SUÇ, -çu a.
1. Hukuka aykırı olan ve yasaca cezalandınlan eylem. (Bk. ansikl. böl. Cez. huk.)
2. Ahlaka, toplumsal kurallara aykırı olan davranış: Bu soykınm, bir insanlık suçudur Uygarlığımıza karşı işlenmiş bir suç.
3. Yapılmaması gereken bir eylem, büyük yanlışlık, ağır hata: Onun tek suçu, düşündüklerini yüksek sesle söylemek. Bu, benim suçum değil.
4. Suç aleti, bir suçun işlenmesinde kullanılan alet. || Suç işlemek, yasalara, toplum kurallanna aykırı sayılan bir davranışta, bir eylemde bulunmak. || Suç olmak, suç olarak nitelenmek: Böyle davranmamız şimdi suç mu oldu? || Suç yüklemek, bir suçu, bir hatayı bir kimseye yıkmak; bir suçtan, bir hatadan o kimseyi sorumlu tutmak.
—Cez. huk. Suç eşyası, suçta kullanılan eşya ya da suçun konusu olan eşya. || Suç isnadı, suç sayılan bir eylemin birine bağlanması, itham. || Suça iştirak, suça katılma, suç ortaklığı. (Bk. ansikl. böl.) || Suça teşebbüs, bir kimsenin işlemeyi kasdettiği suçla ilgili eylemlere başlaması; ancak elinde olmayan nedenlerle suçu tamamlayamaması. (Bk. ansikl. böl.) || Suçların içtiması, birden çok suçun bir arada bulunması. (Bk. ansikl. böl.) || Suçun unsurları, bir eylemin suç sayılması için gerekli yasal koşulların tümü. || Basın suçu - BASIN. || Disiplin suçu -DİSİPLİN. || Düşünce ya da fikir suçu — DÜŞÜNCE. || Meşhut suç, az önce işlenmiş ya da işlenmekte olan suç. ( SUÇÜSTÜ.)
—Uluslarar. huk. Savaş suçu, savaş hukuku kurallarının ihlali (yağma, kıyım, rehinelerin öldürülmesi). || İnsanlığa karşı suç, devletler tarafından ceza yaptırımına bağlanmış uluslararası hukuk kurallarının ihlali (tehcir, toplu öldürme, soykırımı). || Uluslararası suç, 1945'te, Birleşmiş milletler genel kurulu tarafından tanımlanan savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ya da barışa karşı suçlar. (Bk. ansikl. böl.) || Barışa karşı suç, barışı düzenleyen kuralların ihlali.
—ANSIKL. Cez. huk. Suç, belirli bir toplumdaki hukuk düzenini bozan ve bu nedenle cezalandırılan eylemdir. Suç diye nitelenen eylemlerin hukuka aykırı öteki eylemlerden ve özellikle de haksız fiillerden farkı, bu aykırılığın daha şiddetli olması ve toplum düzenini bozmasıdır. Bundan dolayı suç sayılan eylemler, ceza denen yaptırımlarla karşılanır. Suçlar için öngörülen cezalar, bir bakıma suçların topluma verdiği zararların giderilmesi amacını taşır gibidir. Suçun belirgin niteliği, yasalarca tanımlanması ve cezalandırılmasıdır. Yasalarda belirtilmeyen hiçbir eylem, suç olarak nitelenemez. Bir davranış biçimi ahlak açısından ne kadar kötü sayılırsa sayılsın, ceza denen bir yaptırımla karşılanmadığı sûrece, suç diye adlandırılamaz. Suç yasa tarafından cezalandırılan eylemdir. Bir eylemi suç haline getiren, onu öteki eylemlerden ayıran özellikler, suçun öğelerini ortaya koyar. Suçu maddi ve sosyolojik açıdan değil, hukuk açısından ele alan ceza hukuku, bir eylemin suç sayılması için kimi koşulları öngörür. Bu koşullara suçun unsurları denir. Bir eylemde bu unsurlar bulunmazsa, eylem suç sayılmaz. Bu nedenle bunlara suçun kurucu unsurları denir. Bu kurucu unsurlar şunlardır: kanuni unsur, maddi unsur, hukuka aykırılık unsuru ve manevi unsur. Suçun kanuni unsuru, suç sayılan eylemin yasada tanımlanmış olmasıdır. Bir eylemin suç sayılabilmesi ve cezalandırılabilmesi için, onun yasada açıkça belirlenmiş olması ve karşılığında bir ceza konmuş olması gerekir. Kanunsuz suç ve ceza olamaz. Cezaların keyfiliğini önleyen bu ilke, Türk cez. k.’nun 1. maddesinde şöyle dile getirilmiştir: "Kanunun açıkça suç saymadığı bir eylem için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile kimse cezalandırılamaz." Yürürlükteki bir yasada belirtilmiş olmayan hiçbir suç ve ceza olamaz. Suçun maddi unsuru, onun bir davranış ve eylem olduğunu belirtir. Maddi unsur hareket, sonuç ve bu ikisi arasındaki ilişkiden oluşur. Suçlar yasada sonuçlara göre tanımlanmakla birlikte, hareketin de kendi başına bir önemi vardır. Bu durum, özellikle teşebbüs derecesinde kalmış suçlarda ortaya çıkar. Hareket, bir eylemi yapmak biçiminde olabileceği gibi, yapmamak biçiminde de olabilir. Sonuç, hukuk düzeninin önlemek istediği değişikliktir. Hareketten doğmayan, onunla ilişkisi olmayan sonuç, hukuk açısından önem taşımaz. Suçun maddi unsuru bakımından dikkate alınacak sonuç, yasal tanıma uygun olan sonuçtur. Bir suçun doğması için, hareketten doğan sonucun yasada belirtilen sonuç olması gerekir. Kimi durumlarda hareketin gerçekleşmesiyle suç tamamlanır. Bu tür suçlara, sonucu harekete bitişik suçlar ya da biçimsel suçlar denir. Örneğin, hakaret ya da yalan yere yemin suçunun meydana gelmesi için "hareket" yeterlidir. Kimi suçların tamamlanması içinse belirli bir “sonuç" doğmalıdır. Örneğin, adam öldürme suçunun tamamlanmış sayılması için hareket yeterli sayılmaz, sonucun da gerçekleşmiş olması, yani fiziksel olarak ölüm olayı gerekir. Bu ayırım, özellikle teşebbüs halinde kalmış suçlarla tamamlanmış suçlara verilecek cezalarda önem kazanır. Sonucu harekete bitişik ya da biçimsel suçlarda teşebbüs durumu olmaz; hareketin gerçekleşmesiyle suç tamamlanmış sayılır. Oysa kural olarak bir suçtan söz etmek için, yasanın aradığı sonucun doğmuş olması gerekir. Böyle bir sonuç doğmamışsa, suç teşebbüs derecesinde kalmış sayılır ve suçluya tamamlanmış suça oranla daha az ceza verilir.
Bir eylemi suç haline getiren koşullardan biri de, bu eylemin hukuka aykırılığıdır. Hukuka aykırılık, yasal tanıma uyan ve bu nedenle de suç sayılması gereken bir eylemin yalnız ceza hukukuyla değil, tüm hukuk düzeniyle gelişmesi demektir. Hiçbir hukuk kuralı suç sayılan bir eyleme izin vermemelidir. Ceza hukukunda hukuka uygunluk nedenleri diye anılan kimi durumlar, biçimsel olarak tamamlanmış, yasal tanıma uygun eylemleri suç olmaktan çıkarmaktadır. Hukuka uygunluk nedenleri Türk cez. k.'nun 49. maddesinde belirtilmiştir: yasanın ya da yetkili bir makamın emrini yerine getirme, meşru müdafaa ve ıztırar (zorunluluk) hali. Yasada yer almayan, ancak hukuk öğretisince benimsenen öteki hukuka uygunluk nedenleri de şunlardır: hakkın kullanılması ve mağdurun (suçtan zarar görenin) rızası. Hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı, eylemi suç olmaktan çıkarır; biçimsel olarak ortada suç sayılan bir eylem doğmuş olsa bile, ceza verilmez. Zabıta memurunun yasalara uygun olarak birini yaralaması, hatta öldürmesinin, meşru müdafaa durumunda kalan kişinin gerçekleştirdiği şiddet eyleminin, yetkili bir doktorun yaptığı ameliyat sonucu hastasının ölümüne neden olmasının cezasız kalması, bu eylemlerde hukuka aykırılık unsurunun bulunmasındandır.
Manevi unsur, suçlunun kusurluluğu ve bu kusuru yüklenebilecek ehliyete sahip olmasıdır. Kusurluluk kasıt ve taksir olmak üzere iki biçimde ortaya çıkar. Kasıt, eylemin bilerek ve istenerek yapılmasıdır. Suçlunun kasten hareket ettiğini söyleyebilmek için eylemi daha önce tasarlamış olması gerektiği, genellikle hukuk öğretisinde kabul edilen bir görüştür. Kasıtla taksir arasındaki en önemli fark budur. Kastın bulunması için eylemin bilinmesi ve istenmesi gerekiyorsa da, bu isteğin altında yatan psikolojik etmenlerin bilinmesine gerek yoktur. Genellikle kasıt kavramının içine, psikolojik etmenler sokulmaz. Saik diye adlandırılan bu etmenlerin ancak suçluya uygulanacak cezanın belirlenmesinde rol oynacağı görüşü egemendir. Ancak kimi durumlarda saik diye adlandırılan psikolojik etmenlerin suça etki edeceği yasada belirtilmiştir. Örneğin, adam öldürme suçunun “kan gütme saiki" ile işlenmesi, suçun ağırlatıcı nedenidir. Kusurluluğun öteki biçimi de, "taksir”dir. Taksirin ne olduğu yasada açıkça belirtilmemiştir. Ancak taksirle adam öldürme suçunun tanımında kullanılan "tedbirsizlik, dikkatsizlik, meslek ve sanatta acemilik, emir ve talimatlara uymama" gibi ifadelerden, yasanın "taksir" kavramından ne anladığı çıkarılabilir. Taksirin en belirgin niteliği, kastın aksine, sonucun istenmeden gerçekleşmiş olmasıdır. Kasıt ya da taksir biçiminde ortaya çıkan kusurluluk, ancak isnat kabiliyetiyle birlikte önem kazanabilir. Sanığın kusurundan söz edebilmek için, onun ehliyetinin bulunması gerekir. Suçun manevi unsuru, öncelikle kusurlu davranıştan sorumlu olabilecek bir kişinin varlığını gerektirir. Böyle bir sorumluluktan yoksun biri (örneğin, bir akıl hastası) için kusurlu davranıştan söz edilemez.
Türk cez. k., suçları kabahat ve cürüm olmak üzere ikiye ayırır. Bu ayırım, suçların ağırlıklarına ve bunlara verilen cezalara göre yapılır. Cürüm sayılan suçlar, ağır suçlardır. Bu tür suçlara ölüm, ağır hapis ya da para cezası gibi ağır cezalar verilir. Kabahatlerse, daha hafif olan suçlardır. Bu tür suçlara hafif hapis ve para cezası gibi daha hafif cezalar uygulanır. Cürümleri cezalandırmak için suçlunun kasten hareket etmesi koşulu arandığı halde, kabahat suçlarında kasıt aranmaz.
•
Suçların içtiması. Birden çok suçun bir arada bulunması durumudur. Bu, iki biçimde gerçekleşebilir. Ya birden çok eylem vardır ve eylemlerin her biri ayrı bir suç oluşturur ya da bir eylemle yasanın birden çok maddesine karşı gelinmiş olur. Birinci durumda, gerçek bir içtimadan; ikinci durumda da fikri içtimadan söz edilir. Suçların içtimasından söz edilmesi için birinci eyleme katılan öteki eylemlerin asıl suçun unsuru ya da ağırlaştırıcı nedeni olmamaları, onlardan bağımsız bulunmaları gerekir. Eğer suçlardan biri ötekinin unsuru ya da ağırlaştırıcı nedeni ise, suçların içtimasına ilişkin kurallar uygulanmaz.
Türk cez. k.’nda üç durum dikkate alınmıştır:
1. bir suç işlemek için başka bir suç işlemek;
2. işlenmiş bir suçu gizlemek için başka bir suç işlemek;
3. bir suç işlemek dolayısıyla başka bir suç daha işlemek (md. 78). Fikri içtimayla ilgili yasa kuralına göre, işlediği bir fiille kanunun değişik hükümlerini ihlal eden kişi, bunların ağır cezayı gerektiren maddesine göre cezalandırılır (Türk cez. k. md. 79).
Suçların gerçek içtiması durumunda verilecek ceza konusunda üç sistem vardır:
1. cezaların toplanması sistemi;
2. en ağır cezanın verilmesi sistemi;
3. cezanın ağırlaştırılması sistemi. Türk cez. k.'nun üçüncü sistemi benimsemiştir. Buna göre, en ağır suçun cezasına öteki suçların cezaları belirli bir oran içinde eklenir.
•
Suça teşebbüs. Suça teşebbüsün iki türü vardır: tam teşebbüs ve eksik teşebbüs Suç işleme kasdı ve elverişli araçlarla suç işleme girişiminde bulunan fail tüm hareketleri yaptığı halde sonuca ulaşamazsa, tam teşebbüs durumu vardır. Eksik teşebbüs ise, failin elinde olmayan nedenler dolayısıyla hareketleri bitirememiş olmasıdır. Örneğin, adam öldürme suçunda, öldürmek için tabancasını ateşleyen kişi, tüm hareketi yapmıştır. Buna karşın ölüm sonucu doğmamışsa, ortada öldürmeye tam teşebbüs vardır. Buna karşılık, öldürmek için tabancasını çeken biri, başka birisi tarafından durdurulursa, yapılması gereken tüm hareketler tamamlanmadığı için bu durumda eksik teşebbüsten söz edilir. Tamamlanmış suça oranla, teşebbüs halinde kalmış suçlara daha az ceza verilir. Tam teşebbüs, eksik teşebbüsten daha ağırdır; bu nedenle tam teşebbüs durumunda, eksik teşebbüse göre daha ağır ceza uygulanır. Ceza k.'nda tam teşebbüsün cezalandırılmasına ilişkin düzenleme şöyledir: Bir kimse işlemeyi kastettiği suçla ilgili tüm hareketleri yapmış, ancak elinde olmayan bir nedenle suç meydana gelmemişse (yasada başka türlü bir düzenleme yoksa) ve suç, ölüm cezasını gerektiriyorsa, teşebbüste bulunan kişiye, yirmi yıldan az olmamak üzere ağır hapis cezası; ömür boyu ağır hapis cezasını gerektiriyorsa on beş yıldan yirmi yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Öteki durumlarda o suç için yasada belirtilmiş olan ceza, altıda birden üçte bire kadar indirilir (md. 62). Eksik teşebbüsün cezalandırılmasıyla ilgili yasa kuralı ise şöyledir: Bir kimse işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli araçlarla işlemeye başlamış, elinde olmayan bir nedenle suçun meydana gelmesi için gerekli eylemleri tamamlayamamışsa (yasada başka türlü düzenlemede olmayan yerlerde) ve suç ölüm cezasını gerektiriyorsa, teşebbüste bulunan kişiye on beş yıldan yirmi yıla kadar ağır hapis cezası; ömür boyu ağır hapis cezasını gerektiriyorsa on yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir. Öteki durumlarda o suç için yasaca belirlenmiş ceza, yarısından üçte ikisine kadar indirilir (md. 61).
Teşebbüsün cezalandırılabilmesi için failin kasten hareket etmesi gerekir. Bu da ancak cürüm niteliğindeki ağır suçlarda sözkonusu olur. Teşebbüsün bir koşulu da, suç işleme girişiminde elverişli araçların kullanılmış olması ve eyleme başlanmış olmasıdır. Örneğin, oyuncak tabancayla adam öldürmeye teşebbüs edilemeyeceği gibi, eylem haline dönüşmemiş bir niyet de cezalandırılamaz. Teşebbüsün son bir koşulu da, eylemin yarıda kalması ya da sonucun meydana gelmemesinin failin elinde olmayan nedenlere dayanmasıdır. Fail kendi isteğiyle vazgeçtiğinde, vazgeçme anına kadar yaptığı hareketler başlı başına bir suç oluşturuyorsa onunla cezalandırılır (md. 61).
•
Suça iştirak. Bir suç tek bir kişi tarafından işlenebileceği gibi, birden çok kişi tarafından da işlenebilir, iştirakten söz edebilmek için, suç işleme konusunda kişiler arasında önceden bir anlaşmanın bulunması gerekir. Kimi suçların işlenebilmesi birden çok kişinin birlikte hareket etmesine bağlıdır; bu durumda iştirakten söz edilemez. Örneğin, zina suçunun meydana gelebilmesi için, aslında iki kişinin varlığı zorunludur. Bu durumda iştirakten söz edilemez. İştirak, ancak olumlu bir eylemle gerçekleşebilir. Bir eylemde bulunmamak biçiminde suça iştirak sözkonusu olamaz. Örneğin, bir suçun işleneceğini haber alan kişinin durumu yetkili makamlara bildirmemesi iştirak sayılmaz. Suça iştirak, asli ve fer'i olmak üzere iki türlüdür.
Asli iştirak de maddi ve manevi olmak üzere iki biçimde olabilir. Asli maddi iştirak, suç olan eylemi birlikte gerçekleştirmektir. Asli manevi iştirak ise, bir suçun işlenmesine başkasını azmettirme biçiminde gerçekleşir. Bu durumda, başkasını suça azmettirme (yönelten) kişi, suçun ilk ve etkili nedenini yaratmış olmaktadır. Fer'i iştirak de maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
Fer’i manevi iştirak şu biçimlerde olabilir:
1. suç işlemeye teşvik etmek;
2. suç işleme kararını desteklemek;
3. suç işlendikten sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
Fer'i maddi iştirak ise, suçun işlenmesine yarayacak araçların sağlanması ve suça yardım biçiminde gerçekleşir.
Asli iştirak, Türkcez. k.'nun 64. maddesinde düzenlenmiştir Yasaya göre bir suça maddi ya da manevi olarak iştirak edenlerin her biri, o suçla ilgili cezayla ce zalandırılır. Ancak azmettiren kişi için özel bir durum sözkonusu olabilir. Eylemi ger- çekleştirenin bu suçu işlemekte özel bir çıkarı olduğu saptanırsa, azmettiren kişinin cezası, ölüm yerine yirmi dört yıl; ömür boyu ağır hapis yerine yirmi yıl ağır hapis cezası olur; öteki cezalarınsa altıda biri indirilir. Fer’i iştirak konusunu düzenleyen Türkcez. k.’nun 65. maddesine göre ise, suça bu tür katılımda bulunan kişilerin cezaları şöyle belirlenir: Suça ait ceza ölüm cezası ise, yirmi yıldan; ömür boyu ağır hapis cezasıysa, on altı yıldan aşağı olmamak üzere ağır hapis cezası. Öteki durumlarda yasaca belirlenen cezanın yarısı indirilir.
• Müteselsil suç. Aynı suçu işleme kastıyla bir yasa hükmünün birkaç kez ihlal edilmesidir. Bu ihlaller değişik zamanlarda bile olsa, tek bir suç işlenmiş sayılır. Ancak bundan dolayı verilecek ceza, altıda birden yarıya kadar artırılır (Türk cez. k. md. 80). Örneğin bir veznedarın değişik zamanlarda kasadan para çekmesi, müteselsil olarak işlenmiş bir hırsızlık suçu sayılır.
•
Muhtelit suç. Yasada suç olarak tanımlanan bir eylemin, zorunlu olarak daha hafif bir suçu da içine alması halinde, muhtelit suçtan söz edilir. Bu durumda faile daha ağır olan suçun cezası verilir. Örneğin, cebren ırza geçme suçu, zorunlu olarak, cebir ve şiddet suçunu da içerir.
•
Müterakki suç. Muhtelit suçun özel bir türüdür. Bu durumda da iç içe geçmiş birden çok suç vardır. Fail, daha ağır suçu işlemek için hafif suçtan geçmek durumunda kalmaktadır. Muhtelit suçtan farklı olarak, burada ihlal edilen hukuki menfaat aynıdır. Örneğin, ırza geçme suçu içinde ırza tasaddi suçu da vardır ve ötekinin içinde erimiştir. Bu durumlarda suçluya verilecek ceza, daha ağır olan cezadır.
•
Mürekkep suç. iki ayrı sonuçtan meydandan gelir. Ancak bu iki sonuçtan biri ötekinin ya unsuru ya da ağırlatıcı nedenini oluşturur Bu durumda iki ayrı suç yerine bir tek suç ortaya çıkar. Bu durumda suç failine, daha ağır olanın cezası verilir. Örneğin, yağma suçu iki suçun bir araya gelmesinden oluşur: hırsızlık ve zor kullanma. Ancak bu iki unsur birleşerek tek bir suçu (yağma) meydana getirirler.
—Uluslarar. huk. Uluslararası suç. Bu kavram, Birinci Dünya savaşı sırasında ortaya çıktığı halde hiçbir uluslararası yazılı hukuk kuralının konusu olmadı. Bu suçun önlenmesi, her devlet tarafından, kendi askerleri ile düşman askerlerine uygulanan ulusal hukuklar uyarınca gerçekleştirilmeye çalışıldı. Versailles antlaşması, bu kavramı 1919’da, VVİlhelm ll'yi, savaş çıkarıcısı sayıp manevi sorumluluğunu ilan ederek (md. 227) ve savaş kurallarına aykırı eylemlerden suçlu kimselerin geri verilmesini isteyerek (md. 228-230) belirginleştirildi. Hollanda hükümetinin, 1918'de Doorn’a sığınan Wilhelm ll'yi geri vermeyi reddetmesi, uluslararası suç kavramının gelişmesi açısından bir başarısızlıktı; ikinci Dünya savaşı sırasında ise durum değişti. 1943’te Moskova konferansı, savaş suçları hakkında bir araştırma komisyonu kurdu. Birleşmiş Milletler genel kurulu da, 1945’te, uluslararası suçları tanımladı. Büyük devletlerin temsilcileri Potsdam'da savaş suçlan, barışa karşı suçlar ve insanlığa karşı suçlar'dan sorumlu tutulan başlıca suçluları yargılamakla görevli "uluslararası askeri mahkeme"y\ kuran bir anlaşma imzaladılar. Bu mahkeme 20 kasım 1945'ten 1 ekim 1946'ya kadar Nürnberg'de çalıştı. ( NÜRNBERG DAVASI.) Tokyo'daki başka bir askeri mahkemede de 13 haziran 1946'dan 12 kasım 1948’e kadar önemli japon savaş suçlularının davaları görüldü. Dava, bu suçlulardan sekizinin ölüm cezasına, öteki on sekizinin de hapis cezalarına çarptırılmalarıyla sonuçlandı.
Kaynak: Büyük Larousse