Arama

Tutmak Nedir?

Güncelleme: 4 Eylül 2015 Gösterim: 847 Cevap: 0
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
4 Eylül 2015       Mesaj #1
Safi - avatarı
SMD MiSiM
TUTMAK g fl.
1. Bir şeyi tutmak, o şeyi eliyle kavramak, onu elinde bulundurmak: Şu ipin ucunu tutar mısın? Çantamı iki dakika tutsana.
Sponsorlu Bağlantılar
2. Bir şeyi bir yerinde tutmak. onu bedeninin bir yerine kıstırmak: Kolunun altında bir paket tutuyor. Avını ağzında tutan bir arştan.
3. Bir şeyi, bir kimseyi, bir hayvanı tutmak, yakalamak düşmesine, kaçmasına, gitmesine engel olmak (nesnesiz de kullanılır): Topu tutamadı. Kaçıyor, (hırsızı) tutun! Tutmasaydım düşecektin.
4. Bir kimseyi, bir hayvanı (bir yerinden, bir şeyinden) tutmak, bir yerinden kavrayarak hareketini yönlendirmek ya da engellemek, durdurmak: Bir çocuğu elinden tutup karşı kaldırıma geçirmek. Atı dizginlerinden tutmak.
5. Bir avı (hayvan) tutmak, onu yakalamak, avlamak: Balık tutmak. Kuş tutmak. Kedi olalı bir fare tuttu.
6. Bir şeyi (somut) tutmak, bir şeyden söz ederken, başka bir şeyin yerinde durmasını sağlamak, onu sabitleştirmek: Tekneyi tutan halat koptu. Levhayı yalnızca bir vida tutuyor.
7. Bir kimseyi, bir yerde tutmak,
çıkamayacağı bir yere sokup kapatmak, orada alıkoymak; Bir sanığı nezarethanede tutmak.
8. Bir şeyi bir yerde tutmak, onu orada saklamak, muhafaza etmek, bekletmek: Mücevherlerini kasada tutmak. Hamuru iki saat buzlukta tutmak.
9. Bir kimseyi, bir şeyi (durum tümleci +) tutmak, o durumda bulundurmak, öyle olmalarını sağlamak: Evini, çocuklarını temiz tutmak. Kapıyı açık tutmak.
10. Bedenini, bedenin bir bölümünü (durum tümleci +) tutmak, belli bir duruşa geçmek ve o duruşu sürdürmek: Bedenini, başını dik tut mak.
11. Bir kimseyi (bir yerde) tutmak, gitmemesi için bir engel, bir neden oluşturmak: Beni bu kentte tutan neydi? Seni kimsenin burada tuttuğu yok, gitmekte özgürsün
12. Bir şeyi (soyut) tutmak, verdiği sözü, ettiği yemini vb. yerine getirmek, gerçekleştirmek; bir başkasının sözünü, öğüdünü vb. dinlemek, uygulamak: Verdiği hiçbir sözünü tutmadı. Babasının öğütlerini tutsaydı, şimdi bu durumda olmazdı.
13. Bir şeyini tutmak, içten gelen bir hareketi, bir tepkiyi, özellikle duygularını saklamaya, göstermemeye çalışmak; bastırmak: Gözyaşlarını tutmak. Nefesini tutmak. Gülmesini tutamadı.
14. Bir kimseyi, bir grubu tutmak, ona destek olmak, ondan yana çıkmak; desteklemek: Bu ailede herkes birbirini tutar. Takım, parti tutmak. Jüri onu tutuyor.
15. Bir kimseyi, bir şeyi tutmak, önem vermek, beğenmek, değer vermek: Bir öğretmeni, yöntemini tutmak.
16. Bir makamı tutmak, orayı ele geçirmek, denetimi altına almak: Köşe başlarını tutmuşlar, rüşvetsiz iş gördürmek olanaksız.
17. Biri ötekini tutmak, birbirini tutmak, iki ya da ikiden çok şeyden söz ederken, tutarlılık, uygunluk içinde olmak (genellikle olumsuz cümlelerde): Bir dediği bir dediğini tutmuyor. Renkler birbirini tutmuyor.
18. Bir yer tutmak, ayırtmak: Otelde bir oda, bir gazinoda bir masa tutmak.
19. Bir kimseyi (bir iş için) tutmak, bir işte ondan yararlanmak, onu çalıştırmak: Bir girişimi sonuçlandırmak için üç adam daha tutmak. Kiralık bir katil tutmak. Avukat tutmak.
20. Ev, dükkân, araba vb. tutmak, kiralamak: 400 000 TL'ye bir ev tutmak. Bir minibüs tutup kenti gezmek.
21. Bir yeri, bir yolu tutmak, işgal etmek, denetimi altına almak, gidiş gelişi engellemek: Grev yapan işçiler fabrika girişini tutmuşlardı. Polis arama yapmak için kavşakları tuttu.
22. Bir yeri tutmak, bir şeyden söz ederken, orada yayılmak, herkesçe bilinir olmak: Ünü dünyayı tuttu. Feryatlar gökleri tuttu.
23. Bir kimseyi (zaman tümleci +) tutmak, oyalamak: Beni iki saat yolda tuttu. Sizi daha fazla tutmayayım.
24. Bir kimseyi tutmak, içkiden vb. söz ederken, bir kimsede, etkisini güçlü bir biçimde göstermek, onu etkilemek: Bir kadeh bile onu tutar.
25. Bir kimseyi tutmak, bir taşıt söz konusuysa, onu hasta etmek, (nesnesiz de kullanılır): Otobüs beni tutar.
26. Bir yeri tutmak, oraya varmak, ulaşmak: Hapisten kaçan mahkûmlar çoktan ormanı tutmuştur. Gemi limanı tuttu. Saat beşe doğru köyü tutarız.
27. Bir kimseyi, bir yeri, bir şeye tutmak, hedef alarak ona atmak; çok miktarda atmak: Bir kimseyi taşa tutmak. Bir kenti topa tutmak. Sanatçıları çiçek yağmuruna tutmak.
28. Bir şey tutmak, onu oluşturmak, bağlamak: Ekinler tane tuttu. Süt kaymak tuttu. Koyunlar hiç et tutmadı.
29. Belli bir malı, parayı bir şeye tutmak, onu bir alacağın ya da vereceğin karşılığı saymak: Bu parayı borcunuza tutalım.
30. Bir şeyi bir şeye tutmak, ona doğru yöneltmek, yaklaştırmak; onun etkisine bırakmak: Bir kimsenin gözüne ayna tutmak. Saati kulağına tutmak. Eti ateşe tutmak.
31. Bir kimseye bir şey tutmak, sunmak, ikram etmek: Konuklara şeker, lokum vb. tutmak.
32. Bir kimsenin paltosunu, ceketini vb. tutmak, onun, onu giymesine yardım etmek.
33. Bir şey tutmak, bir şeye, bir yere kalıcı biçimde yapışmak, girmek ya da verilen biçimi almak, korumak: Bu duvar boya tutmuyor. Bu kumaş ütü tutmuyor.
34. Bir kimsenin yalanını tutmak, onu anlamak, farkına varmak, yakalamak: Onun birçok yalanını tuttum.
35. Bir iş tutmak, bir işe başlamak, girişmek: Askerden dönünce ne iş tutacaksın?
36. Bir işi (niteleme be. +) tutmak, o işi şu ya da bu biçimde sürdürmek: işini sıkı tutar, işi gevşek tuttukları için başaramadılar.
37. Rüzgâr, dalga, yağmur vb. tutmak, bir yerden söz ederken, onların etkisine açık olmak: Bu koy rüzgâr tutmaz.
38. Bir kimseyi tutamamak, onun yükselişini engelleyeme- mek: Artık bu başarıdan sonra kimse onu tutamaz.
39. Bir şeyi, bir kimseyi tutmak, iki şeyi karşılaştırırken ona erişebilmek; onun değerine, niteliklerine ulaşabilmek, yerini tutmak: Buralarda o kısrakları tutacak bir başka at gösteremezsin.
40. (Bir şeyden) bir kimseyi sorumlu tutmak, bir işin sorumluluğunu ona yüklemek.
41. Belli bir yolu tutmak, o yolu izlemek: Sahil boyunu tut, önüne gelen ilk sokağa sap. Tuttuğun yol çok yanlıştı.
42. Bir şey tutmak, onu kullanmak: Yaşmak tutmak. Ustura tutmak.
43. Yörs. Bir kimseyi tutmak, kocası olmak.
44. Tut kelin perçeminden, çözümü güçlük yaratan bir sorun karşısında duyulan çaresizliği belirtmek için söylenir. || Tutar yeri kalmamak, iyice eskimek, delik deşik olmak; bir sorun ya da kimseden söz ederken savunulmaz bir durumda olmak: Artık bu konunun tutar yeri kalmadı. ]| Tuttuğu dal elinde kalmak, kime güvendiyse ya da hangi girişimde bulunduysa hepsi boş çıkmak, hiçbirinden olumlu bir sonuç alamamak. || Tuttuğunu koparmak, her istediği ya da giriştiği işi gerçekleştirecek bir yeteneğe ve beceriye sahip olmak. || Tutmak, aklından tutmak, bir şey düşünmek, kararlaştırmak: Herkes bir sayı tutsun. || Yerini tutmak — YER. || Yolunu tutmak -YOL. II.

Yardımcı fiil.
1. Not, zabıt vb. tutmak, söylenenleri saptamak; etmek: Tuttuğu notları kaybetmek. Olay yerinde zabıt tutmak
2. Muhasebeyi, hesapları tutmak, bir defter, bir sicil tutmak, onlarla ilgilenmek, onlardan yükümlü olmak.

—Denize, Bir demirden söz ederken, dibe takılmak. || Aganta tutmak, hisa ya da laçka edilen bir halat ya da zinciri, bir sûre belli bir konumda tutmak. || Demirde tutmak, fırtınalı bir havada, bir gemiyi demir üzerinde yatırmak. || Rüzgârı yakada tutmak, yelkenli bir teknenin olabildiğince orsada seyretmesi için rüzgâr üstüne yakın bir rotada yol almak.

—Oy. Pul tutmak, tavlada rakibin oyununu bozmak ya da kendi oyununu gerçekleştirmek amacıyla belli bir hanedeki pulunu oynamamak. || Zar tutmak, tavla vb. zarla oynanan oyunlarda, istenen zarın gelmesi için hile yapmak; hileli zar atmak.

ünl. Denize. Tut üstüne!, bir filikayı durdurmak ya da hızını azaltmak için kürekçilere verilen komut. (Bütün kürekçiler, kürek palalarını su içinde dik konuma getirir, palaların suya yaptığı direnç de hızı azaltarak filikayı durdurur.)

gçz. f.
1. Bitkilerden söz ederken, kök salmak, büyümek, gelişmek: Diktiğimiz çiçekler tuttu.
2. Bir şeyden söz ederken, beklenen sonucu vermek: Bu mevsimde yapılan aşı tutmaz.
3. işlevini yerine getirebilecek durumda olmamak: Ayakları artık hiç tutmuyor.
4. Belli bir değere, niceliğe ulaşmak: Yaptığımız harcamalar 250 000 TL tutuyor.
5. Lanet, ilenç vb. sözkonusuysa, hedefine ulaşmak, gerçekleşmek: Annesinin bedduası tuttu, oğlu da onu evine almıyor. Ahi tutmak
6. Bir rahatsızlıktan, bir acıdan söz ederken, bir kimse üzerinde etkisini göstermeye başlamak ya da yeniden ortaya çıkmak: Yine başağrısı tuttu. Hıçkırık tuttu. Midesi tutmak. Sarası tutmak. Sancısı tutunca hastaneye götürdüler.
7. Bir durumdan, bir duygudan vb. söz ederken, bir kimseyi etkisi altına almak: Gülmesi, güleceği tuttu. Aptallığı tutmak.
8. iyi bir sonuç vermek, başarılı olmak: Projem tutarsa tüm umutlarımız gerçekleşir.
9. Bir yapıttan söz ederken, büyük ilgi görmek, çok satmak, çok beğenilmek: Son filmi hiç tutmadı. Bu parça çok tutacak.
10. Belli bir yeri, bir süreyi kaplamak, doldurmak. Türk tarihi bu kitapta iki yüz sayfa tutuyor. Bu iş iki saat tutar.
11. Yapıştığı ya da gır diği yerden çıkmaz olmak: Boya tutmadı, bir kez daha sürün. Bu çiviler tutmuyor.
12. Hafifçe yanmak, dibi tutmak: Muhallebiyi biraz tuttur.
13. Tkz. Denk gelmek, isabet etmek: Attın ama tutmadı.
14. Bir yancümle olarak kullanıldığında, temel cümledeki edimin beklenmediğini, umulmadığını, uygun olmayan bir zamanda, uygun olmayan bir biçimde yapıldığını vurgular: Tuttu çocuğu dövdü. Sen tut adamı bir güzel döv. Tutup bütün anlattıklarımı ona söylemiş. || Tut(alım) ki, varsayalım, farz edelim ki: Tutalım ki böyle demiş, bu neyi değiştirir. || -acağı tutmak, beklenmedik ve uygun olmayan bir zamana denk düşmek: O akşam bize geleceği tutmaz mı?\\ -dan ...tütün da ...e kadar, iki uç noktayı belirtir: En büyüğünden tutun da en küçüğüne kadar hepsi bu uygulamaya karşıydı.

tutturmak ettirg. f.
1. Bir şeyi, bir şeye, (bir şeyle) tutturmak, onu, bir şeye bir yere iliştirmek, bir bağ ile birçok öğeyi bir araya getirmek, bağlamak: Çeki, mektuba bir ataşla tutturmak. Saçını pembe bir kurdele ile tutturmuştu.
2. Bir kimseyi, bir şeyi, bir şeye tutturmak, onu hedef olarak almalarını sağlamak: Seni taşa tutturacak. Kenti top ateşine tutturmak.
3. Bir atışı, bir hedefi tutturmak, bir şeyi o hedefe değdirmek, isabet ettirmek: Altı atıştan hiçbirini tutturamadı.
4. Bir puanı, bir değeri vb. tutturmak, bir sınavdan ya da şans oyunundan söz ederken, o değere, o puana ulaşmak, isabet ettirmek, onu yakalamak, bulmak: Sınavda on üç tutturdu. Testte atarak doğru yanıtları tutturmak.
5. Bir şeyi, bir kimseyi tutturmak. onun o şeyi tutmasını, yakalamasını sağlamak: Çocuklara tutturduğu güvercin yavrularını ikişer ikişer kafese koydu.
6. Bir kimseyi bir kimseye tutturmak, onun o kimseyi, bir iş için görevlendirmesini sağlamak: Ailesine avukat tutturup, onlara karşı dava açtı.
7. Tutturabildiğine, belirli, saptanmış bir fiyatı olmaksızın, kabul ettirebildiğince: Aynı malı kimi gün ûç yüzden, kimi gün dört yüzden, tutturabildiğine satıyor.

tutulmak dönşl. ve edilg. t.
1. Bir gökcisminden söz ederken, tutulma olayına uğramak: Yarın Güneş tutulacak.
2. Hareket edemez, bir şey yapamaz duruma gelmek: O sahnenin dehşeti karşısında tutulup kalmıştı.
3. Bedenin herhangi bir üyesi sözkonusuysa, işlevini yerine getiremez duruma gelmek: Bacakları, boynu tutulmak.
4. Bir kimseye tutulmak, ona âşık olmak: Komşunun kızına tutuldu.
5. Ed. Bir kimseye, bir şeye, bir yere tutulmak, onu çok sevmek, çok beğenmek: Ege'ye tarihin ve doğanın bu olağanüstü kaynaşmasına tutuldum.
6. Bir hastalığa tutulmak, yakalanmak: Nezleye, gribe tutulmak.
7. Yağmura, doluya, vb. tutulmak, birdenbire onun etkisi altına girmek; yakalanmak: İzmir'e yaklaşırken çok şiddetli bir yağmura tutulduk.
8. Tkz. Bir kimseye, bir şeye tutulmak, o kimseye, o şeye sinirlenmek, kızmak: Senin arkadaşına çok kötü tutuluyorum. Bu duruma neden bu kadar tutuldun?

tutulmak edilg. f.
1. Tutmak, kavramak, kavrayarak yönlendirmek, hareketini engellemek, eylemine konu olmak: Zavallı, elinden tutulup karşıya geçirilebilirdi. Dizginlerinden sıkıca tutulmalıdır. Gitmek isteyen tutulmaz.
2. Ele geçirilmek, yakalanmak, alıkoyulmak ya da bir yere sokulup kapatılmak: Kaçan adam hemen tutuldu. Bu hızla koşan bir atın tutulması imkânsız. Bütün gece gözetimevinde tutulmuş.
3. Bir durumda bulundurulmak: O yokken ev temiz tutulmamış. Kapı açık tutulmamalıydı. Beden dik tutulmalı.
4. Yakalanmak, avlanmak: O gün epey balık tutulmuştu.
5. Yerine getirilmek, gerçekleştirilmek: Bize verilen sözlerden hiçbiri tutulmadı.
6. Denetim altına alınmak, işgal edilmek: Bütün kavşaklar tutulmuştu.
7. Desteklenmek, beğenilmek, ilgiye değer bulunmak: Bu film çok tutuldu.
8. Ayırtılmak: Bütün masa lar tutulduğu için yer bulamadık.
9. Bir işle görevlendirilmek, hizmete alınmak Tutulan kiralık katil.
10. Kiralanmak: Bu ev kaça tutuldu?
11. Bir şeyden söz ederken, bir şeye yöneltilmek, bir şeyin etkisine bırakılmak: Ateşe tutulunca islen miş, rengi değişmişti.

tutunmak dönşl. f.
1. Bir şeye, bir kimseye tutunmak, dengeyi korumak, düşmemek vb. için bir şeyi elleriyle sıkıca kavramak: Tırabzana tutunmak. Kendini kötü hissediyorsan, bana tutunabilirsin.
2. Bir kimseye, bir şeye tutunmak, umudunu ona bağlamak, ona güvenmek: Sığınacak, tutunacak hiç kimsesi yok.
3. Bir işte, bir yerde, bir toplulukta tutunmak, orada kendini kabul ettirmek, o yerde, o işte, o toplulukta kendine bir yer edinmek: Son işinde de tutunamadı. Bu ülkede tutunmamız çok zor.
4. Bir topluluktan söz ederken, bir saldırı, bir güç karşısında durumunu korumak, direnmek: Kendilerinden çok üstün silahlarla donatılmış bu ordu karşısında daha fazla tutunamayıp geri çekildiler.
5. Bir şey tutunmak, onu kullanmak, kendi üzerine koymak: Ustura tutunmak. Havlu tutunmak.
6. Tutunacak dalı olmamak, güveneceği, güç alacağı bir kimsesi, bir şevi hnlı ınmamak

tutuşmak iştş. f.
1. insanlardan söz ederken, birbirinin elini tutmak: El ele tutuşup yürümek.
2. Bir şeye (eylem) tutuşmak, karşılıklı olarak başlamak, girişmek: Kavgaya tutuşmak.


Kaynak: Büyük Larousse

X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.

Benzer Konular

17 Mayıs 2014 / Misafir Soru-Cevap