KANAAT, -tl a. (ar. kanaat).
1. Bir şeyle yetinme, daha çoğunu istememe, elinde- kini yeterli bulma.
2. Bir kimseye, bir şeye beslenen güven, inanç: Başarabileceğine kanaatim yok.
3. Bir kimsenin herhangi bir konudaki görüşü, düşüncesi, kanısı: Siyasal kanaatler. Kanaatini söyle.
4. (Bir şeye) kanaat etmek, (onunla) yetinmek, daha fazlasını istememek, (onu) yeterli bulmak: Bu kadarcık paraya nasıl kanaat eder de iyi bir iş aramazsın. Aza kanaat etmek.
5. Kanaşt beslemek, inancında olmak, ummak. || Kanaat getirmek, aklı yatmak, kanmamak, inanmak. || Kanaat sahibi, aç gözlü olmayan, yetingen. || Kanaat uyandırmak, izlenim bırakmak: Bende pek iyi bir kanaat uyandırmadı doğrusu. || Kanaati olmak, bir fikri, bir görüşü olmak: Onun hakkında bir kanaatim yok. ||... kanaatinde olmak, belli bir inançta, görüşte olmak.
—Anayas. huk. Kanaat hürriyeti - DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ.
—Cez. huk. Yargıcın kanaati, ceza yargıcının bir karar verirken o konu hakkında sahip olduğu inanç. (Vicdani delil sistemini kabul eden türk ceza yargılaması hukuku, yargıcın delilleri serbestçe değerlendireceğini, tarafların ileri sürdüğü delillerle bağlı olmayacağını ve bir konunun her türlü delil ile ispat edilebileceğini kabul etmiştir. Yargıç, toplanan delilleri, soruşturma ve yargılama sırasında edineceği kanaate göre değerlendirir. Anayasa'nın 138. maddesi de yargıçların, Anayasa'ya, yasaya ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vereceklerini belirtir.)
—Eğit. Kanaat notu, herhangi bir sınav sözkonusu olmaksızın, öğretmenin genel gözlemlerine dayanarak öğrenciye verdiği not. (Kanaat numarası da denir.)
Kaynak: Büyük Larousse