KAİL sıf. (ar. (tâ’/'/). Esk.
1. Razı olmuş, boyun eğmiş, kabullenmiş: “Kailiz nağme -şimâsânına İstanbul'un / Çiğner ağzında yahûdileri, çingâneleri" (Nabi, XVII. yy.).
2. inanmış, aklı yatmış: "Acele etme, kız çok muasır, hayatın senin dediğin gibi yaşamak için olduğuna kail" (H. E. Adıvar).
3. Söyleyen, anlatan.
4. Bir şeye kail olmak, inanmak, öyle kabul etmek, razı olmak: “Buna dahi anlar kail olmadılar" (Cevdet Paşa, XIX. yy.). “Öylece adam mevcudiyetine kail olmalıyız" (Baha Tevfik).
1. Razı olmuş, boyun eğmiş, kabullenmiş: “Kailiz nağme -şimâsânına İstanbul'un / Çiğner ağzında yahûdileri, çingâneleri" (Nabi, XVII. yy.).
Sponsorlu Bağlantılar
3. Söyleyen, anlatan.
4. Bir şeye kail olmak, inanmak, öyle kabul etmek, razı olmak: “Buna dahi anlar kail olmadılar" (Cevdet Paşa, XIX. yy.). “Öylece adam mevcudiyetine kail olmalıyız" (Baha Tevfik).
Kaynak: Büyük Larousse
X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.