Türkçenin Zenginlikleri Nelerdir?
Bir dili “zengin” ya da “yoksul” olarak nitelemek için hangi ölçütlerden, kanıtlardan yararlanılabilir? Bu konuda akla ilk gelen ölçütler şunlardır:
1. Bir dildeki sözcük sayısı, özellikle kültür dili sayılan dillerle karşılaştırıldığında ne durumdadır?
2. Bir dil, doğadaki nesneleri, evreni, insan davranışlarını ayrı ayrı adlandırabiliyor mu?
3. Aynı kavram alanında çeşitli sözcüklere, değişik anlatım yollarına sahip mi?
4. Bir dilin sözvarlığı hangi ölçüde kendi sözcüklerinden oluşuyor? 1. Türkçe, en eski kaynaklarından bugüne incelenecek olursa, somut ve soyut kavramları karşılayan çok geniş bir sözvarlığıyla karşılaşılır. 13.yüzyıldan başlayarak Türkçe sözcüklerin ve deyimlerin bugün unutulanlarını bir araya getiren Tarama Sözlüğü(1963-77) 8 büyük ciltten oluşmaktadır. Anadolu ağızlarının sözvarlığını içeren Derleme Sözlüğü(1963-82) ise 12 cilt tutmaktadır. Buna ek olarak birçok alanın terimleri bir araya getirilecek olursa, Türkçe için çok geniş bir ansiklopedik sözlük ortaya çıkar.
2. Bu soru Türkçe için yöneltilecek olursa, en eski dönemlerden bu yana Türkçenin “genel kavramlara da ulaşabilmiş bir ayrıntılı anlatım dili” olduğudur.
Buna ilişkin özelliklere şöyle değinebiliriz:
Türkçeyi Hint-Avrupa ailesinden dillerle karşılaştıracak olursak, Türkçenin, kavramların anlatımında ayrıntıya inme eğilimi kendini gösterir. Hint-Avrupa dillerinde yeşil, mavi, gri, sarı gibi adların hepsinin “parlamak” anlamındaki “ghel-” ortak köküne dayanır. Türkçede ise, değişik anlatım yollarından adlandırmalara gidilmiştir. “Sema” anlamına gelen kök(mavi),boz, sarıg (sarı) gibi sözcüklerin yanında, doğadaki belli nesnelere dayanan renk tonları büyük zenginlik gösterir: Vişneçürüğü, gülkurusu, narçiçeği… gibi. Bundan başka açık yeşil, koyu yeşil gibi nitelemelerin yanı sıra sapsarı, yemyeşil gibi pekiştirmelerden yararlanılır.
Ayrıntılı anlatım özelliğini akrabalık adlarında da görmekteyiz: İngilizce, Almanca gibi dillerde “kayınbirader, enişte, bacanak” kavramları tek göstergeyle karşılanmaktadır: İng. Brother-in-low, Alm. Schwager gibi sözcüklerle karşılanmaktadır.
Türkçenin anlatım gücünü ve zenginliğini artıran etkenlerden biri de ikilemelerin çok sık kullanılmasıdır. Bir kavramın daha kapsamlı biçimde dile getirilmesine yönelen ikilemeler, dilin gelmiş geçmiş her döneminde ve lehçesinde kullanılmıştır. Sözcük türlerinin hemen hemen her türünden sözcüklerle aşağı yukarı, ayda yılda, doğru dürüst… gibi oluşturulmuş ikilemeler mevcuttur.
3. Türkçenin sözvarlığında, aynı kavram alanına giren sözcük ve deyimleşmiş anlatımlarının, eş anlamlarının zenginliğini şu örnekle gösterebiliriz:
Bugün aynı kavram alanına giren işitmek, duymak, dinlemek gibi sözcüklerin yanı sıra kulak vermek, kulak kesilmek, kulak misafiri olmak gibi aktarmalarla deyimleşmiş anlatım biçimleri Türkçenin zenginliğinin kanıtlarındandır.
4. Bugün gelişmiş bir kültür dili sayılan İngilizcenin sözvarlığının en büyük bölümünün yabancı kaynaklı öğelerden oluştuğu görülür. Bu dil kimi araştırmacılara göre %20, kimilerine göre ise %14 oranında İngilizce kökenli sözcük içermektedir.)
Gazete haber incelenmesi, belli dönemde, bir ülkede konuşulan ve yazılan dilin sözvarlığını ortaya koyan önemli bir ölçüttür. 1931’de, gazete haber dilinde %35 olan Türkçe sözcük oranı giderek yükselmiş, 1970’den sonra %70’i geçmiştir. 2000’de ise, bu oran %74 dolayındadır.
Türkçenin Eski Dönemlerdeki Zenginliği
Elimizdeki en eski yazılı ürünler Orhun ve Yenisey Yazıtları olmasına rağmen, bunların dilinin, soyut kavramlar bakımından da gelişmiş bir yazın diline sahip oldukları saptanmıştır.
Uygurların dilini aydınlatan pek çok metin bulunmaktadır. Bunlar, Göktürklerin sözvarlığının hemen bütün öğelerini içermekle birlikte, Uygurların girdikleri yeni kültür çevresinin etkilerini yansıtmaktadır. Bu dönemden bize, dinsel metinlerden, öykülere, sağlık bilgilerinden seyahatnamelere uzanan ürünlerle geniş bir sözvarlığın kalmıştır. Ayrıca metinlerin çokluğu, Türkçenin o dönemdeki zenginliğine ışık tutmaktadır. Bu zenginlik, Uygurların dinsel nedenlerle Sanskrit’ten, Çinceden aldıkları sözcükleri ufak değişikliklerle kullanmalarından, çeşitli alanlarla ilgili birçok terimle karşılaşmalarından ve birçok kavramı çeviri yoluyla Türkçeye aktarmalarından kaynaklanmaktadır.
Karahanlı Türkçesinde Göktürk ve Uygurlara ait sözcükler kullanılmıştır. Divanü Lügati’t Türk ve Kutadgu Bilig, bu dönemin Türkçesi hakkında değerli bilgiler vermektedir. Divan, toplum yaşamı, maddi-manevi kültürle ilgili sözcük ve terimleri, deyim ve atasözlerini, günündeki dilbilgisi özelliklerini ortaya koymaktadır. O dönem dilinin sanatlı kullanımını gösteren Kutadgu Bilig, bu bakımdan ayrıca önemlidir. İslam’ın benimsenmesinden sonra bu dinin temel dili olan Arapça ve yazı dil olan Farsçanın etkilerini Kutadgu Bilig’de %2 oranında görmekteyiz; fakat Atabetü’l Hakayık’ta bu oranın %20’ye çıkmıştır.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler, anadillerini Anadolu’ya taşımakla birlikte, Anadolu Selçukluları devrinde aydınların ve sanatçıların Arapça ve Farsçaya yönelmeleri, bir süre Arapça ve Farsçanın resmi dil olarak kullanımı, yeni bir yazın dilinin oluşmasına neden olmuştur. 15. yüzyıldan sonra Divan şairleri, Arapça ve Farsçayı Türkçeye üstün tutmuşlar ve yazın dilindeki yabancılaşmayı artırmışlardır.
Tanzimat’tan sonra Batı’ya yönelirken, bilim, sanat alanlarındaki gelişmelere ayak uydurulamaması dilin sözvarlığındaki etkisin göstermiş, teknik terimlerde ve soyut kavramlarda eksiklikler oluşmuştur. Batı’dan alınan kavramlar Türkçeye Arapça ve Farsça tamlamalarla aktarılmıştır.
Türkçenin Eski Dönemlerindeki Zenginliklerine Örnekler
Uygur Türkçesinde “yürümek” anlamındaki yorrı eyleminin türevi olan yorıg, “gidiş, yol, tarz” anlamındaydı. Karahanlı Türkçesinde yorık biçiminde karşımıza çıkan sözcük, “yürüyüş, gidiş” anlamıyla birlikte “huy” anlamını da taşıyordu. Bugünkü Türkiye Türkçesine gelemeyen sözcük, y>c değişimini gösteren coruk biçiminde, Kırgız Türkçesinde, kılık’la birlikte, ikileme olarak kullanılıyor; kılık-coruk, yine “yürüyüş, gidiş” kavramını yansıtıyor.
Eski Türkçenin türetme gücünü ve soyut kavramları karşılama açısından yeterliliğini gösteren kanıtlardan biri, bir ülkede karışıklık, belirsizlik ve huzursuzluğu belirten sözcüğün bulunmasıdır.
Bu sözcükleri şöyle gösterebiliriz:
Kavramı yansıtan ve aynı kökten türetilen sözcüklerden ikisi bulgak ve bulganç’tır. Tonyukuk yazıtında geçen ve kökleri bugünkü bula-, bulan- eylemlerinde karşımıza çıkan sözcükler, ülkede ortaya çıkan belirsizlik ve düşman korkusu nedeniyle halka arasında oluşan huzursuzluğu somut bir kavramdan yararlanarak anlatmaktadır. Bulgak sözcüğü, Karahanlı Türkçesinde de “düşman gelmesi yüzünden halk arasındaki karışıklık” anlamında geçmekte, değişik lehçelerde kullanılmaktadır.
Göktürk metinlerinde aynı anlamı belirten bir başka sözcük kamşag’tır. Yine bir somutlaştırma olan sözcüğün kökü, “sarsılmak, sallanmak” anlamındaki kamşa- eylemidir. Aynı yazıtlarda “sendelemek, ayağı sarsılmak” anlamındaki adak kamşat- deyimi de bu açıdan ilginçtir.
Karahanlılar dönemi Türkçesinde aynı kavramı dile getiren bir başka sözcük de, ürk- kökünün türevi olan ürkün’dür. Divan’da, “düşman yüzünden ulus arasına düşen ürküntü, telaşla kalelere ve sığınaklara kaçışma” olarak açıklanıyor. Bunun yanı sıra, aynı kaynakta “ürküntü, kargaşalık” anlamında ürkünç de geçiyor. Divan’da “düşman gelmesi yüzünden bir vilayet halkının korku ve dehşete düşmesi” olarak açıklanan kıyım da bu kavramın anlatımına yarayan bir başka sözcüktür.
Anadilimizin Eski Türkçe evresinden bugüne gelen sözcük zenginliğinin kanıtlarından biri, kimi somut kavramları yansıtan birden çok sözcüğün bulunmasıdır. Bunu gösteren örnekler arasında, “yüz, çehre” kavramını anlatan sözcükler de vardır.
Bunları şöyle gösterebiliriz:
Yüz sözcüğü ilk olarak Orhun yazıtlarında, yüzüne başına biçiminde, bir ikilemeyle karşımıza çıkıyor; günümüze kadar, çok anlamlı bir biçimde yaşamayı sürdürüyor. Bugünkü beniz ise meñiz biçiminde, daha Uygur metinlerinde geçmekte, bu kaynaklarda “görünüş, güzellik, yüz” anlamında kullanılmış. Aynı kaynaklarda “güzel yüzlü” için körklüg meñizlig anlatımına rastlıyoruz.
Türkiye Türkçesinde, özellikle bet beniz biçiminde ikileme ile dile getirilen bet sözcüğü, Uygurca döneminde, yine “yüz” anlamında bit biçiminde karşımıza çıkmakta, bugün Kazak, Kırgız, Özbek lehçelerinde yine bet ve kimi lehçelerde bit biçimde kullanılmaktadır. Karahanlı Türkçesinde hem “yüz”, hem de “yanak, avurt” anlamında kullanıldığını gördüğümüz eñ sözcüğü, kızgu eñ “yüzü parlayan, mutlu kişi” kullanımında doğrudan doğruya “yüz, surat” kavramını yansıtmaktadır. Eñ sözcüğünün bir başka türevi olan ve “çene” anlamında Uygur metinlerinde karşımıza çıkan eñek ise “yanak, çevre ve gerdan” anlamında, Anadolu’da uzun yüzyıllar boyu kullanılmıştır.
Uygur döneminde “beniz, yüz rengi, güzel yüz” anlamında geçen kırtış sözcüğü Karahanlı döneminde de görülmekte, Kutadgu Bilig’deki kullanımları arasında, doğrudan doğruya “yüz” anlamının yanı sıra “ten, renk, deri” anlamlarına da rastlanmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
1. Bir dildeki sözcük sayısı, özellikle kültür dili sayılan dillerle karşılaştırıldığında ne durumdadır?
2. Bir dil, doğadaki nesneleri, evreni, insan davranışlarını ayrı ayrı adlandırabiliyor mu?
3. Aynı kavram alanında çeşitli sözcüklere, değişik anlatım yollarına sahip mi?
4. Bir dilin sözvarlığı hangi ölçüde kendi sözcüklerinden oluşuyor? 1. Türkçe, en eski kaynaklarından bugüne incelenecek olursa, somut ve soyut kavramları karşılayan çok geniş bir sözvarlığıyla karşılaşılır. 13.yüzyıldan başlayarak Türkçe sözcüklerin ve deyimlerin bugün unutulanlarını bir araya getiren Tarama Sözlüğü(1963-77) 8 büyük ciltten oluşmaktadır. Anadolu ağızlarının sözvarlığını içeren Derleme Sözlüğü(1963-82) ise 12 cilt tutmaktadır. Buna ek olarak birçok alanın terimleri bir araya getirilecek olursa, Türkçe için çok geniş bir ansiklopedik sözlük ortaya çıkar.
2. Bu soru Türkçe için yöneltilecek olursa, en eski dönemlerden bu yana Türkçenin “genel kavramlara da ulaşabilmiş bir ayrıntılı anlatım dili” olduğudur.
Buna ilişkin özelliklere şöyle değinebiliriz:
Türkçeyi Hint-Avrupa ailesinden dillerle karşılaştıracak olursak, Türkçenin, kavramların anlatımında ayrıntıya inme eğilimi kendini gösterir. Hint-Avrupa dillerinde yeşil, mavi, gri, sarı gibi adların hepsinin “parlamak” anlamındaki “ghel-” ortak köküne dayanır. Türkçede ise, değişik anlatım yollarından adlandırmalara gidilmiştir. “Sema” anlamına gelen kök(mavi),boz, sarıg (sarı) gibi sözcüklerin yanında, doğadaki belli nesnelere dayanan renk tonları büyük zenginlik gösterir: Vişneçürüğü, gülkurusu, narçiçeği… gibi. Bundan başka açık yeşil, koyu yeşil gibi nitelemelerin yanı sıra sapsarı, yemyeşil gibi pekiştirmelerden yararlanılır.
Ayrıntılı anlatım özelliğini akrabalık adlarında da görmekteyiz: İngilizce, Almanca gibi dillerde “kayınbirader, enişte, bacanak” kavramları tek göstergeyle karşılanmaktadır: İng. Brother-in-low, Alm. Schwager gibi sözcüklerle karşılanmaktadır.
Türkçenin anlatım gücünü ve zenginliğini artıran etkenlerden biri de ikilemelerin çok sık kullanılmasıdır. Bir kavramın daha kapsamlı biçimde dile getirilmesine yönelen ikilemeler, dilin gelmiş geçmiş her döneminde ve lehçesinde kullanılmıştır. Sözcük türlerinin hemen hemen her türünden sözcüklerle aşağı yukarı, ayda yılda, doğru dürüst… gibi oluşturulmuş ikilemeler mevcuttur.
3. Türkçenin sözvarlığında, aynı kavram alanına giren sözcük ve deyimleşmiş anlatımlarının, eş anlamlarının zenginliğini şu örnekle gösterebiliriz:
Bugün aynı kavram alanına giren işitmek, duymak, dinlemek gibi sözcüklerin yanı sıra kulak vermek, kulak kesilmek, kulak misafiri olmak gibi aktarmalarla deyimleşmiş anlatım biçimleri Türkçenin zenginliğinin kanıtlarındandır.
4. Bugün gelişmiş bir kültür dili sayılan İngilizcenin sözvarlığının en büyük bölümünün yabancı kaynaklı öğelerden oluştuğu görülür. Bu dil kimi araştırmacılara göre %20, kimilerine göre ise %14 oranında İngilizce kökenli sözcük içermektedir.)
Gazete haber incelenmesi, belli dönemde, bir ülkede konuşulan ve yazılan dilin sözvarlığını ortaya koyan önemli bir ölçüttür. 1931’de, gazete haber dilinde %35 olan Türkçe sözcük oranı giderek yükselmiş, 1970’den sonra %70’i geçmiştir. 2000’de ise, bu oran %74 dolayındadır.
Türkçenin Eski Dönemlerdeki Zenginliği
Elimizdeki en eski yazılı ürünler Orhun ve Yenisey Yazıtları olmasına rağmen, bunların dilinin, soyut kavramlar bakımından da gelişmiş bir yazın diline sahip oldukları saptanmıştır.
Uygurların dilini aydınlatan pek çok metin bulunmaktadır. Bunlar, Göktürklerin sözvarlığının hemen bütün öğelerini içermekle birlikte, Uygurların girdikleri yeni kültür çevresinin etkilerini yansıtmaktadır. Bu dönemden bize, dinsel metinlerden, öykülere, sağlık bilgilerinden seyahatnamelere uzanan ürünlerle geniş bir sözvarlığın kalmıştır. Ayrıca metinlerin çokluğu, Türkçenin o dönemdeki zenginliğine ışık tutmaktadır. Bu zenginlik, Uygurların dinsel nedenlerle Sanskrit’ten, Çinceden aldıkları sözcükleri ufak değişikliklerle kullanmalarından, çeşitli alanlarla ilgili birçok terimle karşılaşmalarından ve birçok kavramı çeviri yoluyla Türkçeye aktarmalarından kaynaklanmaktadır.
Karahanlı Türkçesinde Göktürk ve Uygurlara ait sözcükler kullanılmıştır. Divanü Lügati’t Türk ve Kutadgu Bilig, bu dönemin Türkçesi hakkında değerli bilgiler vermektedir. Divan, toplum yaşamı, maddi-manevi kültürle ilgili sözcük ve terimleri, deyim ve atasözlerini, günündeki dilbilgisi özelliklerini ortaya koymaktadır. O dönem dilinin sanatlı kullanımını gösteren Kutadgu Bilig, bu bakımdan ayrıca önemlidir. İslam’ın benimsenmesinden sonra bu dinin temel dili olan Arapça ve yazı dil olan Farsçanın etkilerini Kutadgu Bilig’de %2 oranında görmekteyiz; fakat Atabetü’l Hakayık’ta bu oranın %20’ye çıkmıştır.
Malazgirt Savaşı’ndan sonra Türkler, anadillerini Anadolu’ya taşımakla birlikte, Anadolu Selçukluları devrinde aydınların ve sanatçıların Arapça ve Farsçaya yönelmeleri, bir süre Arapça ve Farsçanın resmi dil olarak kullanımı, yeni bir yazın dilinin oluşmasına neden olmuştur. 15. yüzyıldan sonra Divan şairleri, Arapça ve Farsçayı Türkçeye üstün tutmuşlar ve yazın dilindeki yabancılaşmayı artırmışlardır.
Tanzimat’tan sonra Batı’ya yönelirken, bilim, sanat alanlarındaki gelişmelere ayak uydurulamaması dilin sözvarlığındaki etkisin göstermiş, teknik terimlerde ve soyut kavramlarda eksiklikler oluşmuştur. Batı’dan alınan kavramlar Türkçeye Arapça ve Farsça tamlamalarla aktarılmıştır.
Türkçenin Eski Dönemlerindeki Zenginliklerine Örnekler
Uygur Türkçesinde “yürümek” anlamındaki yorrı eyleminin türevi olan yorıg, “gidiş, yol, tarz” anlamındaydı. Karahanlı Türkçesinde yorık biçiminde karşımıza çıkan sözcük, “yürüyüş, gidiş” anlamıyla birlikte “huy” anlamını da taşıyordu. Bugünkü Türkiye Türkçesine gelemeyen sözcük, y>c değişimini gösteren coruk biçiminde, Kırgız Türkçesinde, kılık’la birlikte, ikileme olarak kullanılıyor; kılık-coruk, yine “yürüyüş, gidiş” kavramını yansıtıyor.
Eski Türkçenin türetme gücünü ve soyut kavramları karşılama açısından yeterliliğini gösteren kanıtlardan biri, bir ülkede karışıklık, belirsizlik ve huzursuzluğu belirten sözcüğün bulunmasıdır.
Bu sözcükleri şöyle gösterebiliriz:
Kavramı yansıtan ve aynı kökten türetilen sözcüklerden ikisi bulgak ve bulganç’tır. Tonyukuk yazıtında geçen ve kökleri bugünkü bula-, bulan- eylemlerinde karşımıza çıkan sözcükler, ülkede ortaya çıkan belirsizlik ve düşman korkusu nedeniyle halka arasında oluşan huzursuzluğu somut bir kavramdan yararlanarak anlatmaktadır. Bulgak sözcüğü, Karahanlı Türkçesinde de “düşman gelmesi yüzünden halk arasındaki karışıklık” anlamında geçmekte, değişik lehçelerde kullanılmaktadır.
Göktürk metinlerinde aynı anlamı belirten bir başka sözcük kamşag’tır. Yine bir somutlaştırma olan sözcüğün kökü, “sarsılmak, sallanmak” anlamındaki kamşa- eylemidir. Aynı yazıtlarda “sendelemek, ayağı sarsılmak” anlamındaki adak kamşat- deyimi de bu açıdan ilginçtir.
Karahanlılar dönemi Türkçesinde aynı kavramı dile getiren bir başka sözcük de, ürk- kökünün türevi olan ürkün’dür. Divan’da, “düşman yüzünden ulus arasına düşen ürküntü, telaşla kalelere ve sığınaklara kaçışma” olarak açıklanıyor. Bunun yanı sıra, aynı kaynakta “ürküntü, kargaşalık” anlamında ürkünç de geçiyor. Divan’da “düşman gelmesi yüzünden bir vilayet halkının korku ve dehşete düşmesi” olarak açıklanan kıyım da bu kavramın anlatımına yarayan bir başka sözcüktür.
Anadilimizin Eski Türkçe evresinden bugüne gelen sözcük zenginliğinin kanıtlarından biri, kimi somut kavramları yansıtan birden çok sözcüğün bulunmasıdır. Bunu gösteren örnekler arasında, “yüz, çehre” kavramını anlatan sözcükler de vardır.
Bunları şöyle gösterebiliriz:
Yüz sözcüğü ilk olarak Orhun yazıtlarında, yüzüne başına biçiminde, bir ikilemeyle karşımıza çıkıyor; günümüze kadar, çok anlamlı bir biçimde yaşamayı sürdürüyor. Bugünkü beniz ise meñiz biçiminde, daha Uygur metinlerinde geçmekte, bu kaynaklarda “görünüş, güzellik, yüz” anlamında kullanılmış. Aynı kaynaklarda “güzel yüzlü” için körklüg meñizlig anlatımına rastlıyoruz.
Türkiye Türkçesinde, özellikle bet beniz biçiminde ikileme ile dile getirilen bet sözcüğü, Uygurca döneminde, yine “yüz” anlamında bit biçiminde karşımıza çıkmakta, bugün Kazak, Kırgız, Özbek lehçelerinde yine bet ve kimi lehçelerde bit biçimde kullanılmaktadır. Karahanlı Türkçesinde hem “yüz”, hem de “yanak, avurt” anlamında kullanıldığını gördüğümüz eñ sözcüğü, kızgu eñ “yüzü parlayan, mutlu kişi” kullanımında doğrudan doğruya “yüz, surat” kavramını yansıtmaktadır. Eñ sözcüğünün bir başka türevi olan ve “çene” anlamında Uygur metinlerinde karşımıza çıkan eñek ise “yanak, çevre ve gerdan” anlamında, Anadolu’da uzun yüzyıllar boyu kullanılmıştır.
Uygur döneminde “beniz, yüz rengi, güzel yüz” anlamında geçen kırtış sözcüğü Karahanlı döneminde de görülmekte, Kutadgu Bilig’deki kullanımları arasında, doğrudan doğruya “yüz” anlamının yanı sıra “ten, renk, deri” anlamlarına da rastlanmaktadır.