başında bulunan ve bu makalenin de yazarlarından biri olan Bérengère Parise, “henüz Dünya’daki en önemli moleküllerden bazılarının uzayda nasıl oluştuğunu anlamadık. Öte yandan, APEX ile Hidrojen peroksitin keşfi, bize kozmik tozda şimdiye kadar eksik sandığımız bir bileşenin bu oluşum sürecinin içinde yer aldığını gösteriyor gibi görünmektedir.”, diye konuşmuştur.

Bu önemli moleküllerin kökenlerinin birbiriyle ilişkisini anlamak için, Rho Ophiuchi ve diğer yıldız oluşumunun gözlendiği bulutları gelecekte yapılması planlanan Atacama Büyük Milimetre/milimetre altı Dizisi (ALMA) gibi teleskoplarla daha fazla gözlemlemeye ve Dünya’daki laboratuvarlarda çalışan kimyacılardan yardım almaya gerek vardır.

APEX, Max-Planck Radyo Astronomi Enstitüsü (MPIfR), Onsala Uzay Gözlemevi (OSO) ve ESO’nun ortak işbirliğinin ürünüdür. Bu teleskop, ESO tarafından işletilmektedir.

Notlar:

[1] Hidrojen peroksitin bu yeni keşfi astronomların başka bir yıldızlararası gizemi aydınlatmalarına da olanak sağlayabilir: Oksijen moleküllerini uzayda bulmanın neden bu kadar zor olduğunu. Oksijen molekülleri uzayda ilk kez Odin uydusu tarafından 2007'de keşfedilebildi.


Kaynak:ESO Basın Açıklaması/Bilim Bülteni(06 Temmuz 2011)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen nötrino; 5 Nisan 2016 00:23

Benzer Konular

4 Aralık 2014 / Misafir Uzay Bilimleri
16 Eylül 2008 / virtuecat Coğrafya
27 Nisan 2009 / HipHopRocK Siyasal Bilimler
27 Nisan 2009 / HipHopRocK Siyasal Bilimler