Arama

O Nedir?

Güncelleme: 16 Aralık 2015 Gösterim: 847 Cevap: 0
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
16 Aralık 2015       Mesaj #1
Safi - avatarı
SMD MiSiM
O a
1. Türk abecesinin on sekizinci harfi.
Sponsorlu Bağlantılar
2 Geniş, yuvarlak, art ünlü.

—ANSİKL. Dilbil. Fenike abecesindeki, "göz" anlamına gelen ayn (göstergenin önceki yazılarda rastlanan biçimine uyar) boğazsıl bir ünsüzü belirtiyordu. Yunanlılar bu göstergeyi o ünlüsünün yazımında kullandılar, ionialılar'ın yaptığı kısa bir o (omikron) ile uzun bir o (omega) arasındaki ayrım klasik yunan abecesinde benimsenmiş, ama Etrüskler’le Romalılar tarafından kullanılmamıştır. Tek çizgiyle çizilmiş çember biçimindeki o’nun ortaya çıkması, latin yazılarında, özellikle de işlek biçimlerde, çok sonralara rastlar: genel olarak o yönleri ters iki yarım çemberle gösterilirdi; bu durum çoğunlukla dikey bir eksenin iki yanında bulunan kalın çizgileri de açıklar.

Sesbilgisi. O sesi, eski türkçe döneminden beri kurallı olarak yalnızca ilk hecelerde bulunur. Şimdiki zaman ekiyor, yorıyürümek' fiilinin ekleşmesi ile ortaya çıktığından (XV. ve XVI. yy.) bu kurala aykırıdır. Ayrıca ünlemlerde (aboo!, ohooi), bileşik sözcüklerde (karakol, başıboş, akkor, anayol), aktarımlarda (doktor koridor rapor panorama, pantolon, hipodrom) ilk heceden sonraki hecelerde de o sesi bulunur.

Tarihsel sesbilgisi. Eski türkçede o sesi bulunduran kimi sözcükler, Türkiye türk- çesinde daralarak u ve ü olmuştur: yorı- > yöri- > yürü-, odun- > oyan- > uyan-, bodun > budun, bo > bu. Eski türkçede işte anlamında kullanılan oş sözcüğü de uş olduğu gibi türevlerinde ş sesinin daraltıcı ve inceltici etkisiyle i sesine dönüşmüş, bazen de düşmüştür: Oş ol > uşol > şol, oş amtı > uş emdi > şimdi, oşda > uşda > işte. Doğu türkçesinde buz- biçiminde olan ve eski türkçede de doğu türkçesindeki gibi olduğu varsayılan fiil, Türeye türkçesinde boz- olmuştur. Yine doğu türkçesinde tuğ- biçiminde kullanılan fiil, Türkiye türkçesinde toğ- > doğ- olmuştur.
Eski türkçede kısa o sesi yanında bir de uzun o sesi (ö) vardır. Bu ses uygurca yazıda iki o ile gösterilmiştir: oon ‘on’, oof 'od, ateş', toon 'don, elbise', tooz 'toz'. Bu sözcükler bugünkü türmencede de uzun ünlü ile söylenir. Yakutçada ise o, 5>uo gelişmesi görülür: uot 'ateş', uen 'on', su- ot 'yol', tuol- 'dolmak'.
Kazan türkçesinde ve başkırtçada o > u gelişmesi görülür: bol- > bul- ‘olmak’, kol > > kul ‘kol’, oku- > uku- 'okumak', yol > yul 'yol'.
«aşka ağzında o > O olur: ok > Ol}, ol- > üt-, çok > çat}.
Özbekçede o ile a arasında bir ses vardır: â. Genel türkçedeki kimi a sesleri, â'ya dönüşmüştür: bâş < baş, âl- < al-, uyğân- < oyğan- 'uyanmak', kelmâk 'gelmek', bây < bay 'zengin'. Arapça ve farsçadan geçen uzun a sesleri de özbekçede â’ya çevrilir: zamân < zamSn, devâr < divar, tjâne < }Sne, kitâb < kitâb.
Doğu türkçesinde ikinci hecede bulunan u sesi gerileyici benzeşme ile ilk hecede a > o gelişmesine neden olur: - tun > tjotun, açuk > oçuk, aruk > oruk 'zayıf', tamur > tomur 'damar', tanut- > tonut- 'tanıtmak', namus > nomus.
Kırgızcada ve altaycada dudaksıl uyum yerini dudaksıl çekime bırakmıştır. Böylece yuvarlak ünlülerden sonra, geniş yuvarlak ünlüler gelir: oymok < oymak, ko- nok < konuk, korkok < korkak, orto < orta, çolok < çolak, boyok < boyağ ‘boya’. Kırgızcada eski ğ, -ğu > w sesleri ünlü ile birleşerek uzun bir o olur: too < tağ 'dağ', ooz < ağız, boo < bağ.
Çağataycada v sesi şu sözcüklerde yanında bulunan a'yı o'ya çevirir: avuç > ovuç, acun > ocun (bunun yanında acun), avun- > ovun-. Buna karşılık şu sözcüklerde v yanındaki o sesi de a olur: soğuk > sovuk savuk. kov- > kav-.

O k. adi. 3. teki. k.
1. Adı geçen ya da sözü edilen kişinin vurgulanması durumunda kullanılır (vurgulama dışında fiile eklenen 3. teki. k. eki konuşanı belirtmekte yeterlidir): O söyledi. O artık geri dönemez. Bu işi o mu yaptı? \\ Onu, 3. teki. k. adılının belirtme durumu: Onu evde bıraktık. Onu ve dostlarını görmek istemiyorum. || Ona, 3. teki. k. adılının yönelme durumu: Ona erken gelmesini söylemiştim. Kitabı ona bırak, ben sonra alırım. || Onda, 3. teki. k. adılının bulunma durumu: Çakmağım onda kaldı. || Ondan, 3. teki, k. adılının çıkma durumu: Ondan haber bekliyorum; o nedenle o yüzden: Bugünlerde parasız da ondan buraya gelmiyor. || Onun, 3. teki. k. adılının tamlayan durumu: Bu sigara kimin? Onun. Onun se çimi, ben karışamam. Onun kızı. || Onunki, 3. teki, kişiye ait olan şeyi, kimseyi belirtir: Onunki güzel değil, bunu al. || Onsuz, o olmadan: Onsuz hiçbir yere gitmem.
2. O bu, herkes, öteki beriki: O bu laf edecekmiş, etsin.

♦ işaret adi.
1. BU ve şu'ya karşıt olarak uzakta, göz önünde bulunmayan bir varlığı, bir şeyi ya da daha önceden söylenmiş olanı belirtmek üzere, bir adın, ad öbeğinin ya da bir cümlenin yerine kullanılır: istediğim o değil, şuradaki kırmızı olanı. O daha pahalı, bunu alalım. O bir hataydı. O başka, bu söylediğim daha uygun. O söylediğini duymamış olayım. || Onu, o adılının belirtme durumu: Onu bana uzatır mısın? || Ona, o adılının yönelme durumu: Ona söz söyleme. || Onda, o adılının bulunma durumu: Onda kızacak bir şey bulamıyorum, öyle olaylar her zaman dur. || Ondan, o adılının çıkma durumu: Ondan başka söyleyecek laf bulamadın mı?\\ Onun, o adılının tamlayan durumu: Onun kadar karmaşığına rastlamadım.
2. O denli, o derece, öyle, o kadar: O denli çalışmana gerek yok. || O halde, bir durum karşısında "öyleyse, bu takdirde, böyle olduğuna göre” anlamlarında kullanılır: O halde yapılacak hiçbir şey yok demektir. || O kadar, aşırılık, çokluk belirtir: O kadar ilgi göstermeyin, değmez; öfke, kızgınlık ve korkutma anlatır: Benden söylemesi, o kadar!; hepsi, tümü anlamında kullanılır: Ortalıkta birkaç yaşlı kadın var, o kadar. || O takdirde, sözü edilen durum göz önüne alındığında; o halde. || Ona buna, herkese: Ona buna dil uzatmak, sataşmak. || Onu bunu bilmemek, özür tanımamak, başka söz, başka itiraz istememek: Onu bunu bilmem, bizimle geleceksin. || Onun için, bundan ötürü, bundan dolayı: istediğini kday vermezler sana, onun için çok çalışman gerekecek.

—Psikan. Freud'un ikinci ruhsal aygıt kuramında, kişiliğin ruhsal öğesi ve dürtüsel kutbu, (alm. dasEs.) [Bk. ansikl. böl.]

♦ işaret sıt.
1. BU ve şuya karşıt olarak uzakta, göz önünde bulunmayan bir varlığı, bir şeyi ya da daha önce sözü edilmiş olan bir şeyi belirtir: O araba kimin? O evlerin hepsi birbirinden güzel. O mesele kafamı kurcalıyor.
2. Sözü edilen yere ya da zamana gönderir: O yerlerden hiçbir zaman hoşlanmadım. O sene hepimiz bir aradaydık.
3. Bir kimseye karşı kızgınlık, aşağılama anlamı taşır: O kızın yaptıklarına artık dayanamıyorum. O adama söyle, bir daha yoluma çıkmasın.
4. Cümlede yinelenen görevdeş öğeleri belirtirken anlatımı abartır: O evler, o bahçeler, o parklar, sanki cennetten bir köşe.
5. O duvar senin bu duvar benim, bir kimsenin sarhoşluk yüzünden yalpalayarak yürüdüğünü belirtmek için kullanılır. || O gün bu gün, o günden, o zamandan beri: O gün bu gün bir daha yanımıza gelmedi. || O kapı senin, bu kapı benim, sürekli olarak gezip dolaşmayı, kapı kapı gezmeyi anlatır: O kapı senin bu kapı benim derken yine akşamı ettin. || O saal, hemen, vakit geçirmeksizin, o anda: ilacı iç, o saat ağrın geçer. || O taraflı olmamak, aldırış etmemek, ilgisi yokmuş gibi davranmak, önemsememek: Karşı koyalım dedim, kimse o taraflı olmadı. || O tarakta bezi olmamak, o şeyle uğraşmamak, ona karşı ilgi duymamak: O tarakta bezi olanlardan değil. || O yolda, sürdürdüğü tutum ve düzen içinde: O yolda giderse hiçbir şeye sahip olamaz. || O yolun yolcusu, ahlakdışı sayılan kötü bir yola kendini kaptırmış kimse.

—ANSİKL. Zur Einführung des Narzissmus (Narsisizmin incelemesine giriş) [1914] adlı çalışmasında Freud, ben'in bir ölçüde bilinçdışı olabildiğini ortaya koyan bir dizi klinik olguyu inceledi. G. Groddeck'in çarpıcı sezgisi olan o (Das Buch vom Es [O üzerine), 1923), S. Freud'a, bilindışı kavramına eklenmekle birlikte kişiliğin dürtüsel kutbunu tanımlayan bir ruhsal öğe kavramını ortaya çıkarma olanağını sağladı. O'nun kendine özgü bir örgütlenmesi yoktu. Dış gerçekliğin baskısıyla, ben dürtüsel enerji deposu olan o’ dan doğuyordu. Buna göre ben ve o, bir bağımlılık bağıntısı içinde ortaya çıkıyordu. Çünkü ikinci topiğinde Freud ben, o ve üstben öğeleri arasındaki ekonomik ilişkilere, genel olarak onların dinamik çatışmalarından daha çok önem veriyordu ve bu bakımdan ben de üstben de özerklik iddiasında bulunamazdı. Üstben, o' nun ilk nesne seçimlerine karşı tepki göstermeyi sürdürdüğü zaman bile, o'nun kalıtçısı olarak betimleniyordu. Ben'in nesneye göre çeşitli tavırlarıyla o'na gösterdiği aykırı ama zorunlu bir bağlılıktı bu. Aynı durum üstben ve ideal ben için de geçerliydi. Ben ve üstben öğeleri, o'nun etkinliğini tasarım olarak dile getirebilirse de o ben'e ne sevgi, ne de kin gösterebilirdi. Eros ve ölüm dürtüsünün çatıştıkları zamandışı arenaydı, zorlayıcı etkileri ben ve üstben arasında çatışmalara yol açan bir öğeydi, Freud'un o görüşü kesinlikle insanbiçimci bir görüştü.

—O Anorg. kim. Oksijen'm simgesi.

—Hematol. ABO alyuvar sistemindeki bir kan grubunu belirtir.

—Mat. çözlm. Bir f fonksiyonunun bir g fonksiyonuna göre daha büyük değer aldığını göstermeye yarayan Landau*'ın no- tasyonu. [f = O (g).]

—o Mat. çözlm. Bir f fonksiyonunun bir g fonksiyonu yanında ihmal edilebildiğini göstermeye yarayan Landau”ın gösterilişi. [f - o(g).]

—Org. kim. Orto’nun kısaltması.

—O ünl. Cümlenin başına getirilerek şaşma, beğenme, alay, vb. duyguları vurgulayarak belirtir: O! Saatin bu kadar geç olduğunu fark etmemişim! O! Bu ne güzellik. O! Siz buralara gelir miydiniz?

Kaynak: Büyük Larousse

X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.