YAKALAMAK g. f.
1. Bir kimsenin, bir şeyin bir yerinden yakalamak; bir yerini yakalamak; bir şeyi, bir kimseyi yakalamak, sıkıca kavramak, tutmak: Bir kimseyi kolundan yakalamak. Kolumu yakaladı bir türlü bırakmıyor. Düşerken tırabzanı yakalamak. Yakalamasaydım düşecekti.
2. Bir kimseyi, bir hayvanı (hareket halindeki) yakalamak, onlara yetişip tutmak, ele geçirmek: Şimdi seni yakalayacağım. Polisler hırsızı kentin çıkışında yakaladılar
3. Bir şeyi (hareket halindeki) yakalamak, onu kavramayı başarmak: Kaleci topu yakaladı.
4. Bir hayvanı (bir şeyle) yakalamak, tuzağa düşürüp ele geçirmek, avlamak: Ökse ile kuş yakalamak. Tavşan yakalamak.
5. Bir kimseyi (bir yerde) yakalamak, onu (orda) bulmak, konuşmak için onu durdurmak; Bütün gün aradıktan sonra onu evde yakaladım. Tam kapıdan çıkarken yakalayıp evrakları imzalattı. Seni yakalamışken bir kaç soru daha soracağım.
6. Bir treni, otobüsü yakalamak, binmek için tam zamanında yetişmek, kaçırmamak: 8.15 trenini yakalamak.
7. Bir kimseyi (bir şey yaparken, bir durumda) yakalamak; bir kimseyi bir kimseyle yakalamak; bir kimsenin bir şeyini yakalamak, onu yapmaması gereken bir şey yaparken görmek, bulmak; bir suçunu, gizlice yaptığı bir işi sezmek, ortaya çıkarmak: Öğretmen bir öğrenciyi kopya çekerken yakaladı. Suçüstü yakalamak. Kocasını bir kadınla yakalamış. Konuşma sırasında birçok yalanını yakaladım.
8. Bir şeyi (soyut) yakalamak, arayarak ya da rastlantıyla bulmak: İyi bir konu yakalamış. Radyoda bu istasyonu bir türlü yakalaya- mıyorum. Bu eserde müthiş bir ritim yakalamış. Bir fırsatı yakalamak; sezmek, ayrımına varmak: Sözlerindeki nükteyi yakalayamadım. Bir nüansı yakalamak.
9. Bir kimseyi, bir şeyi (soyut) yakalamak, ona erişmek: Bütün ömrünce onu yakalamaya çalıştı. Fiyat artışlarını bir türlü yakalayamadık.
10. Bir kimseyi, bir yerde yakalamak, bir hava olayı sözkonusuysa, onu beklenmedik biçimde ve birdenbire etkisi altına almak: Fırtına bizi yolda yakaladı.
—Denize. Bir gemiyi yakalamak, öndeki geminin hızına ulaşarak ona yetişmek.
—Spor. Yarışçıyı yakalamak, özellikle bisiklet yarışlarında, arayı açmış bir yarışçıya yetişmek.
♦ yakalanmak edilg. t.
1. Ele geçirilmek, tutulmak: Suçlular yakalandı.
2. Bir kimsenin kendisini güç bir duruma düşürecek bir eylemi, bir davranışı ortaya çıkarılmak ya da çıkmak: Artık yakalandın, bundan sonra kimseyi kandıramazsın. Tam çalarken yakalanmış.
3. Avlanmak, tutulmak: Kaç tane balık yakalandı?
4. Bir hastalığa, bir şeye yakalanmak, bir hastalığın belirtilerini göstermek; can sıkıcı bir durumla karşılaşmak; tutulmak: Gribe yakalanmak. Dönüşte yağmura yakalandık.
5. Bir kimseye yakalanmak, karşılaşılmak istenmeyen biriyle karşılaşmak: Babama yakalanmadan hemen gidelim.
—Gezbil. Yakalanmış parçacık, manyetik bir alan içine örneğin bir manyetosfere girerek orada kalan elektrik yüklü parçacık.
♦ yakalatmak ettirg. f.
1. Bir kimseyi, bir hayvanı yakalatmak, kaçan bir kimsenin, hayvanın tutulmasını sağlamak.
2. Bir kimseyi bir hastalığa yakalatmak, onun bir hastalığa tutulmasına neden olmak,
3. Bir suçluyu (bir kimseye) yakalatmak, onun ele geçirilmesini sağlamak.
4. Bir kimseyi bir şey yaparken, belli bir durumda yakalatmak, yapmaması gereken bir şeyi yaparken yakalanmasını sağlamak: Bir kimseyi hırsızlık yaparken yakalatmak. Suçüstü yakalatmak.
1. Bir kimsenin, bir şeyin bir yerinden yakalamak; bir yerini yakalamak; bir şeyi, bir kimseyi yakalamak, sıkıca kavramak, tutmak: Bir kimseyi kolundan yakalamak. Kolumu yakaladı bir türlü bırakmıyor. Düşerken tırabzanı yakalamak. Yakalamasaydım düşecekti.
Sponsorlu Bağlantılar
3. Bir şeyi (hareket halindeki) yakalamak, onu kavramayı başarmak: Kaleci topu yakaladı.
4. Bir hayvanı (bir şeyle) yakalamak, tuzağa düşürüp ele geçirmek, avlamak: Ökse ile kuş yakalamak. Tavşan yakalamak.
5. Bir kimseyi (bir yerde) yakalamak, onu (orda) bulmak, konuşmak için onu durdurmak; Bütün gün aradıktan sonra onu evde yakaladım. Tam kapıdan çıkarken yakalayıp evrakları imzalattı. Seni yakalamışken bir kaç soru daha soracağım.
6. Bir treni, otobüsü yakalamak, binmek için tam zamanında yetişmek, kaçırmamak: 8.15 trenini yakalamak.
7. Bir kimseyi (bir şey yaparken, bir durumda) yakalamak; bir kimseyi bir kimseyle yakalamak; bir kimsenin bir şeyini yakalamak, onu yapmaması gereken bir şey yaparken görmek, bulmak; bir suçunu, gizlice yaptığı bir işi sezmek, ortaya çıkarmak: Öğretmen bir öğrenciyi kopya çekerken yakaladı. Suçüstü yakalamak. Kocasını bir kadınla yakalamış. Konuşma sırasında birçok yalanını yakaladım.
8. Bir şeyi (soyut) yakalamak, arayarak ya da rastlantıyla bulmak: İyi bir konu yakalamış. Radyoda bu istasyonu bir türlü yakalaya- mıyorum. Bu eserde müthiş bir ritim yakalamış. Bir fırsatı yakalamak; sezmek, ayrımına varmak: Sözlerindeki nükteyi yakalayamadım. Bir nüansı yakalamak.
9. Bir kimseyi, bir şeyi (soyut) yakalamak, ona erişmek: Bütün ömrünce onu yakalamaya çalıştı. Fiyat artışlarını bir türlü yakalayamadık.
10. Bir kimseyi, bir yerde yakalamak, bir hava olayı sözkonusuysa, onu beklenmedik biçimde ve birdenbire etkisi altına almak: Fırtına bizi yolda yakaladı.
—Denize. Bir gemiyi yakalamak, öndeki geminin hızına ulaşarak ona yetişmek.
—Spor. Yarışçıyı yakalamak, özellikle bisiklet yarışlarında, arayı açmış bir yarışçıya yetişmek.
♦ yakalanmak edilg. t.
1. Ele geçirilmek, tutulmak: Suçlular yakalandı.
2. Bir kimsenin kendisini güç bir duruma düşürecek bir eylemi, bir davranışı ortaya çıkarılmak ya da çıkmak: Artık yakalandın, bundan sonra kimseyi kandıramazsın. Tam çalarken yakalanmış.
3. Avlanmak, tutulmak: Kaç tane balık yakalandı?
4. Bir hastalığa, bir şeye yakalanmak, bir hastalığın belirtilerini göstermek; can sıkıcı bir durumla karşılaşmak; tutulmak: Gribe yakalanmak. Dönüşte yağmura yakalandık.
5. Bir kimseye yakalanmak, karşılaşılmak istenmeyen biriyle karşılaşmak: Babama yakalanmadan hemen gidelim.
—Gezbil. Yakalanmış parçacık, manyetik bir alan içine örneğin bir manyetosfere girerek orada kalan elektrik yüklü parçacık.
♦ yakalatmak ettirg. f.
1. Bir kimseyi, bir hayvanı yakalatmak, kaçan bir kimsenin, hayvanın tutulmasını sağlamak.
2. Bir kimseyi bir hastalığa yakalatmak, onun bir hastalığa tutulmasına neden olmak,
3. Bir suçluyu (bir kimseye) yakalatmak, onun ele geçirilmesini sağlamak.
4. Bir kimseyi bir şey yaparken, belli bir durumda yakalatmak, yapmaması gereken bir şeyi yaparken yakalanmasını sağlamak: Bir kimseyi hırsızlık yaparken yakalatmak. Suçüstü yakalatmak.
Kaynak: Büyük Larousse
X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.