KARARMAK gçz. f.
1. Rengi karaya yakın bir renge ya da karaya dönmek; siyahlaşmak: İsten kararmış duvarlar.
2. Aydınlığını, parlaklığını yitirmek ya da gücü azalmak: Gökyüzü birdenbire karardı.
3. Karanlık basmak,akşam olmak: Hava karardı. Ortalık artık ne kadar erken kararıyor.
4. Ateş sözkonusuysa, sönmeye yüz tutmak: Sobadaki kor kararmıştı.
5. içi, ruhu vb. kararmak, üzüntüye, kaygıya kapılmak; kederlenmek.
—Güz. sant. Bir resmin gölgeleri ya da yarım tonları, zamanla daha koyu bir renk almak.
♦ karartmak ettirg. f.
1. Bir şeyi karartmak, onu rengini karaya yakın bir renge ya da karaya çevirmek; esmerleştirmek, siyahlaştırmak: Güneş iyice karartmış onu. is duvarları kararttı.
2. Bir yeri karatmak, onu karanlık, ışıksız, loş bir duruma getirmek, ışıktan yoksun bırakmak: Bu perdeler odayı iyice kararttı.
3. Bir ışık kaynağını karartmak, onu kısmak ya da üzerini örtmek: Gaz lambasını biraz karartır mısın, çok is çıkarıyor.
4. Bir kimsenin içini, ruhunu vb. karartmak, onun sıkılmasına, üzülmesine neden olmak.
—Res. Açık ya da canlı bir rengi siyahla karıştırarak koyultmak. || Bir deseni ya da figürü gölgelendirmek.
—Tiyat. Özel bir etki uyandırmak ya da gösteriyi daha noktalamak amacıyla sahneye yönelmiş tüm ışık kaynaklarını söndürmek. || Perdesiz modern tiyatrolarda bölümleri ve perdeleri birbirinden ayırmak ya da oyunun başlayış ve bitiş saatini düzenlemek için ışıkları söndürmek. || Işıkları karartmak, oyunun başlamasından önce, seyirci bölümünü aydınlatan lambaları söndürmek. || Sahneyi karatmak, bir piyes oynanırken dekoru değiştirmek ya da zaman-mekân değişikliğini belirtmek amacıyla kısa bir süre için sahneyi aydınlatan ışık kaynaklarını kapamak.
1. Rengi karaya yakın bir renge ya da karaya dönmek; siyahlaşmak: İsten kararmış duvarlar.
Sponsorlu Bağlantılar
3. Karanlık basmak,akşam olmak: Hava karardı. Ortalık artık ne kadar erken kararıyor.
4. Ateş sözkonusuysa, sönmeye yüz tutmak: Sobadaki kor kararmıştı.
5. içi, ruhu vb. kararmak, üzüntüye, kaygıya kapılmak; kederlenmek.
—Güz. sant. Bir resmin gölgeleri ya da yarım tonları, zamanla daha koyu bir renk almak.
♦ karartmak ettirg. f.
1. Bir şeyi karartmak, onu rengini karaya yakın bir renge ya da karaya çevirmek; esmerleştirmek, siyahlaştırmak: Güneş iyice karartmış onu. is duvarları kararttı.
2. Bir yeri karatmak, onu karanlık, ışıksız, loş bir duruma getirmek, ışıktan yoksun bırakmak: Bu perdeler odayı iyice kararttı.
3. Bir ışık kaynağını karartmak, onu kısmak ya da üzerini örtmek: Gaz lambasını biraz karartır mısın, çok is çıkarıyor.
4. Bir kimsenin içini, ruhunu vb. karartmak, onun sıkılmasına, üzülmesine neden olmak.
—Res. Açık ya da canlı bir rengi siyahla karıştırarak koyultmak. || Bir deseni ya da figürü gölgelendirmek.
—Tiyat. Özel bir etki uyandırmak ya da gösteriyi daha noktalamak amacıyla sahneye yönelmiş tüm ışık kaynaklarını söndürmek. || Perdesiz modern tiyatrolarda bölümleri ve perdeleri birbirinden ayırmak ya da oyunun başlayış ve bitiş saatini düzenlemek için ışıkları söndürmek. || Işıkları karartmak, oyunun başlamasından önce, seyirci bölümünü aydınlatan lambaları söndürmek. || Sahneyi karatmak, bir piyes oynanırken dekoru değiştirmek ya da zaman-mekân değişikliğini belirtmek amacıyla kısa bir süre için sahneyi aydınlatan ışık kaynaklarını kapamak.
Kaynak: Büyük Larousse
X-Sözlük Konusu: ne demek anlamı tanımı.
SİLENTİUM EST AURUM