Arama

Kâr Nedir?

Güncelleme: 24 Şubat 2016 Gösterim: 2.961 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Şubat 2009       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Kâr

Sponsorlu Bağlantılar
isim (kâ:rı) Farsça k¥r

1 .
Alışveriş işlerinin sağladığı para kazancı.

2 .
İş.

3 .
mecaz Yarar, fayda:
"Bundan benim hiçbir kârım yok."- .
4 . ekonomi Üretim faktörlerinden biri olan girişimcinin üretimden aldığı pay.
5 .
ticaret Maliyet fiyatıyla satış fiyatı arasındaki fark.


Atasözü, deyim ve birleşik fiiller
  • kâr bırakmak
  • kâr etmek
  • kâr etmemek
  • kâr getirmek
  • kârını tamam etmek
  • (birinin) kârı olmamak
  • kâr koymak
  • kâr zararın kardeşidir
Birleşik Sözler
  • kâr haddi
  • kâr marjı
  • kâr merkezi
  • kâr payı
  • kâr paylaşımı
  • her hâlükârda
  • akıl kârı

X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Şubat 2016       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM
KÂR a. (fars. söze.).
1. Bir işletmeden ya da bir etkinliğin yerine getirilmesinden elde edilen kazanç; yarar; Şirketin bu yılkı kârı çok yüksek. Kâr amacı gütmeyen bir demek. (Bk. ansikl. böl. ikt.)
Sponsorlu Bağlantılar
2. Bir şeyden (durum ya da eylem) sağlanan yarar: Böyle davranmakta ne kârınız var?
3. Esk. İş, uğraşılan şey, meşguliyet, eylem.
4. Esk. Etki, işleme, nüfuz etme.
5. Esk. Savaş.
6. Kâr bırakmak, kazanç getirmek, sağlamak. || Kâr etmek, kazanç elde etmek; bir şeye iyi gelmek, onu etkilemek: Ucuza alınan mallan daha pahalıya satarak kâr etmek. Bir sürü ilaç verdi, hiçbiri ağrılarıma kâr etmedi. Ona ne dedimse kâr etmedi. || (Birinin) kârı olmamak, bir kimsenin başarabileceği, üstesinden gelebileceği bir iş olmamak: Böyle işler senin kârın olamaz. || Kârını tamam etmek, bir kimseyi öldürmek, ortadan kaldırmak.

—Esk. Kâr-agâh, kâr-dan, kâr-güzar, kâr -perver, iş bilir, becerikli. || Kâr-aşina, kâr -şinas, işten anlar. || Kâr-âzma, kâr- azmûde, kâr-dide, deneyimli. |j Kâr-dar, iş tutan, iş sahibi. || Kâr-ferma, iş buyuran; hükümdar. || Kârgâh ya da kârgeh, iş yapılan yer, atölye, bu dünya: "Zira söz kâr- gâh-ı derûnda dokunmuş bir kumaş-ı bû- kalemûn olduğundan..." (Cevdet Paşa, XIX. yy.). "Fuzuli'nin kalurdı kâr-geh-i sanatı bâtıl" (Fuzuli, XVI. yy.). || Kârgâh-ı kün fekân, evrenin tümü ve bütün varlıklar. || Kârger, iş gören, işçi; etkileyici, etkileyen: ...Ali Paşa, takımını düşürmek istemiş ise de kârger-i tesir olmamıştır" (Cevdet Paşa, XIX. yy.). || Kâr-hane -,KÂRHANE. || Kâr-nüma, iş gösteren; ustanın çırağa göstermek için yaptığı iş. || Kâr-perdaz, iş bölümü yapan; konsolos. || Kârzar - KÂR- ZAR. || Kâr ü bar, iş güç: "Yürürken uyu- yayıdın gideydi senden kâr ü bar" (Yunus Emre, XIII. yy.). || Kâr ü kesb ya da kesb ü kâr, geçim yolu; geçinmek için tutulan meslek edinilen sanat: "Bu yola sülük edenler dahi men ile kâr ü kesbe icbar kı- lınırki..."(EbüzziyaTevfik). || Kâr-ıâkıl, akıllı işi. || Kâr-ı kadim, eski işi, eskiden yapılmış bir eser. || Kâr-ı reva, işe yarar, uygun.

—İkt. Kâr payı, girişimcilerin ulusal gelirden kâr olarak aldıkları tutarın ulusal gelire oranı. || Kâr transferleri, bir ülkede yatırım yapan yabancı sermayenin elde ettiği kârın bir bölümünü yurtdışına aktarması. (Bk. ansikl. böl.) || En düşük kâr, girişimcinin sağlayamadığı takdirde işini sürdürmesinde yarar gömmeyebileceği kâr. (Bu kâr, girişimcinin başka işletmelere hizmetlerini sattığı, sermayesini ödünç verdiği ya da binalarını kiraladığı takdirde elde edeceği gelire denk düşer.) || Gayri safi kâr, gerçekleştirilen kazançların tümü. || Monopol kârı, monopolcü bir firmanın, monopol koşullarından yararlanarak elde ettiği normal kârın üzerindeki kâr || Normal kâr, bir girişimciyi belirli bir üretim alanında tutmak için gerekli kâr miktarı. (Kuramsal olarak, bir sanayi kolunda çalışan firmaların büyük bir bölümü normal kârın üzerinde kâr ediyorsa öteki işletmeler bu üretim alanında çalışmak isteyecek, tersi durumdaysa bu sanayi kolunda çalışan firmalar başka sanayi kollarına geçecektir. Böylece, tam rekabet koşulları altında çalışan girişimcilerin kârları normal kâr düzeyinde belirlenecektir.) || Saf kâr, gerçekleştirilen kârla en düşük kâr arasındaki fark; bazı iktisatçılara göre, "kâr” sözcüğü yalnızca bu kavram için kullanılmalıdır. (Bu durumda, en düşük kâr, üretim maliyetinin bir öğesinden başka bir şey değildir.) I| Safi kâr ya da net kâr, gayri safi kârla işlem ya da etkinliklerin gerçekleştirilmesi için kasadan çekilen tutarların toplamı arasındaki fark. (Bu fark, negatif olduğu zaman zarar var demektir.)

—İkt. düş. tar. Kâr oranının düşme eğilimi, Marx tarafından ileri sürülen, teknik ilerlemenin gelişmesiyle orantılı olarak kâr oranının düşmesi, dolayısıyla da değişken sermayeye (emek) oranla değişmez sermayenin artması şeklindeki tarihsel eğilimi belirleyen ekonomik yasa. || Kâr oranının eşitlenmesi, Marx’a göre, sermayeler kârın en yüksek olduğu kesimlere doğru kaydıkları halde, aralarındaki rekabet dolayısıyla, sonuç olarak her ulus için tek bir kâr oranının oluşması.

—iş huk. işçinin kârdan pay alması, çağdaş işletmecilikte verimin artırılması için başvurulan yollardan biridir, işçilere dağıtılan kâr işletmenin ortaklarına dağıtılan kârdan farklıdır, işçi kârdan pay alsa da işverene bağlı olarak çalışır. Bu nedenle işçinin kârdan aldığı pay, gerçekte bir tür ücrettir işveren, ücretle birlikte kârdan pay verilmesini sözleşmeyle kabul etmişse işçiye ya da onun yerine atanacak tarafsız birine kâr ve zarar konusunda gerekli bilgileri vermek ve hesap defterlerini göstermek zorundadır (Borçlar k. md. 323).

—işi. ikt. Kâr motifi, piyasa ekonomisinde işletme etkinliklerinin ana dürtüsü olan öge. || Kâr payı, bir işletmenin kârından dönem dönem (genellikle yıllık) ortaklarına kendi sermaye payları oranında ayrılan bölüm. (Bu terim, daha çok sermayesi hisse senetleriyle sağlanmış şirketlerde kullanılır.) || Kâr planlaması, bir işletmede en yüksek kârı sağlayabilmek amacıyla kaynakların kullanımını, varlıklara yapılmış olan yatırımın dönüş hızını, alınan kararların rasyonelliğini vb. denetleyerek işletme etkinliklerini en yüksek düzeye çıkarmak üzere yapılan planlama. || Kârdan ziyan, bir işletmenin gerçekten sağlayabileceği kârdan daha az kâr elde etmesi. || Gayri safi kâr, bir işletmede satışların alışlara oranla toplam fazlalığı; bir malın ya da bir hizmetin doğrudan maliyet bedeliyle satış fiyatı arasındaki fark. (Buna GAYRİ SAFİ MARJ da denir.) || Net kâr (işletme kârı), işletmeyle ilgili bütün giderler çıktıktan sonra, giderlere oranla kalan gelir fazlalığı. (Bir işletmenin net kârının hesaplanmasında, bir yandan olağanüstü giderler, öte yandan vergiler göz önünde tutulmalıdır.)

—Muhs. Kâr ve zarar hesabı, günümüzde yerini sonuç hesabı'na bırakmış olan muhasebe belgesi.

—Sey. oy. Kârı kadim, en eski ve klasikleşmiş karagöz fasılları. (Bk. ansikl. böl.)

—ANSİKL. ikt. Emek-değer kuramı taraftarlarına göre, kâr, yatırılan sermayeyle orantılı olarak, emek tarafından yaratılan değer üzerinden alınan bir bölümü belirtir. Örneğin, Ricardo için, kârın global kitlesi, net toplam üretimden ücretlerle (geçim araçları) rant çıkarıldıktan sonra elde edilen bakiyedir “Faiz", kârın sermaye koyucusunun payına düşen bölümüdür. “Faiz" ile "kâr” arasındaki fark, girişimcinin üstlendiği riskin ödülüdür.
Marx'a göre, "kâr”, metanın satışıyla fiilen elde edilen artıdeğerdir. Marx, şöyle der: "Şu halde, kârla [...] artıdeğer aynı şeydir: kâr, artıdeğerin kapitalist üretim biçiminden zorunlu olarak doğan aldatıcı bir biçimidir. Üretim maliyetinin görünür bileşiminde, değişmeyen sermayeyle değişen sermaye arasında herhangi bir fark görülmediğinden, üretim sureci içinde oluşan değer değişikliğinin kaynağı, zorunlu olarak, sermayenin değişen bölümünden onun genel bütününe aktarılır, iş (emek) gücünün değeri bir kutupta, ücret olarak değişik bir biçimde gözüktüğü içindir ki karşı kutupta da artıdeğer, kâr olarak değişik bir biçimde ortaya çıkar. [...]”
"Meta, kendi öz değerine göre satıldığı takdirde, kendi üretim maliyetini aşan değere eşit bir kâr gerçekleştirilir, yani bu kâr metanın değeri içinde bulunan artıde- ğerin tümüne eşit olur. Ama kapitalist,metayı değerinin altında satarak da kâr sağlayabilir. Metanın satış fiyatı, üretim maliyetinin üstünde olduğu sürece bu fiyat metanın değerinin altında olsa bile- kendi içinde zaten bulunan bir bölüm artıdeğer yine de gerçekleşir, yani bu durumda bile kâr vardır. [...]"
"Politik iktisadın şimdiye dek anlayamamış olduğu ve genel kâr oranına ve bu genel kâr oranı tarafından belirlenen üretim fiyatlarına hükmeden kapitalist rekabetin temel yasası [...], değerle üretim bedeli arasındaki bu farka ve bunun doğurduğu, bir metayı değerinin altında satarak bile kâr sağlamak olanağına dayanır” (Kapital, 3,1,1). Marx, aynı zamanda, Kâr oranının düşme eğilimi yasası'nı geliştirdi. Bu yasa, kapitalist sistemde sermayenin organik bileşimi yükseldiği ölçüde, yani kapitalist, sermayesinin makinelerden oluşan bölümünü "canlı emek"e yeğ tutarak artırdığı zaman, kâr oranının azalma yönünde tarihsel bir eğilim gösterdiğini dile getirir.
Öznel değer kuramı yanlıları, sömürüden gelen bir kâr düşüncesini reddederek J.B. Say'nin tezini benimserler. Bu teze göre, sermaye, tıpkı emek ve toprak gibi, işletme sahiplerine üretici bir katkı sağlar ve bunun karşılığı olarak da bir gelir (faiz) elde eder; bu, onun hizmetlerinin meyvesidir.
Lâon VValras, saf kârı sermayenin faizinden ayırır. Saf kâr (denge durumunda ortadan kalkar), girişimcinin (sermaye sahibinden ayrıdır) üstlendiği risklere (önceden yapılan hesaplardaki kesinsizlik) karşılık olarak aldığı ödüldür. Faiz oranı, bütün metaların ve bütün üretken hizmetlerin fiyatlarıyla birlikte genel iktisadi dengenin gerçekleşmesiyle belirlenir.
Böhm-Bawerk, faizi zaman etmeninin karşılığı biçiminde düşünerek özgün bir faiz açıklaması ileri sürdü. Bu iktisatçıya göre, kapitalist üretim her şeyden önce dolaylı biçimde gerçekleşen bir üretimdir, yani önce üretim araçlarını imal eder sonra da bunları tüketim malları üretiminde kullanır. Buna göre “üretimdeki dolaylılığın uzaması, elde edilen ürünü artırmayı olanaklı kılar". Bundan başka, bireyler "geleceğe fazla değer vermezler": onları belli bir miktarda tüketim malının tüketimini geciktirmeye razı etmek için, gelecekte onlara bu mallardan daha büyük bir miktarda sağlamayı vaat etmek gerekir. Böylece, sermaye faizinin varlık nedeni, üretimdeki dolaylılıkların emeğin üretkenliğini artırmasıdır; ayrıca, geleceğe değer verilmemesi de sermaye faizini zorunlu kılar.
XX. yy.'ın başından beri, kâr, bir tür ücret olarak ele alındı; bazı durum ve koşullara karşı etkinlikte bulunan girişimcinin elde ettiği karşılık olarak kabul edildi, örneğin, F. Fİ. Knight'e ve başka birçok ang- losakson iktisatçıya göre, girişimcinin ücreti, onun belirsizlik karşısındaki tepkilerine bağlıdır. Belirsizlik özellikle, bir teknik (girişimci, üreteceği malların miktarını; hatta tarım sözkonusuysa bunların niteliğini hiçbir zaman önceden bilemez), bir de iktisadi nedenden (girişimci, tüketicilerin zevklerini, rakiplerin tutumunu ve müteahhitlerin isteklerini kesinlikle kestiremez) doğar. Belirsizlik ne kadar büyük olursa, buna karşı koyabileceklerin sayısı o kadar az ve kârlar da o kadar yüksek olur.
Buna yakın bir kuram olan A. Landry' nın kuramıysa, kârı, girişimcilerin göreli azlığına dayandırır. Ama asıl J. A. Schum- peter dinamik kâr kuramıyla kâr hakkında en bireşimsel açıklamalardan birini ortaya koydu. Schumpeter, öncellerinin ve çağdaşlarının statik betimlemelerini aşarak, üretim miktarlarıyla üretim bileşimlerindeki değişkenliğin iki ana etkenle açıklanabileceğini gösterdi: girişimci ve kredi. Girişimci, ilerlemenin asıl etkenidir; enerjisi sayesinde, alışılagelmiş anlayışla ilişiğini keserek b‘ir yenilik getirir. Öte yandan, kredi aracılığıyla var olan üretken malları ele geçirir ve bunların alışılmış kullanımını başka yöne çevirerek onları yeni bileşimler içinde kullanır. Bu durumda, kâr, yenilikçi girişimcinin ödülü olarak ortaya çıkar Kâr, dinamik bir gelirdir, aynı zamanda da bir tekel geliridir, çünkü büyük üretken bütünler (özellikle tröstler), araştırmaları finanse etmek, teknik yenilikler getirmek ve böylece üretim maliyetini düşürmek konusunda en elverişli durumda bulunurlar.

A. Marshall ile F. Machlup’un “fazlalık” üzerine çalışmaları, Schumpeter'in kuramını belli bir ölçüde tamamladı. Her ikisi de, temelinde tam rekabetin egemen olduğu bir dünya varsayımından hareketle üretim etmenlerinin çeşitliliği ve bölünmezliği, zamanın hesaba katılması, rekabetin kusursuz olmayışı gibi kârların doğmasına yol açan bir sıra karmaşık unsuru işin içine soktular. Ancak, son zamanlarda, bütün bu açıklamaların, girişimcinin sistemli bir biçimde kâr peşinde koşması, etkinliğiyle tüketicilerin seçimlerini değiştirmesi, kurumlan başkalaştırması ve yapıları etkilemesi gibi olguların üzerinde yeterince durmadığını belirtenler oldu.
Jean Marchal yine bu düşünce doğrultusunda daha da bireşimsel bir kâr kuramı ortaya koydu. Geleneksel öğeler ayrımının da tartışılması gerektiğini ileri sürerek girişimcinin davranışını, gayri safi ya da global kazancının belirlediğini savundu. Ona göre kârını “maksimize” etmeye çalışan girişimci, ürün piyasaları üzerinde, üretim etmenleri piyasaları üzerinde ve nihayet kazançları kısmak yoluyla pay sahipleri üzerinde bir kuvvet etkisi yapar. Bu bilinçli etki, reklamlarla, tekelci durumlar yaratan anlaşmalarla, bir yardım ya da elverişli bir mevzuat elde etmek üzere devlet gücüne başvurmalarla kendini gösterir. Üretim etmenleri piyasalarında bu etki, sendikal isteklere karşı ortak cepheler kurulması (iş piyasası), ödünç para verenlerin haklarının kısıtlanması (finans piyasası) ve otofinansmana başvurulması biçiminde gerçekleşir. Nihayet, vergi giderleriyle sosyal giderlerin sınırlandırılması için hükümet üzerinde baskı yapılır.
Pek doğaldır ki girişimcilerin hepsi, çevreleri üzerinde etkili bir baskı uygulayabilecek eşit bir stratejik konumda bulunmazlar. Bunun için, çeşitli kâr kaynakları arasında bir ayrım yapılır: tarım işletmeleri, sanayi ve ticaret işletmeleri, serbest meslekler. Bundan başka aile işletmelerinin değil de grupların egemenliği altında bulunan bir ekonomide, kâr kurumsal olabilir ve bireylere değil de şirketlere gidebilir. Böylece, o, özgül bir karakter kazanır, çünkü otofinansman aracılığıyla kâr, artık bir girişimcinin ya da bir ailenin geçimini değil, bir tüzel kişinin sürekliliğini sağlamaya yönelir. Başka bir deyişle, çağdaş iktisadi çözümleme, kâr öğelerini işlevsel biçimde birbirinden ayırmak yerine, çeşitli kâr sahibi kategorileri arasında sosyolojik bir ayrım yapmış; böylece davranışların ve yapıların evrimini, ulusal gelirin dağılımını ve iktisadi büyümeyi daha iyi açıklayabilir hale gelmiştir.

Kâr transferleri. Özellikle, gelişmekte olan ülkelerde yabancı sermayeyi çekebilmek için çıkarılan yasalarla, yabancı sermayeye kârlarını transfer edebilme hakkı tanınmaktadır. Bu transferler, yabancı sermayenin girişimde bulunduğu ülkenin ödemeler dengesinde negatif bir kalem, transfer yapılan ülkenin ödemeler dengesindeyse pozitif bir kalem olarak yer alır. Gelişmiş ülkelerdeyse, çoğunlukla bu ülkenin girişimcileri başka ülkelerde, yabancı ülkelerin girişimcileri de bu ülkelerde yatırım yaptıkları için, kâr transferleri kalemi ödemeler dengesinde hem giriş, hem de çıkış olarak yer almaktadır.

—Sey. oy. Kârı kadim karagöz fasıllarının başlıcaları: Kanlı Nigâr, Yalova sefası, Hamam, Meyhane, Kayık, Yazıcı, Orman, Kanlı kavak, Abdal bekçi ve Ters evlen- me'dir. Bunlar hemen hemen her karagöz oynatanın dağarcığında bulunması gereken yaygın oyunlardır.

-KÂR fars. sonek (-kar). Kimi sözcüklerin sonunda “eden", "yapan” anlamıyla yer alır: efsunkâr ( EFSUNKÂR), günahkâr (GÜNAHKÂR), hilekâr (HİLEKÂR), isyankâr (İSYANKÂR), sanatkâr (SANATKÂR), vb.

KÂR a. Müz. Dindışı klasik türk müziğinde, kârınatıktan sonra, en büyük sözlü form.

—ANSİKL. Beste formundaki yapıtlardan çok daha uzun ve daha sanatlı olan kârlar, genellikle terennümle başlar. Kıta ya da beyit aralarında da terennüm vardır. Besteci, hünerini, ustalıklı makam ve usul geçkileriyle ve melodi zenginliğiyle gösterir. Gerçekte serbest bir formdur. Uzunluğu, usulü/ usulleri, bölümlerin sıralanış ve birbirine bağlanışı, tümüyle bestecinin isteğine bağlıdır. XVIII. yy.'a değin en gözde formlardan olan kâr formunda, en çok hafif, muhammes, sakil, nimsakil, devrire- van gibi usuller kullanılmıştır. XIX. ve XX. yy. bestecilerinden de kâr besteleyenler vardır. Formun en güzel örneği, aynı zamanca .jdasik repertuvarın en güzel sözlü yapıtı sayılan Itri'nin Nevakâr'ıdır. Hacı Faik Bey'in Dügâh kârda çok ünlüdür.

Kaynak: Büyük Larousse

SİLENTİUM EST AURUM
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
24 Şubat 2016       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
kâr ingilizcesi

1. profit.
2. benefit.
– býrakmak to yield a profit.

– etmek
1. to profit, make a profit.
2. to help, be effective.

– gayesi gütmeyen nonprofit.
– getirmek to yield a profit.
– haddi limit on profits.
– hissesi fin. dividend, share of the profits.
– kalmak to remain as profit.
–ý olmamak not to be up to, not to be equal to: Bu iþ herkesin kârý deðil. Not everyone is equal to this job.

– payý fin.
1. profit margin.
2. dividend, share of the profits.

–ýna satmak/
–la satmak /ý/ to sell (something) at a profit.
–ýný tamam etmek /ýn/ colloq. to murder, kill.
– ve zarar/
– zarar profit and loss.
– zarar cetveli income account, profit and loss statement.
SİLENTİUM EST AURUM

Benzer Konular

8 Nisan 2018 / ThinkerBeLL Coğrafya
12 Aralık 2018 / yüksel2 X-Sözlük
21 Mart 2010 / Misafir X-Sözlük
9 Mart 2010 / _KleopatrA_ X-Sözlük
4 Temmuz 2012 / buz perisi X-Sözlük