Arama

Türkiye'de Tarım

Güncelleme: 15 Ekim 2010 Gösterim: 28.907 Cevap: 6
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
1. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA TARIM

Sponsorlu Bağlantılar
14. yüzyıl ile birlikte 600yılı aşkın süre tarihte önemli bir yer almış olan Osmanlı İm para torluğu’nda tarım ağırlıklı bir iktisadi hayat varlığını sürdürmüştür. Başlangıçta konar göçer bir hayat yaşayan toplum im para torluğun gelişmesi ve idari düzenin yerleşmesi ile yerleşik hayata geçmiştir.
Tüm sanayi öncesi toplumlarında görülen ortak özellik im para torlukta da yaşanmıştır. Osmanlı döneminin sosyal, kültür el ve ekonomi k tarihi hakkında bilgi veren Tahrir Defterlerindeki kayıtlar nüfusun %80-90’ının tarımsal faaliyetlerden gelir elde ettiğini göstermektedir. Bu tür istatistiklerin hangi yıllarda tutulduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, im para torluktaki mevcut ve potansiyel vergi nüfusunun belirlenmesi için 14. yüzyılda defter tutulmaya başlandığı ileri sürülmektedir (Öz, 2000a).
1520-1530 yılları arasında da tahriri defterlerinden elde edilen bilgiler de tarım nüfusunun yüksekliği hakkında bilgi vermektedir (Öz, 2000b).
1.1. Klasik ve Gelişme Döneminde Osmanlı Toprak Düzeni

Klasik Osmanlı döneminde (15 ve 16. yüzyıl) çiftçiler sahip oldukları üretim aracına göre adlandırılmış ve buna göre katagorilere ayrılmıştır. Köylüler tasarruflarındaki arazi büyüklüğüne göre çift, nîm çift, bennâk, c ab a, mücerred gibi sınıflara ayrılarak vergilendirilmişlerdir (Öz, 2000b).
İm para torlukta tarımsal faaliyetler büyük ölçüde devletin kontrolü altında deva m etmiştir. Devlet mülkiyetine dayalı bu toprak sistemine mir-i arazi denilmektedir. Mir-i arazi rejiminde toprağın çıplak mülkiyet hakkı devlete aittir. Mir-i arazi rejiminde doğrudan yönetim tarafından oluşturulmuş ve hiyerarşik bir mülkiyet sıralaması getirilmiştir. Buna göre toprakta en büyük pay sahibi olan padişahtır. Bunu, sadrazam, vüzara, ümera, beylerbeyi, sancakbeyi ve askeri görevler için dirlik verilen sipahiler izlemektedir (Gürbüz, 1989).
Köylü ırsi ve ebedi kiracı olarak toprağı işlemektedir. Köylü topraktaki tasarruf hakları karşılığında devlete vergi ödeme yükümlülüğüne sahip olmuştur. Bu vergilerin toplanması makam ya da kişilere belirli görevler karşılığında bırakılmıştır. Bu kişiler sahibi-i arz olarak anılmıştır. Fethedilen topraklar mir-i rejim uyarınca dirliklere ayrılıp buralarda sahibi-i arz’lar görevlendirilmiştir. Sahibi-i arz, bu görevleri karşılığında devlete silahlı asker (cebeli) yetiştirmek, donatmak ve gerektiğinde savaşa katılmakla mükellef olmuşlardır (Dinler, 1996). Osmanlı mir-i rejimi 3 farklı toprak sistemini içinde barındırmıştır.
1. Has
Geliri 100.000 akçeden fazla dirlikler olup üst düzeydeki idarecilere tahsis edilmişlerdir. Has sahipleri tımardan farklı olarak her beş bin akçe için 1 asker hazırlamakla yükümlü olmuşlardır. Has göreve bağlı olarak verildiği için sahipleri de sık sık değişmiştir.
2. Zeamet
Geliri 20.000-100.000 akçe arasında olan ikinci derecedeki emirler, beyler ve sancak beylerine verilen dirliklerdir. Zeamet sahipleri (zaim) de her beş bin akçe için 1 asker hazırlamakla yükümlü olmuşlardır. Tımar sahipleri gibi topraklar çok sınırlı bir şekilde ve küçülerek izinle b ab adan oğula geçmiştir.
3.Tımar
Ekonomi k açıdan toprakları rasyonel bir şekilde işleterek hububat üretiminin ara verilmeksizin sürdürülmesini amaçlayan tımar sistemi Osmanlı tarımının temelini oluşturmuştur (Yücel, 1997). Bu sistem, Selçuklu toprak düzeni olan “askeri ikta” sistemini esas almıştır. İkta sistemi Hz. Ömer zamanında istila sonucu sahipsiz kalan toprakların devlete vergilerinin ödenmesi şartı ile şahıslara verilmesi yöntemi ile başlamıştır (Dinler, 1996).
Tımar sistemi, bilindiği gibi, devletin birtakım gelirlerini hizmet karşılığında dirlik sahibi denilen ve genellikle askeri ve idari görevler yüklenen kişilere verilmesine dayanmaktadır. Tımar geliri 3.000-20.000 arasında olan dirliklerdir. Daha çok savaşta yararlılık gösteren askerlere ve sipahilere sürekli toprakların başında durma zorunluluğu ile tahsis edilmiştir. Tımarlı sipahiler her üç bin akçe karşılığında bir asker besleme, donatma ve savaşa hazırlama yükümlülüğünde olmuşlardır.
Devlet tımar sistemi ile vergi gelirlerini toplamak için büyük bir mali örgüt kurup bunun deva mını sağlama yükümlülüğünden kurtulmuş, aynı zamanda vilayetlerde düzeni sağlamış ve savaşlar için de büyük bir askeri güç oluşturmuştur. Merkezi yönetim anlayışına sahip Osmanlı sistemi açısından, bu düzenin sağlık lı bir şekilde işleyebilmesi, tımar sistemine t ab i topraklardan sağlanacak vergilerin doğru tespit edilmesine bağlı olduğu için kayıt sistemine ihtiyaç duyulmuş ve tahrir defterleri oluşturulmuştur. Devlet bu yolla, vilayetlerdeki vergiye t ab i olacak nüfusu ve tahmini vergi gelirlerini tespit etmiştir. Tahrir, tımar sisteminin yürürlükte olduğu sancaklarda uygulanmıştır. Tahrir defterleri bir çok tarih araştırmacısı tarafından, Osmanlıların “klasik devri” denilen asırlarda, tımar sistemini uyguladıkları bölgelerde, vergi mükelleflerine ait çeşitli bilgileri (ki bazen vergiden muaf kişiler de kaydedilmiştir), bunların yaşadıkları yerlerden toplanması beklenen vergileri, bu vergilerin hangi kişi veya kurumların tasarrufunda bulunduğunu tespit eden ve genelde sancak esasına göre düzenlenen resmi belgeler olarak tanımlanmaktadır (Öz, 2000a).
Tımar sisteminde toprak sınırlı da olsa küçülerek b ab adan oğula geçebilmiştir. Bu da batı toplumlarında yaşanan ve bir sınıf farkı y arat an derebeylikten farklı olduğu için uzun süre sistemin işlemesine olanak sağlamıştır.
Mir-i arazi sistemi, köylüyü her türlü doğal ve toplumsal tehlikeler karşı da koruyan bir sistem olmuştur. Toprağı kiralayan ve işleyen çiftçiye de (reaya) tanınan haklar Osmanlı toprak düzeninde en önemli konulardan biri olmuştur. Tımarından memnun olmayan bir reaya şikayet etme hakkın sahip olmuştur. Bir reayanın ölümünde toprak belirli önceliklere göre mirasçılarına belirli bir ölçeğin altına düşürülmeden yada genişletilmeden devredilmiştir. Ancak, köylünün toprağını terk edemez yükümlülüğü ile bir anlamda özgürlüğü sınırlandırılmıştır, terk ettiğinde ise geri getirilmiştir.
Aynı zamanda toprağını nadas dışında 3 yıl üst üste işlemeyen çiftçiden “çift bozan” veya “leventlik akçesi” adı altında toprağın boş kalmasından doğan zararları ödemek için vergi alınmıştır.
Köylüye verilen arazi parçalanamaz olduğu gibi bir çiftçi ailesinin geçimini sağlayacak miktarda tutulmuştur. Osmanlı kanunnamelerine göre büyüklük toprağın yetiştirme k ab iliyetine göre değişmek üzere verimli yerlerde 60-80, orta verimli yerlerde 80-100 ve kıraç yerlerde ise 100-150 dekar olarak sınırlandırılmıştır. Arazi kullanımına karşılık toprağın verimliliği de dikkate alınarak elde edilen üründen 1/10 ile 1/50 arasında ayni “aşar/öşür” vergisi alınmış ve her yıl 33-36 akçe arasında değişen “çiftçi akçesi” adı altında devlete arazi kiralamadan dolayı vergi ödenmiştir. Bunların dışında pazarda satılan mallardan “baş”, topraksız veya az topraklı çiftçilerden bennak adı ile vergiler de alınmıştır (Demirci ve Özçelik, 1990).
En önemli ürünler tahıllar olmuştur. Tahrir defterleri üzerinde yapılan araştırmalara göre toplam üretimin %90’ınını aşan bir oranda tahıl ürünleri üretildiği saptanmıştır (Öz, 2000b). Bu dönemde yasak olmasına rağmen özellikle Mısır, Venedik ve Trakya’dan yapılan buğday ihracatından yüksek kazanç sağlandığı belirlenmiştir. Pirinç, pamuk, kendir, kenevir ve tütün önemli pazar oluşturan ürünler olmuştur. Ayrıca sebze tarımı, özellikle koyunculuk ve başta bağcılık olmak üzere meyve yetiştiriciliği de önde gelen tarımsal faaliyetler arasında yer almıştır. Bağcılığın ve meyveciliğin gelişmesindeki nedenlerin başında bu alanların yetiştiricilik gereği çift ile çevrilmesinden doğan mir-i arazinin mülk araziye dönüştürülmesidir. Çiftçi arazisine bu amaçla yaptığı yatırım ile araziyi imar ederek mülk hakkını elde etmiştir (Demirci ve Özçelik, 1990). Meraların geniş olması, et tüketiminin fazla olması, deri işleme sanat ının yaygın olması ve geleneksel yaşam tarzının deva mlılığı ve geçimlik üretim yapan çiftçilerin varlığı koyunculuğun artışındaki temel etkenler olmuştur.
1.1.1. Toprak Düzeninin Bozulması

Toprak rejiminin Osmanlı İm para torluğu’nun gelişmesinde rolü önemlidir. Mir-i arazi sistemi ile yetiştirilen büyük bir askeri güçle uzun yıllar üç kıtada hüküm sürmesini sağlamıştır. Ancak, duraklama dönemi ile de toprak düzeni yani mir-i arazi düzeni bozulmaya başlamıştır. Rejimin bozulması birbiriyle ilişkili nedenlere bağlı olmuştur.
Tarım ürünlerinin fazlası devletçe alındığı için bu işleyişi bozacak ve toplumsal gelişimi hızlandıracak hiçbir ç ab aya izin verilmemiştir. Kominal olan bu yapı değişime ve yeniliğe dirençli bir yapıya dönüşmüştür (Gürbüz, 1989).
Öte yandan geniş topraklara sahip Osmanlı da deva m eden seferler nedeni ile ordu yorulmuştur. Modern olmayan tekniklerinin kullanılması da savaşta önemli yenilgilere ve fetihlerden gelen ganimetlerin azalmasına neden olmuştur. Dağınık ve birbirinden h ab ersiz olan Osmanlı ordusu için bu tekniklerin kullanılması kısa sürede mümkün olmamıştır. Bu nedenle, ordunun yeniden düzenlenmesi yoluna gidilmiştir ve kapı kulu askerleri artırılmıştır. Ancak, bu artış askerlerin harcamasını da artırdığı için yeni gelir kaynakları arayışına yöneltmiştir. Ordunun ateşli silahlar ile tanışması tımar sahiplere olan ihtiyacı da azalmıştır. Bu nedenlerle daha az önemli olan tımarlar sipahilerden alınmış ve ihale yöntemi ile mültezim adı ile anılan kişilere devr edilmiştir. Mültezimler, daha çok kar elde etmek amacı ile padişaha ihalede ödedikleri götürü usulü vergiden daha fazlasını reayadan almak için her türlü baskıyı uygulamış ve köylünün yoksullaşmasına neden olmuştur. İlk olarak 3 yıllık dönemler için ihale edilen dirlikler daha sonraları nüfuzlu kişilere 10 yıl hatta ömür boyu peşin, kira, açık artırma ile devredilmiştir. Bu uygulama eski küçük işletmeleri feodal bir yapıya dönüşmenin başlangıcı olmuştur. 16 yüzyılın ortalarına kadar 150-200 bin arasında olan cebeliler yüzyılın sonuna doğru 8 bine düşmüştür (Dinler, 1996). Askeri sistem toprak sisteminden beslenme si bu hızlı düşüşü y arat mıştır.
Genişleyen im para torlukla birlikte artan nüfus, fetihlerin durması ile istihdam sorunu yaşatmaya başlamıştır. Bu sorunla karşı karşıya olan nüfus belirli büyüklükteki çiftliklere dağıtılmış ve sürekli vergi artışı ile yoksullaşan köylüyü giderek yoksullaştırmıştır. Mültezimlik tarımda modernleşmesini engellemiş, h ab erleşme ve ulaşım olanaklarının yetersizliği de eklenince çiftçi içe dönük üretime yönelmiştir (Tokgöz, 1995). İdari ve siyasi bozulmalarla ekonomi k sıkıntılar aynı dönemde yoğun olarak yaşanmaya başlamıştır. Bu idari bozukluk kapı kulu askerlerinin dahi dirlik sahibi olması ve devlet kademesinde rüşvetin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Geçim sıkıntısı içinde olan ve yüksek vergi ile daha zor duruma düşen köylü, tefecilere yönelmiştir. Borçların ödenememesi de toprağın tefeciye devredilmesi sonucunu doğurmuştur (Demirci ve Özçelik, 1990). Ayrıca, rüşvet ve bürokratik baskılar büyük ve verimli arazilerin belirli kişiler elinde toplanmasına neden olmuş ve hepsine ortak olarak “ayan” denilen yeni toprak sahipliği (mültezim, mütesellim, toprak ağası vb) ortaya çıkmıştır.
Öncelikle Avrupa’da toprak düzeninin ferdi mülkiyete geçmesi ile modern tekniklerin kullanılması gelir artışını sağlamıştır. Ekonomi k üstünlük bir çok avantajı da sağlamıştır. Tarım dışı faaliyetlerin gelişmesi, tüm alanlarda teknoloji nin kullanılması mümkün olmuştur.
Gelişen ticaret yolları Akdeniz’in dolayısı ile Osmanlı mülkünün gelirini geriletmiş, Avrupa’da yaşanan enflasyon Osmanlı İm para torluğunu ucuz gıda maddesi ve hammadde ithal edilen bir pazar durumuna dönüştürmüştür. Bu da batıya hammadde üreten bağımlı bir yapı ortaya çıkarmıştır (Gürbüz, 1989).
III. Selim, II. Mahmut ve Ab dülmecit’in ıslahat denemeleri de sonuçsuz kalmıştır.
1.2.Tanzimat Fermanı ve Cumhuriyete Kadar Yeni Toprak Düzeni

Giderek belirli kişilerin ellerinde toplanan tımar sahipleri güçlerini de artırmışlardır. Bu da padişahlık makamı için bir tehlike olmaya başlamıştır. Merkezi idarenin de zayıfladığı bu dönemde ayanlar köylüye iyi davranmadıkları gibi ödemekle yükümlü oldukları vergileri de ödememişlerdir. 1808 yılında ayanlar II. Mahmut’a “sened-i ittifak” imzalatmış ve daha da güçlenmişlerdir. Bu ittifakla ayanlar, vergi imtiyazlarını ve ırsi hükümranlıklarını k ab ul ettirmişlerdir. 1812 yılından sonra II. Mahmut geniş bölgelerde hüküm süren bu ayan sınıfını ortadan kaldırmayı başarmış ancak köy ağaları daha dağınık yarı feodal unsurlar olarak varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir (Dinler, 1996). Bitlis ve Diyarbakır’da 51 dekar ve daha büyük toprağı işleyenler egemen olurken, Batı Anadolu’da ise işletme büyüklükleri küçülmüştür (Tokgöz, 1995).
Gerileme dönemi ile birlikte toprak düzeni de yenilenemeyince tımar sistemi de Tanzimat Fermanı (1839) ile kaldırılmıştır. Bu yıldan sonra mültezim uygulaması sona erdirilmiş ve vergilerin devlet görevlileri tarafından alınması k ab ul edilmiştir. Ancak bu da beklenen başarıyı gösteremediği için 1841 yılında yeniden mültezim uygulamasına geçilmiştir. Tanzimat yıllarında özel mülkiyet haklarının uygulanması büyük çiftliklerin oluşmasına da neden olmuştur. 1847 yılında çıkarılan bir tebliğ de toprak parçalanmasının ilk adımı olarak tarihe geçmiştir. Bu tebliğ de toprağın miras yolu ile yalnızca b ab adan uygun olan oğula geçmesi kaldırılmış ve kız evlatların da mirastan pay alması k ab ul edilmiştir. Böylece topraklar parçalanarak daha da küçülmüş, optimum sınırların altında kalmıştır. Bu cüceleşmeye verim artırıcı tarım tekniklerinin kullanılmaması da eklenince tarımsal gelir giderek düşmüştür.
Bu tehlikeler karşısında 1858 yılında Ahmet Cevdet Paşa, Mehmet Rüştü Paşa, Arif Bey ve Tahsin Bey’den oluşan bir kurul tarafından arazi kanunnamesi çıkarılmıştır. Kanunname eski kanunnameler, fetvalar, gelenek ve göreneklerden hareket ederek hazırlanmış (Demirci ve Özçelik, 1990) olsa da ilk ciddi ve ayrıntılı toprak kanun çalışması olmuştur. Kanun 138 maddeden oluşmuştur ve ülke toprakları 5 gruba ayrılmıştır (Dinler, 1996).
1. Mülk Topraklar (Araziyi Memluke): Tasarrufu ve geliri tamamen mülk sahibine ait olan topraklardır;
ü Köy ve kas ab a içinde ve civarında olan yarım dönümü geçmeyen topraklar
ü Mir-i araziden satın alınan topraklar
ü Öşürlü arazi: Savaşı kazanan müslümanlara bırakılan ve öşür adında vergilendirilen mülk niteliğindeki topraklardır.
ü Haraçlı arazi: Savaşı kaybeden hıristiyan h alka öz mülk niteliğinde bırakılan topraklardır. Ayni ve nakti vergi yükümlülükleri vardır.
ü Mevat araziden ihya edilen topraklardır.
2. Mir-i Topraklar: Çıplak mülkiyeti devlete ait olan ve reayanın işlediği, devlet adına mültezimlerin vergi topladığı topraklardır.
3.Vakıf Toprakları: Mülk topraklar özelliğini taşıyan ancak, tüm gelirleri dini amaçlı olan ve mülkiyet ile ilgili her türlü değişiklikler hapsedilmiş topraklardır.
4. Kamu Toprakları: Kamunun ya da belirli bir köy/kas ab a halkının ortak kullanımına verilmiş, pazar, panayır, mera, yaylak, kışlak gibi mülkiyet ya da tasarruf hakkına sahip olunmayan topraklardır.
5. Ölü Topraklar: Tasarrufu kimsede bulunmayan çorak, dağlık ve ormanlık topraklardır.
1858 arazi kanunnamesine göre mir-i toprakların mülkiyeti devlette tasarruf hakkı da köylüye verilmiştir. Kanunname köylüye topraktan yararlanma hakkını devretmeyi de mümkün kılmıştır. Böylece mir-i toprakların özel mülkiyete geçişi de başlamıştır. Ayrıca, daha önce tasarruf hakkı dirlik sahibi tarafından dağıtılırken kanun ile bu görev mal memurlarına devredilmiştir.
1874 yılında tapu örgütü kurulmuş ve 1911 tarihinde de çıkarılan kanun ile köylünün tasarrufunda bulunan mir-i araziyi ipotek edilebilir, borç karşılığı satıl ab ilir hale getirilmiştir. Bu kanunlar ile Cumhuriyet öncesi özel mülkiyeti getirmiş ancak adil olmayan bir toprak düzeni oluşmuştur. 1913 yılında derlenen bilgilere göre çiftçi ailelerinin %5 toprakların %65’ine sahip iken, çiftçi ailelerinin %8’ini oluşturan 80.000 ailenin de topraksız olduğu belirlenmiştir (Dinler, 1996).
1.2.1. Tanzimat Dönemi Tarımsal Yapı

19. yüzyılın 2. yarısından itibaren Osmanlı İm para torluğunda dış ilişkiler artmış ve yeni üretim faaliyetleri için ilk girişimler başlamıştır (Demirci ve Özçelik, 1990). İlk olarak şeker pancarı üretimi için ç ab alar başlamış ancak 1913 yılına kadar başarılı olunamamıştır. 1913’de ıslah edilmiş şeker pancarı tohumları ithal edilerek Bursa, Çanakkale, Elazığ, Sivas, Ankara ve Şam’da denemeler başarılı sonuçlandığı için üretime başlanmıştır. Ancak, önceki yıllarda başarısız olan şeker f ab rikasının kurulması cumhuriyet dönemine kadar mümkün olamamıştır.
1861 ve 1862 yılları pamuk tarımı teşvik edilmiştir. Ancak dokuma sanayinin gelişmemiş olması diğer ülkelerle rek ab et şansını azaltmış ve yalnızca ham pamuk ihracatı yapılarak gelir sağlan ab ilmiştir. Pamuk veriminin geliştirilmesinde önce İngilizler sonra da Almanlar etkili olmuşlar ve ticaret yetkilerini ellerinde tutmaya çalışmışlardır (Tokgöz, 1995).
1862 yılında yine ipek üretiminin artırılması için dutluk alanlara yönelik muafiyetler benimsenmiş ve ipek ihracatı yapılmaya başlanmıştır.
İhracat şansı olan ürünler için çeşitli teşvikler yapılmıştır. Önemli ihracat ürünleri arasında olan tütün ekim alanları bu dönemde 4 kat artış göstermiş ve 8 bin hektara yükselmiştir. Yine, incir ve üzüm üretiminde de 2 kata varan artış sağlanmıştır.
Tanzimat fermanı ile teşvik edilemeye başlanan diğer bir ürün de merinos yetiştiriciliği olmuştur. Ancak, kapütülasyonlarla iç pazar gümrüksüz ithal mallar açık olduğu için üreticiler rek ab et edememiş ve bu üretim dalından beklenen sonuç yeterince alınamamıştır.
Kapütülasyon altında olan ülke, 1878-1913 yılları arasında her yıl ortalama 75 bin ton un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton buğday ithal etmek zorunda kalmıştır. Bu nedenle her yıl yaklaşık 12 milyon altın lira ödenmiştir (Tokgöz, 1995).
Bu dönemde alt yapı yatırımları için de adımlar atılmış, bir kısım sulama çalışmaları tamamlanmış fakat, savaş nedeni ile önemli olan bazı nehir ıslahı çalışmalarına başlanamamıştır.
Üreticiye tohumluk dağıtılması, üreticinin kredilendirilmesi çalışmaları, tarım okul larının açılması gibi atılımlar da bu yıllarda başlamıştır.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #2
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
2. CUMHURİYET DÖNEMİNDE TARIM

Sponsorlu Bağlantılar
2.1. 1923-1938 Yılları

1932 yılına kadar 1. Liberal dönem olarak kayıtlara geçen bu yıllarda özel girişimciliğin özendirildiği yıllar olmuştur.
1923 yılında Atatürk Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti Başkanı sıfatı ile yayınladığı beyannamede aşağıdaki maddelerle tarıma yer verilmiştir (Demirci ve Özçelik, 1990);
  • Aşar usulünde halkın şikayetçi olduğu ve mağdur kaldığı hususlar ıslah edilecektir.
  • Tütün tarımı ve ticareti, milletin en yüksek faydayı temin edeceği şekilde düzenlenecektir.
  • Maliye çiftçilere, sanayicilere, ticaret ile uğraşanlara kolaylıkla borç verebilecek şekilde ıslah edilecektir.
  • Ziraat Bankasının sermayesi artırılacak ve çiftçilere daha kolay ve daha fazla yardım edebilmesi temin olunacaktır.
  • Ülke çiftçileri ile büyük ölçüde tarım makinaları ithal edilecek ve çiftçilerimizin tarım alet ve makinalarından kolaylıkla yararlanmaları sağlanacaktır.
  • Ormanlarımızdan fenni gelişmeye uygun bir şekilde istifadeyi, hayvanlarımızın ıslahını sayılarını artırıcı tedbirlerin alınmasını düzenleyen esaslar ortaya konacaktır.
Yine dönemin iktidar programında da tarım ve tarım politika larına yer verilmiştir.
Bu dönemde en önemli ilk adım Türkiye ekonomi sinin gelişmesi ve güçlenmesi için yapılması gerekenleri tartışmak üzere toplanan 1923 İzmir İktisat Kongresidir. Kongreye her kazadan 3’ü çiftçi olmak üzere 1135 kişi davet edilmiştir. Kongrede alınan karar şöyledir;
1. Reji idaresinin kaldırılması ve y ab ancıların elinde bulunan içki ve tütün teklinin yerli h alka verilmesi
2. Aşar vergisinin kaldırılması
3. Lüks ithalattan kaçınılması
4. Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılması
5. Y ab ancı serm ayen in ülke gelişmesine katkısı göz önünde bulundurularak izin verilmesi
6. Kapitülasyonların kaldırılması
7. Hayvancılığın geliştirilmesi
8. Banka kurulmasının teşviki
9. Devlet memurları ve askerlerin ihtiyaçlarının yurt içinden karşılanması.
Kongrede çok hızlı ve acele kararlar alındığı için beklenen başarı sağlanamamış ancak, milli bir ekonomi politika sının gereği ve önemi açık olarak ortaya konulmuştur (Tufan, 1997).
Tarım sektörü açısından en önemli değişiklik 17 Şubat 1925 tarih ve 552 sayılı kanunla “aşar vergisi”nin kaldırılması olmuştur. Verginin kalkması devlet gelirinin ¼ oranında azalmasına neden olacağı için pazara sunulan ürünlerden yerel yada piyasa fiyatı üzerinden %8-10 oranları arasında değişen vergi alınması öngörülmüştür (Dinler, 1996).
1926 yılında medeni kanun k ab ul edilmiş ve toprak üzerindeki özel mülkiyet yasalarla çerçevelendirilmiştir.
Mir-i arazinin bir grubu olan vakıf toprakları da 1935 yılında çıkarılan bir kanun ile tasfiye edilmiştir. Bu uygulama geniş ve verimli vakıf arazilerinin zengin zumreler elinde toplanmasına neden olmuştur. 1945 yılında çıkarılan “çiftçiyi topraklandırma kanunu” ile de vakıf arazilerinin tümünün kamulaştırılarak çiftçiye dağıtılması çalışmaları başlamıştır. Bu dönemde topraksız köylüleri topraklandırma çalışmaları yapılmıştır. 1923-1938 yılları arasında 3,7 milyon dekar arazi dağıtılmıştır. Devlet eliyle dağıtılan toprakların yanı sıra meraların da istilası söz konusu olmuş ve mera arazilerinde 39,2 milyon dekar azalma meydana gelmiştir. Devlete ait toprakların 1/10’u resmi olarak dağıtılmıştır. Resmi olarak dağıtılan toprakların büyük bir oranı göçmenlere verilmiştir. Toprak kanundaki bu adaletsizliği düzeltmek için 1935 yılında çalışmalar başlamış ancak Atatürk’ün ölümü ve II. Dünya savaşı ile sonuçsuz kalmıştır (Dinler, 1996).
Bu dönemde tarımsal istatistiki bilgi 1927 yılında yapılan Ziraat Sayımı sonuçlarından elde edilmiştir. Buna göre, toplam nüfus 13,6 milyon, kır nüfusu 10,3 milyondur (Anonim, 1990). Çiftçi ailesi sayısı da 1.751.239’dur (Demirci ve Özçelik, 1990). İlkel, kapalı ve ağalık sistemine dayalı bir tarımsal sistem hakim olmuştur.
Toprak mülkiyetinde dağılım adaletsiz olmuştur. Bu döneme ait kesin kayıtlar olmamakla birlikte 1938’de 35 ilde yapılan ve genelleştirilen bir anket çalışmasına göre nüfusun %25’i, toprakların %14’üne sahip olduğu bulunmuştur. Büyük mülklerin ancak %5-10’u tarla olarak kullanılmıştır. Ekilen topraklar genellikle ortakçı ve yarıcı statü ile topraksız köylüler tarafından basit teknoloji ler kullanılarak işletilmiştir. Nüfusun ihtiyaç duyduğu gıda maddeleri geri teknoloji nin kullanılması, karayollarının yetersizliği ve büyük şehirlere ulaşımın maliyetli olması nedeni ile yeterince karşılanamamış ve zaman zaman bazı gıda maddeleri ithal edilmiştir. 1923’de tarım ürünleri ithalatı %27 iken alınan bir dizi önlemlerle 1928’de %18’e düşürülmüştür (Dinler, 1996).
1929 dünya ekonomi k krizi ile tarımsal ürünlerin ve hammaddelerin ihraç fiyatı düşmüştür. Devletçilik politika sının benimsenmesi bu dönemde başlamıştır. 1934’de tüketim mallarının üretimine ve ithal ikamesine dayanan 1. Sanayi Planı hazırlanıp uygulamaya konulmuştur. Bu plan ile tarım kesimini içeren mevcut gıda ve dokuma sanayi tesislerinin genişletilmesi ve gerekli olduğu takdirde yenilerinin yapılması, yatırım ve ara malı üreten sanayilere öncelik verilmesi benimsenmiştir. Tarımda makinalaşmanın başlatılması için devlet bu alanda da girişimlerde bulunmuştur (Anonim, 2003). 1932 yılından itibaren tahıl fiyatları desteklenmeye başlanmış ve ilgili bir kurum olarak da 1938 yılında Toprak Mahsulleri Ofisi kurulmuştur.
Lozan Antlaşması hükümlerine göre yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, dış ticaret alanında 1929 yılına kadar Osmanlı Dönemi’nde (1.9.1916 tarihli) belirlenen spesifik Gümrük Tarifelerini uygulamıştır. Ancak, Gümrük Tarifelerindeki Gümrük Resmi miktarlarına katsayı uygulanarak vergi alınması yoluna gidilerek Gümrük Resmi konsolide edilmiştir. Lozan Anlaşması’nın bu hükümleri nedeniyle yeni cumhuriyetin ve onun yöneticilerinin "ulusal ekonomi " y arat ma amaçları doğrultusunda kararlar alması engellenmiştir. İlk kez 1929 yılında ulusal bir gümrük tarifesi uygulanmaya başlanmıştır.
1923 yılına göre 1933 yılında; hububat ekim alanlarında %9, bakliyat ekim alanlarında %17, şekerpancarı ekim alanında %205, patates ekim alanında %39 artış olmuşken, bu ürün ve ürün gruplarındaki üretim artışı ise hububatta %63, bakliyatta %72, patateste %47 ve şekerpancarında %2700 olmuştur. Bu dönemde zor şartlara rağmen geçimlik üretimden pazara dönük üretimin ilk sinyalleri verilmeye başlanmıştır. Cumhuriyetin ilk on yılında tarımın milli gelir içindeki payı s ab it fiyatlarla çok az değişmiştir. 1923 yılında %43 olan tarımın payı 1933 yılında %41,5’e düşmüştür. Yine bu dönemde tarım s ab it fiyatlarla yaklaşık %100 gelişme göstermiştir (Yeni ve Dölekoğlu, 2003).
1923 yılında ihracat 50.8 milyon dolar , ithalat ise 86.9 milyon dolar iken bu rakamlar 1930 yılında sırasıyla 71.4 ve 69.5 milyon dolar düzeyine yükselmiştir. Bu dönemde 1930 yılı hariç olmak üzere tüm yıllarda dış ticaret dengesi sürekli açık vermiştir. İhracatta tarımın payı %86 olarak gerçekleşmiştir.
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #3
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
3. TARIMIN TEŞKİLATLANMASINDA TARİHSEL SÜREÇ


Tımar sisteminin çökmesinden sonra kırsal alana yönelik hizmetler filizlenmeye başlamıştır. 18. yüzyılın ortalarına kadar askeri amaçlar için oluşturulmuş olan ve daha sonra da “hara” adını alan “hayvanat ocakları”ndan başka resmi bir tarımsal örgütlenme görülmemektedir. Hayvanat ocaklarının askeri gereklere yönelik olduğu dikkate alındığında bu oluşumu dahi kamusal tarım örgütü olarak nitelendirmek mümkün değildir (Gürbüz, 1989).




3.1. Tanzimat Dönemi

Bir çok alanda olduğu gibi tarım hizmetlerinin kurumsal alanda merkezi örgütlenmesi bu dönemde başlamıştır (Gürbüz, 1989).
Ülkemizde, tarımla ilgili bazı hizmetleri yürütmek üzere kurulan ilk teşkilat 1838 yılında Mustafa Reşit Paşa’nın Dışişleri Bakanlığı zamanında bu bakanlığa bağlı olarak kurulan “Ziraat ve Sanayi Meclisi”dir. Meclisin Başkanı Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Nuri Efendi olmuştur. 07.07.1838 tarihli Takvim-i Vakayi’de meclis kurulu ve görevi şu şekilde yer almıştır: “Devleti Aliyyenin vesail t ab iiye ve arziye ve hırafiye mesailinin tetkik ve münazarasına ve muvazenei asb ab ı lazimenin müzakeresine hasrı efkarı dakika ve idarei pergari mülahazatı faika ile mesaili menkurenin tahkik ve istikmali zımmında haricen ve dahilen bazı erb ab ı tefennün ve malumat ile muh ab ere ve istifadeye mezundur (Zincirci, 1994).”
Mecliste görev alan kişiler ve meslekleri ile ilgili kesin bilgiler bulunmamaktadır ancak, İstanbul’da tarımla uğraşan ve bir kuruş maaş alan Mösyö Sims’in danışmanlık hizmeti verdiği bilinmektedir. Bu ilk tarım örgütünün Dışişlerine bağlanması ve y ab ancı bir danışmanla çalışması batıcı yaklaşımların tarım örgütlenmesinde ne ölçüde güdüleyici olduklarını göstermektedir (Gürbüz, 1989).
Meclis 13.09.1839 yılında görevleri genişletilerek “Meclisi Umuru Nafia” adını almıştır ve aynı yıl kurulan Ticaret Nezaret (Ticaret Bakanlığı)’na bağlanmıştır. Kuruluşunda tarım ve sanayi sorunlarının tartışılması, mahalle mekteplerinin ıslahı ve yavru atma konusunda önerilerin dışında işlev özelliği gösterir yazılı kanıt bulunmamaktadır. Bununla birlikte, ilk kez tarım konularının bir örgüt disiplini çerçevesinde görüşülmeye başlandığını söylemek mümkündür. 1839’larda tarımda ilk örgütlenme olarak k ab ul edilebilecek “Orman Müdürlükler”nin kurulduğuna kayıtlarda rastlanmaktadır. Ticaret Bakanlığına bağlanma ile tarıma hizmet götüren kurumların bakanlıklar arasında gidiş geliş süreci de başlamıştır. 1843 yılında kuruluşun ismi Ziraat Meclisine dönüştürülerek Maliye Nezaretine (Maliye Bakanlığı) bağlanmıştır. Bu dönemde meclisin işleyişi biraz daha disipline edilmiştir. Mecliste bir başkatip ve mütercim maaşlı olarak çalışmakta ancak haftada iki gün toplanan üyelere herhangi bir maaş bağlanmamıştır. Şam’dan gelen halkın iskanı sağlanmış, eyaletlerde ilk tarım envanteri olarak k ab ul edilen anket çalışması yapılmıştır. Taşra örgütünün yönlendirilmesi doğrultusundaki ilk merkezi yetki kullanımı başlatılmış ve hangi eyalet, kaymakamlık yada sancaklar da ziraat müdürlüğü oluşturulacağı tespit edilmiş ve meclis 1844 yılında ziraat müdürlerinin hizmetlerini disipline eden bir talimatname hazırlamıştır. Meclis eyalet, sancak ve kaymakamlıklara birer ziraat müdürü, ilçe ve b ucak larla büyük karyelere de birer ziraat müdür vekili atamıştır. Bu görevliler maaşa gereksimin duymayan bu görevleri onur sayan kimseler arasından “mahalli meclisi” ve “ahali” tarafından seçilmişlerdir. Bu müdür ve vekillerin görevleri: yardıma muhtaç çiftçileri belirlemek, tarımın kalkınması yollarını araştırmak, doğal afet zararları için kefalet ile kredi vermek, elverişli koşullarda tohumluk ve damızlık türü girdi sağlamak, tarım çalışma takvimlerine göre yoğun zamanlarda vergi tahsili yada adi suçlardan hapis gerekçesiyle de olsa çiftçinin alıkonulmamasını sağlamak (Gürbüz, 1989).
Maliye Bakanlığı’na bağlı olan Ziraat Meclisi 1845 yılında tekrar Ticaret Bakanlığı’na bağlanmıştır.




3.2. Meşrutiyet Dönemi

1911 yılına kadar Bakanlığın adı Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti olarak kalmıştır. Bakanlık tarım, orman, hayvancılık ve madenler temel disiplinlerine göre ilk kez ülke ölçeğinde biçimlenmiştir. Bu dönemde gelişimler daha yaygın ve kalıcı niteliğe bürünmüştür (Gürbüz, 1989).




3.3. Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyet dönemine Osmanlıdan, yorgun, fakir, ağalık sistemi altında ezilmiş ve geri teknoloji kullanan geçimlik üretim yapan çiftçi nüfusu ile büyük ekonomi k ve siyasal krizler yaşayan bir ülke devredilmiştir. Mültezimliğin yol açtığı yarı feaodal sistem topraksız ve küçük çiftçi ailesi sayısını artırmıştır. Tüm alanlarda olduğu gibi tarım sektöründe de yeni oluşumlar beklenmiş ve planlanmıştır.
2 Mayıs 1920 tarih ve 3 sayılı “Türkiye Büyük Miller Meclisi ve İcra Vekillerinin Sureti İntih ab ına Dair Kanun” çıkarılmıştır. Bu kanunda ziraat ve orman işleri İktisat Vekaletine bağlanmıştır. Bu dönemde tarımsal örgütlenme tarım, orman ve hayvancılık alanlarında Umum Müdürlüğü, Baytar Umum Müdürlüğü ve Orman Umum Müdürlüğü kurulmuştur (Gübüz, 1989). 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanı ile kurulan yeni hükümet 25 Mart 1924 tarihinde 432 sayılı kanunun 1. maddesi ile daha önce kurulan iktisat vekaletini kaldırılarak tarımla ilgili hizmetleri yürütmek üzere Ziraat Vekaleti ve Ticaret Vekaletleri kurulmuştur. 16 Ocak 1928’de 1200 sayılı kanun ile Ziraat Vekaleti tekrar kaldırılmış ve bağlı bulunan Ziraat, Orman, Baytar Umum Müdürlükleri ile İktisat Vekaletine tekrar bağlanmıştır. 29 Aralık 1931 yılında yürürlüğe giren 1910 sayılı kanun ile Ziraat Vekaleti tekrar kurulmuştur. Beş yıl değişiklik yapılmaksızın çalışan vekaletin 4 Haziran 1937 tarih ve 3203 sayılı kanunla görev, yetki ve taşra teşkilat yapısı ayrıntıları ile belirlenmiştir (Zincirci, 1994).




3.3.1. Cumhuriyet Dönemi Merkez Teşkilatında Organizasyon Çalışmaları

Haziran 1937 tarihli 3203 sayılı kanun ile Ziraat Vekaleti teşkilatı yeniden organize olarak 3 genel müdürlüğe ayrılmıştır. Bunlar (Zincirci, 1994);
3.3.1.1. Ziraat İşleri Umum (Genel) Müdürlüğü

3203 sayılı kanunun 6. maddesine göre görevleri;
1. Ülke tarım politika sını yürütmek
2. Zirai üretimi ekonomi k durumlara göre düzenlemek ve iyileştirmek
3. Üretimin iyileşmesini etkileyecek ıslah, deneme, üretme ve temizleme müesseseleri kurmak
4. Zirai ürünlere zarar veren her türlü hastalık, zararlı ve doğal afetlerle savaşmak
5. Bir bölgeden diğer bir bölgeye geçebilecek ve y ab ancı ülkelerden gelebilecek hastalık ve zararlılara karşı korunma önlemleri almak
6. Dış ülkelerden getirilecek her çeşit üretim araçlarının ithalini ve ülkeden çıkarılacak olanların da ihracını denetlemek, sınırlamak ve yasaklamak
7. Zirai sulama işletmesini yapmak ve ziraate ait küçük sulama ve kurutma tesisleri meydana getirmek
8. Zirai ürünlerin ülke için işlenip kıymetlendirilmesine çalışmak ve bunun için gerekli tesisleri kurmak ve kurdurmak
9. Zirai üretimi canlandıracak ve çoğaltacak teşkilat meydana getirmek ve önlemler almak
10. Köy ekonomi sinin düzeltilmesine uğraşmak
11. Zirai öğrenimi teşkilatlandırmak
12. Tarım alet ve makinalarını yaymak
13. Ziraat oda ve kurumlarını canlandırmak ve denetlemek
14. Özel kanunlarla yapılması, kendisine verilen işleri yapmak ve ziraat konularıyla ilgili her türlü hizmetleri görmek




3.3.2. Günümüzde Tarım ve Köyişleri Bakanlığına Bağlı ve İlgili Hizmet Birimleri ve Tarihçesi


Bu başlık altında Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’na bağlı ve ilgili birimler kronolojik sıraya göre verilmiştir.
3.3.2.1. Atatürk Orman Çiftliği

Kurtuluş savaşı sonrası gelişmenin sağlanması için birçok alana yönelik girişimler için çalışmalar başlatılmıştır. Ekonomi nin temelinin tarım olduğu görüşü ile Atatürk tarımda kalkınmaya öncelikle önem vermiştir. Köylüye sistemli ve programlı üretimi benimsetmek, modern tarım tekniklerinin uygulanmasında önderlik için teşvik edici çalışmaların başlatılması ve de tarıma elverişsiz, bozkır olan Baş kent Ankara’nın doğa güzelliğine kavuşturulması amacıyla 1925 yılında Ankara civarında modern bir çiftlik kurulması kararına varılmıştır. Uzmanların, deneyimli tarımcıların ve danışmanların uzun araştırmaları sonucunda amaca uygun arazi bulunamamıştır. İleriki yıllarda Atatürk tarafından başlangıçta 20.000 dekar olan ve daha sonra çevre deki birçok bataklık ve çorak arazilerde alınarak modern bir çiftlik oluşturulmaya başlanmıştır. Çalışmalar sonucunda fikir aşamasındaki amaçlara ulaşılmış ve Gazi Orman Çiftliği faaliyete geçmiştir.
Çiftlik ve ait mülkler 1937 yılında hazineye bağışlanmıştır. Atatürk tarafından hazineye bağışlanan çiftliklerin kuruluşuna uygun yönetilmesi ve örnek işletme olarak sürekliliğinin sağlanması için tarımsal bir devlet teşekkülünün kurulması gerekmiştir. Bu amaçla, 13.01.1938 tarihli 3308 sayılı kanunla “Devlet Ziraat İşletmeleri” kurulmuştur. Kanun gereği Orman çiftliği de işletmeye devr edilmiştir. İşletme 28.02.1950 tarihinde kapatılmış ve yerine 01.03.1950 tarihinde Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
Çiftliği daha dinamik yapıya kavuşturmak ve kuruluş amaçlarına uygun çok yönlü bir kimliğe sahip kılmak ve bağımsız ekonomi k sorumluluğunu kazanması için TBMM’ne sunulan yasa tasarısı k ab ul edilmiş ve 01.04.1950 tarih ve 5659 sayılı kanun ile çiftliğin adı “Atatürk Orman çiftliği” olarak değiştirilmiştir. Tüzel kişiliğe haiz bir birim olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlanmıştır.



virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #4
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
3.3.2.2. Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM)

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında ülkede yaşanan ekonomi k zorlukların tarıma yönelik destek ile aşılacağı düşünülmüştür. Bu fikir ile 1937 yılında Zirai Kombinalar ve Devlet Ziraat İşletmeleri kurulmuştur. II. Dünya savaşının çıkması ile ordunun ihtiyacı olan gıda maddelerinin üretilmesi için boş ve verimsiz arazilerde ıslah yapılarak üretime yönelinmiştir.
1949 yılında 5433 sayılı KHK ile verimi artırmak, üretimi çeşitlendirmek ve ürün kalitesini yükseltmek amacıyla Zirai Kombinalar ev Devlet Zirai İşletmeleri birleştirilerek kurulan Devlet Üretme Çiftlikleri 1984 yılında 233 sayılı KHK uyarınca Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü adıyla yeniden organize edilmiştir. Devlet Üretme Çiftliği ve Hara arazileri varlıkları birleştirilerek TİGEM altında toplanılmıştır. 1994 yılına kadar Kamu İktisadi Teşekkülü (KİT) olarak faaliyet göstermiş bu yıldan sonra da İktisadi Devlet Teşekkülü (İDT) olarak yeni bir statüye kavuşmuştur.
Amacı, tarım ve tarıma dayalı sanayiin ihtiyaç duyduğu temel mal ve hizmetleri üretmek, bunları ticari esaslara göre yürütmek ve kar etmek.
olan TİGEM 38 işletmesi faaliyetlerine deva m etmektedir .




3.3.2.3. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)

I. Dünya savaşı bir çok konuda ülkeleri tahribata uğratmış ve savaş sonrasında sanayi tesisleri büyük ölçüde yok olmuştur. Bir çok ülkeyi etkileyen bu olumsuz durum karşısında ülkelerin tarıma yönelmesi zorunlu hale gelmiştir ve tarımsal üretimin hızla artmasıyla üretici ülkelerde özellik buğday stokları büyük ölçüde çoğalmıştır. Buğday stoklarındaki bu artış dış piyasa da rek ab ete, fiyatların düşmesine ve bunlardan kaynaklanan büyük krizlere neden olmuş, özellikle 1928 yılından sonra Türkiye dahil birçok ülkede buğday fiyatları hızla düşmeye başlamıştır.
Krizin giderek büyümesi üreticileri zor duruma düşürmüş ve ülkelerin bu konuda önlemler almasını gerektirmiştir. Bir çok ülkede görülen bu durum üretici bir ülke olan Türkiye’de de yaşanmıştır. Bu durum karşısında 10.07.1932 tarihinde yürürlüğe giren 2056 sayılı kanunla da görevlendirilen Ziraat Bankası 1932/1933 yıllarında çoğu Orta Anadolu’da olmak üzere alım merkezleri açılmıştır. Üreticinin sorunu bu uygulama ile çözülmeye çalışılırken alınan buğdayın muhafazası için yeterli kapasitede depo bulma sorunu ile karşı karşıya kalınmıştır. Bu sorunu giderme görevi, Silo ve Ambar İnşası hakkında çıkarılan 11.06.1933 tarih, 2303 sayılı kanunla Ziraat Bankasına verilmiştir. Ziraat Bankası hububat muhafaza tesisleri kurmaya başlamıştır. Gerek Üreticinin desteklenmesi, gerekse silo ve ambar yapımı oldukça büyük mali yük getirdiği için 30.05.1935 tarih, 2466 sayılı “Buğday koruma Karşılığı” kanunu ile ekmeğe düşük oranda vergi getirilmiştir.
Üretimin bu şekilde desteklenmesi ile buğday üretiminin gelişmesi ve zaman zaman meydana gelen t ab i afetler ile tohumluk ve yardım ihtiyaçlarının belirlenmesi ve giderilmesi görevi de bankaya verilmiştir. Buğday üretiminin artması yanında görevleri artan ve de II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarının gittikçe ağırlaşmasıyla Ziraat Bankasına bağlı Buğday Masası Şefliği tarafından yürütülen bu görevler, yalnızca bu amaçla çalışacak bir kurumun gerektirmiş ve 24.06.1938 tarih ve 3491 sayılı kanunla İDT niteliğinde olmak üzere Ticaret Bakanlığına bağlı olarak “Toprak Mahsulleri Ofisi” kurulmuştur.
Kuruluş yılında yalnızca buğday üreticisine destek olmak ve buğday piyasa sını düzenlemek amacıyla kurulan TMO gelişen ve değişen şartlar içinde zamanla arpa, çavdar, yulaf, mısır, patates, pirinç, çeltik ile fasulye, nohut, mercimek gibi bakliyat, yağlı tohumlar ve uyuşturucu maddeleri de faaliyet alanı içine almıştır. II. Dünya savaşı yılları içinde kurulması nedeni ile geçici olarak benzin, otomobil lastiği, et kavurması, margarin ve hatta kahve gibi maddelerin de tedarik ve dağıtımında görev almıştır. TMO, sermayesinin tamamı Devlete ait 08.06.1984 tarih, 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname (KHK) hükümlerine t ab i, tüzel kişiliğe ve faaliyetlerinde özerkliğe sahip, sorumluluğu sermayesi ile sınırlı bir İktisadi Devlet Teşekkülüdür.


3.3.2.4. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü

11.06.1945 yılında k ab ul edilen 4753 sayılı çiftçiyi topraklandırma kanunun uygulamasını sağlamak üzere Ziraat Vekaletine bağlı olarak Toprak İşleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1950 yılında 4784 sayalı kanunla Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığına bağlı olarak kurulmuş olan İskan Genel Müdürlüğü ile birleştirilerek Toprak ve İskan İşleri Genel Müdürlüğü adını almış ve kısa bir süre sonra Başbakanlığa bağlanmıştır (Zincirci, 1994).
1952 yılında Toprak-Su Genel Müdürlüğü kurulmuş ve 1960 yılında 4757 sayılı yasa ile Tarım Bakanlığına bağlanmıştır. 1964 yılında ise Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanlığına bağlanmıştır.
13.12.1983 tarih ve 183 sayılı KHK ile 18.06.1984 tarihinde yürürlüğe giren 212 sayılı KHK ile YSE (Yol, Su, Elektrik); TOPRAKSU ve Toprak İskan kuruluşlarının birleştirilmesi ile Tarım, Orman ve Köyişleri Bakanlığına bağlı bir kuruluş olarak kurulmuştur. 08.06.1984 tarih ve 235 sayılı KHK ile teşkilat yapısı ve görevleri belirlenmiş fakat, 09.05.1985 yılında 3203 sayılı kanun ile teşkilat yapısı ve görevlerinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Bu tarihte Toprak-Su Genel Müdürlüğü lağv edilmiş ve görevleri Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir.
Bir çok kez bağlı bulunduğu Bakanlık değişen KHGM 2002 yılında Başbakanlığa bağlı bir birim iken 2002 yılında Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı kuruluş olarak faaliyetlerine deva m etmektedir.


3.3.2.5. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü

26.07.1972 yılında Toprak ve Tarım Müsteşarlığı olarak kurulmuştur. Daha sonra adı Tarım ve Toprak Reformu Teşkilatı olarak değiştirilmiştir. 1984 yılında 224 sayılı KHK ile Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığına bağlanmıştır.
26.02.1985 tarih ve 3155 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nün Kuruluş ve Görevleri hakkında 08.06.1984 tarih ve 224 sayılı KHK ile adı Tarım Reformu Genel Müdürlüğü olarak değiştirilmiştir.


3.3.2.6. Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü

15.08.1975 tarihli makam oluru ile Bakanlık bünyesinde Tarımsal araştırmalar Genel Müdürlüğü adı altında yeni bir birim oluşturulmuştur (Zincirci, 1994). Ancak, 26.03.1985 tarihinde kapatılmıştır. 09.08.1991 tarih ve 441 sayılı KHK ile yeniden kurulmuştur.
Bitki ıslahı ve yetiştirme, hayvan ıslahı ve yetiştiriciliği, hayvan sağlığı, su ürünleri, gıda ve yem konularında çalışmalar yapmaktadır.


3.3.2.7. Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü

15.05.1957 yılında 6968 sayılı kanun ile Zirai Müc adel e ve Zirai Karantina Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1984 yılında 212 sayılı KHK ile kaldırılmıştır.
04.04.1971 tarihli resmi gazetede yayınlanan 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu ile bakanlığa verilen görevleri yürütmek üzere 26.05.1971 yılında Su Ürünleri Dairesi Başkanlığı kurulmuştur. 03.11.1972 tarihinde de Su Ürünleri Genel Müdürlüğüne dönüştürülmüştür. 01.03.1982’de tekrar Su Ürünleri Dairesi Başkanlığı adını almış ve 1983 tarihli 183 sayılı yasa KHK ile kaldırılmıştır (Zincirci, 1994) .
16.12.1971 yılında makam oluru ile İaşe Genel Müdürlüğü 28.06.1972 yılında Gıda İşleri Genel Müdürlüğü, 1982 yılında da Gıda Kontrol Genel Müdürlüğü olarak değiştirilmiş ve 18.06.1984 tarih ve 212 sayılı KHK ile kaldırılmıştır.
06.03.1985 tarih ve 3161 sayılı kanun ile kurulmuş olan Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’ne Gıda Kontrol Genel Müdürlüğü, Zirai Müc adel e ve Zirai Karantina Genel Müdürlüğü ve Su Ürünleri Dairesi görevleri de intikal ettirilmiştir. 07.08.1991 tarih ve 441 sayılı KHK ile Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü görev ve yetkileri yeniden düzenlenmiştir.


3.3.2.8. Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü

Genel müdürlüğün kuruluş dayanağı; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın kurulması hakkındaki 6.6.1991 tarih ve 3755 sayılı kanunun verdiği yetkiye dayanılarak 07.08.1991 tarih ve 441 sayılı kanun hükmünde kararnamedir.


3.3.2.9. Teşkilatlandırma ve Destekleme Genel Müdürlüğü

14.12.1983 tarih ve 183 sayılı Tarım Orman ve Köyişleri Bakanlığının Teşkilat ev Görevleri Hakkında KHK ile 1163 sayılı kooperatifler Kanunu kapsamına giren kooperatifleri teşvik etmek, köylerde el sanat larının geliştirilmesi ve yayınlaşarak pazarlanmasını sağlamak, milli kooperatifçiliği geliştirmek, ulusal ve uluslar rasaı işbirliğini sağlamak, gerekli yayın ve eğitim i sağlamak için Kooperatifler Genel Müdürlüğü kurulmuştur.
183 sayılı KHK’nin yürürlüğe girmesinden 6 ay sonra 18.06.1984 tarihinde 183 sayılı KHK’nin bazı maddelerinin değişmesi , bazı maddelerin eklenmesi ve kaldırılması hakkında 212 sayılı KHK çıkarılmıştır. Bakanlık yapısında önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu KHK ile Kooperatifler Genel Müdürlüğü’nün görevleri yeni bir ana hizmet birimi olarak kurulan Teşkilatlandırma ve Destekleme Genel Müdürlüğüne aktarılmıştır. Tarım ve Orman sektörleri ve kırsal kalkınma projeleri ile ilgili olarak üreticilerin teşkilatlanması, eğitilmesi ve tarım girdilerinin ve bazı temel ihtiyaçların karşılanması amacı ile kurulmuştur.


3.3.2.10. Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü

İlk kuru çay üretimi 1938 yılında elle gerçekleştirilmiş, 1940 yılında çıkarılan 3788 sayılı kanunla Türkiye çaycılığı güvenceye kavuşturulmuştur. İlk çay f ab rikası 1947 yılında Rize'de kurulmuştur.
Başlangıçta Tarım Bakanlığınca yürütülen çay tarımı ile ilgili faaliyetler, 1950 yılında ekonomi k anlamda üretime geçildikten sonra bölünmüştür. Yetiştiriciliği Tarım Bakanlığınca, yaş çay yaprağı satın alınması, kuru çay üretimi ve pazarlanması ise Gümrükler ve Tekel Genel Müdürlüğünce yürütülmeye başlanmıştır.
Çay tarımı ve sanayisinin ekonomi k ve sosyal yönden daha etkin hale getirilmesi amacı ile 1971 yılında 1497 sayılı Çay Kurumu Kanunu çıkarılmış ve bu kanun ile çay ile ilgili tüm faaliyetler, bir İDK olarak kurulan Çay Kurumuna devredilmiştir. 1973 yılında fiilen faaliyet geçen Çay Kurumu 1983 yılında çıkarılan 2929 sayılı kanunla “Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü (Çay-Kur)” adı altında KİK’e dönüştürülmüştür. Bu kanun 233 sayılı KHK ile tadil edilmiştir.
1984 yılında devlet tekelinde olan çay işletmeciliği 3092 sayılı kanun ile özel sektöre de açılmıştır.
1994 yılında çıkarılan 4046 sayılı “Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesi ve Bazı Kanun ve KHK Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 35. maddesi gereğince İDT statüsüne alınmıştır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı bir birim olarak faaliyetlerine deva m etmektedir.

virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
21 Ekim 2006       Mesaj #5
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
3.3.3. Cumhuriyetten Sonra Kurulan Faaliyetleri Deva m Etmeyen Kurumlar


3.3.3.1. Zirai Kombinalar İdaresi Kuruluşu

12.02.1937 tarih ve 3130 sayılı kanunla ziraat aletleri ve ziraat makinaları satın alarak ilk önce halkın elinde bulunan nadas arazilerinin sürülmesine, ekilmelerine ve hasat işlerine yardımcı olmak için faaliyetlerine başlamıştır. 1943 yılında boş hazine arazileri üzerinde Devlet Üretme Çiftlikleri kurarak tarımsal üretimi artırmak ve ülkenin gıda maddesi ihtiyacını karşılamak için kurulmuştur.
1937-1940 yılları arasında kamu hizmeti sunmuş ve hububat üretiminin artırılması için çalışmıştır. II. Dünya savaşı sonrası yaşana gıda sıkıntısı nedeni ile devlete ait boş arazileri işleyerek tarımsal ürün ihtiyacını karşılama görevini üstlenmiştir. 01.03.1950 yılında Devlet Üretme Çiftlikleri Genel Müdürlüğünün kurulması ile kapatılmıştır.


3.3.3.2. Türkiye Zirai Donanım Kurumu Genel Müdürlüğü

1943 yılında 3780 sayılı Milli Koruma Kanununa göre Bakanlar Kurulu kakarı ile kurulmuştur. 01.07.1944 yılında 4604 sayılı kanun ile İDT haline getirilmiştir. Kuruluş amacı, tarımda kullanılan her türlü traktör, tarım iş makinaları, araç ve gereçleri, malzeme ve gereçleri, bunların yedek parçalarını imal, üretim ve tedarik edip satmak ve servis, bakım ve tamir hizmetlerini yapmak olarak belirlenmiştir. Bir merkez 5 bölge müdürlüğü ile faaliyet göstermiş ve tarım politika larındaki devletin rolünü küçültme sürecinde 1998 yılında özelleştirilmiştir.


3.4. Cumhuriyetten Günümüze Tarıma Hizmet Veren Diğer Kurumlar


3.4.1. T.C. Ziraat Bankası

1860’lı yıllarda Osmanlı İm para torluğu maliyesindeki problemleri ve tarımda karşılaşılan finansman sorunlarını çözmek için 1863’de “İkraz Sandığı” kurulmuştur ve 1867’de Memleket Sandıkları Nizamnamesinin yürürlüğe girmesi ile tüm ülkeye yayılmıştır. Fonksiyonlarını tam olarak yerine ge tire memesi, merkezi bir sisteme bağlı olmamaları nedeniyle 1883’de Menafi Sandıkları kurularak sandıklar merkezi otoriteye bağlanmıştır. 15 Ağustos 1888 yılında sandıklar yeniden organize edilerek aşağıdaki görevleri yerine getirmek üzere Ziraat Bankası kurulmuştur.
Satılması mümkün olan gayrimenkul rehni ve kefalet karşılığında çiftçiyi kredilendirmek,
Faiz karşılığında senet kabul etmek,
Tarımla ,ilişkin sarraflık ve aracılık faaliyetleri yapmak.
10 Nisan 1914 tarihinde “Ziraat Bankası Kanunu” çıkarılmıştır. 23 Mart 1916 tarihli Ziraat Bankası Kanunu’yla da Banka’nın hukuki bünyesinde bir değişiklik yapılmamakla ber ab er, zirai kredi işlemlerine teminat bakımından genişlik verilmiş, alacaklarının hızla tahsiline imkan verecek hükümler getirilmiştir. 1916 yılında getirilen bu yeniliklerle Ziraat Bankası, daha çok “banka” niteliği kazanmaya başlayan bir finans kurumuna dönüşmüştür. Gelişen ve değişen ihtiyaçlara cevap verebilmesi için 1926’da bankanın her türlü bankacılık faaliyetlerini yürütmesi amacıyla Anonim Şirket statüsü verilmiştir. Savaş yıllarının y arat tığı tahribattan etkilenen banka A.Ş. hedeflerini tam olarak yerine ge tire memiştir. Bunun sonucu olarak 12 Haziran 1937 tarihli 3202 sayılı kanunla T.C.Ziraat Bankası özerk bir devlet kuruluş haline getirilmiştir. 9 Kasım 1984 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan 28.10.1983 tarihli 107 sayılı KHK ile Ana Statü kapsamında banka tüzel kişiliğe sahip, faaliyetlerinde özerk ve sorumluluğu sermayesiyle sınırlı bir iktisadi Devlet teşekkülü haline dönüştürülmüştür.
15 Kasım 2000 tarihinde k ab ul edilen 4603 sayılı kanunla T.C. Ziraat Bankası, Anonim Şirket haline getirilmiştir.
Kamu Bankalarının yeniden yapılandırılmaları kapsamında, Ziraat Bankası 2001 yılından başlayarak büyük bir değişim içine girmiş ve bankanın organizasyon yapısı da değişmiştir.
Şubat 2001 Krizinin ardından Kamu Bankaları, ortak bir yönetim kurulu tarafından yönetilmeye başlanmıştır (www.zerbank.com.tr). Ekonomi k kriz ve bankanın yeniden organize edilmesi sürecinde yıllarca tarıma kredi sağlayan önemli bir kuruluş olarak verdiği finansman hizmetlerinde sınırlamalar getirilmiş ve tarımsal kredi faizleri cari faiz haddinden yüksek seyretmiştir.


3.4.2. Tarım Kredi Kooperatifleri (TKK)

Ülkemizde Tarım Kredi Kooperatifleri hareketinin 1863 yılında Mithat Paşa’nın Niş valisi olduğu sırada devlet ve çiftçilerin katkıları ile oluşturduğu Memleket Sandıkları ile başlamıştır. Günümüzde faaliyet göstermekte olan TKK’nin temeli 1924 yılında çıkarılan İtibari Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu ve 1929 yılında yayınlanan 1470 sayılı Zirai Kredi Kooperatifleri Kanununa dayanmaktadır. Bu yasalar ve uygulamalardan yola çıkılarak, 1935 yılında 2836 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri Kanunu çıkarılmıştır.
Daha sonra bu kanun gelişen ve değişen ihtiyaçlara göre yerini 1972 yılında çıkarılan 1581 sayılı Kanuna bırakmıştır. Bu kanunla Tarım Kredi Kooperatiflerine yeni bir teşkilatlanma şekli getirilmiş, kooperatiflerin Bölge Birlikleri ve Merkez Birliği organizasyonu içinde teşkilatlanması gerçekleştirilmiştir.
Tarım Kredi Kooperatifleri teşkilatının giderek büyümesi, ortak ihtiyaçlarının artması ve değişiklik kazanması, ülkemizin sosyal, idari ve iktisadi yapısının gelişmesi, Tarım Kredi Kooperatifleri teşkilatının temel yapısında bir takım değişiklikler yapılması gereğini ortaya koymuştur.
Bu doğrultudaki sıkıntıların aşılması amacıyla ; 1581 sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri Kanununun bazı maddelerini değiş tire n 237 sayılı kanun hükmündeki kararnamenin değiştirilerek k ab ulü hakkındaki 3223 sayılı kanun 07.06.1985 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 1581 sayılı kanuna ve 185 sayılı KHK’ye göre TKK’leri Tarım, Orman ev Köyişleri Banlığına devredilmiştir. Yine 1581 Sayılı Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri kanununun bazı maddelerinde değişiklik yapılması hakkındaki 28.06.1995 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 553 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname gereğince mevzuat dahilinde gerekli düzenlemeler yapılmıştır (www.tarimkredi.org.tr)



3.4.3 GAP İdaresi Başkanlığı

Fırat ve Dicle Nehirleri sularının, sulama ve enerji üretimi amacıyla değerlendirilmesi ve bu arada düzensiz akışı olan bu iki nehrin sularının dizginlemesi amacıyla 1936 yılında Elektrik İşleri Etüd İdaresi kurulmuştur. 1938 yılında Keban boğazında jeolojik ve topografik etüdlere başlamıştır. 1950-1960 yılları arasında Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde Elektrik İşleri Etüd İdaresi tarafından sondaj çalışmalarına ağırlık verilmiştir. Yeni ihtiyaçların ortaya çıkması üzerine 1954 yılında Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) kurulmuştur. Böylece Türkiye'de havza çalışmaları yapılması fikri oluşmuş ve Türkiye 26 havzaya ayrılarak, DSİ tarafından etüd ve planlama çalışmaları başlatılmıştır. 1961 yılında Diyarbakır'da kurulan Fırat planlama Amirliği tarafından yapılan çalışmalar sonunda 1964 yılında Fırat Havzası'nın sulama ve enerji potansiyelini belirleyen "Fırat Havzası İnkişaf Raporu" hazırlanmıştır. Bu rapora ilaveten 1966 yılında "Aşağı Fırat İnkişaf Raporu" geliştirilmiştir. Dicle Havzası için de, aynı para lelde çalışmalar DSİ Diyarbakır Bölge Müdürlüğü'nce sürdürülmüştür.
1977 yılında bu iki havza projesinin "Güneydoğu Anadolu Projesi" şeklinde adlandırılması benimsenmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin entegre bölgesel planlama çerçevesinde ele alınması, yürütülmekte olan faaliyetlerin koordinasyonunun sağlanması ve yönlendirilmesi görevi 1986 yılında Devlet Planlama Teşkilatına ( DPT) verilmiştir.
Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatı, 6 Kasım 1986 tarih ve 20334 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 388 sayılı KHK ile kurulmuştur.



3.4.4. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ)

DSİ Genel Müdürlüğü 1953 yılında 6200 sayılı kanunla, Enerji ve T ab ii Kaynaklar Bakanlığı'na bağlı kuruluş olarak kurulmuştur. DSİ “yerüstü ve yeraltı sularının tek ve çok amaçlı kullanımı, toprak erozyonunun ve taşkın zararlarının önlenmesi” ile yükümlü kılınmıştır. Bu nedenle DSİ, barajların, hidroelektrik santralların, içme-kullanma suyu temini ve sulama şebekelerinin planlanması, projelendirilmesi, inşa edilmesi ve işletilmesinden sorumludur.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ), ülkemizde tüm su kaynaklarının planlanması, yönetimi, geliştirilmesi ve işletilmesinden sorumlu, katma bütçeli ve tüzel kişiliğe haiz bir kuruluştur.
DSİ üç aşamalı bir organizasyon yapısına sahiptir. Üst yönetim birimi Ankara'daki Genel Müdürlük makamıdır. Organizasyonun ikinci basamağında toplam sayısı 13 adet olan Daire Başkanlıkları yer almaktadır. Üçüncü aşama yönetim birimi ise Bölge Müdürlüğü veya taşra birimleridir.


3.4.5. Tarım Satış Kooperatifleri

İlk kez 1914 yılında Aydın’da kurulan Aydın İncir Müstahsilleri Ortaklığı ile kooperatifçilik yaşam ına girmiştir. Ardından Kula Pamukçular kooperatifi ve Balçova Sebze Kooperatifi kurulmuş ancak savaş yıllarında (1919) kapatılmıştır. 1924 yılından sonra tekrar faaliyete geçmeye başlamışlardır.1933 yılında Aydın, Ödemiş, Alaşehir ve Salihlide kurulan toplam 8 kooperatif birleşerek “Aydın Zirai Satış Kooperatifleri İttihadı” adıyla birlik kurmuşlardır (Zincirci, 1994).
Tarım Satış Kooperatifleri asıl kimliklerini 1935 yılında yürürlüğe giren 2834 sayılı kanun ile kazanmışlardır. Bu kanuni düzenleme, 1984 yılında 238 sayılı KHK ile sona erdirilmiştir. Söz konusu KHK, 1985 yılında 3186 sayılı kanuna dönüştürülmüş daha sonra da 1993 yılında 3947 sayılı kanun ile bazı maddeleri değiştirilmiş ve çalışma konuları belirlenmiştir. Ülkemizde bölgesel ve ürün bazında bir çok kooperatif faaliyetlerine deva m etmektedir.


3.4.6. Ziraat Odaları ve Mesleki Örgütler

Çiftçilerin meslek kuruluşu olan ziraat odaları, mesleki hizmetleri görmek, tarım sektörünün her alanda genel menfaatlerine uygun olarak gelişmesine ve devletin tarımsal plan ve programlarının gerçekleştirilmesine yardımcı olmak, çiftçilerin müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, mesleki faaliyetlerini kolaylaştırmak ve üreticiler arasında işbirliğini sağlamak amacı ile 1957 yılında çıkarılan 6964 sayılı kanun kurulan tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşudur. 07.01.1971 tarihinde çıkarılan 1330 sayılı yasa ile her il ve ilçede birer ziraat odası ile merkezde bir birlik kurulması hükme bağlanmıştır.


kaynak=http://www.tarim.gov.tr

Mi sa fir - avatarı
Mi sa fir
Ziyaretçi
20 Nisan 2010       Mesaj #6
Mi sa fir - avatarı
Ziyaretçi
Yurdumuzun Atatürk dönemine ait ekonomik ve tarımsal anlamda yapısını açıkça belirtmek için Cumhuriyetten evvelki Osmanlı İmparatorluğu’na ait dönemi kısaca gözden geçirmek yerinde olur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun savaştan önce çok cılız bir ekonomiye ve sanayi kuruluşuna sahip olduğunu, 1913 Sanayi Sayımı sonuçlarından öğreniyoruz. 1913’de makine kullanılan ancak 269 işyeri vardı. Ve bu işyerlerinde 1700 işçi çalışıyordu. Gıda endüstrisinde 76, mensucat endüstrisinde 75 işyeri mevcuttu. Diğer önemli sanayiler, topraktan mamul eşya, deri, kösele gibi diğer sektörler idi. Kısacası 1914 yılında Osmanlı Devleti’nin ekonomik durumu tam bir iflasın eşiğinde bulunuyordu. Ülkenin bütün gelir kaynakları ve serveti yabancı devletlerin veya bu devletlere bağlı kuruluşların ipoteği altına girmişti. O zamanın para değerimize göre dış borçlarımızın tutarı 15 milyon Osmanlı Lirası’nı bulmuştur. Bu günkü değeri trilyonların üzerinde bir borç!
Ülkenin dışarıya sattığı malların dış piyasadaki düşük bedeli sebebiyle, hakiki değerin ancak %57’si devlet kasasına giriyordu. 1881 yılında kurulan “Düyun-u Umumiye” yurdun bütün kaynaklarına el atmış durumda idi (şu anda IMF’nin tam anlamda olmasa bile bir nevi yaptığı gibi). Devletin bütün gelirleri (vergileri) bu kuruluşun elinde borçlara karşılık tutuluyordu. Yabancıların yapmış olduğu yatırımların tutarları 6 milyarı bulmakta, bunların karşılığı her yıl 29 milyona yakın Osmanlı Lirası dışarı çıkıyordu. Ödemeler dengesinde büyük bir açıklık vardı. Sermaye birikimi şöyle dursun, boğazımıza kadar borca girmiştik. Sanayinin “s”sinden bahsetmemiz dahi mümkün değildi.
O zaman nüfusumuz 14 milyondur. Tespit edilen gayri safi milli hasıla 210 milyon liradır. Bunun %15’e yakını borçların karşılığı yurtdışına çıkmaktadır.
1914 Devlet Bütçesi yaklaşık 30 milyon Osmanlı Lirası’dır. Dışa ödenen meblağ yaklaşık 32 milyon Osmanlı Lirası’dır. Yani devletin yıllık gelirinin (bütçesinin) tamamı borçlarımızı bile ödeyecek miktarda değil. Kısacası Devlet iflas etmiş. Anadolu kendi kaderine terk edilmiştir.
Tam olarak dışa bağımlı bir ülke haline getirilen Osmanlı Devleti’nin 1914 Dünya Savaşı’na sürüklenmesi ekonomik bağımsızlığını yitirmiş olmasından ileri gelmiştir.
Savaş sonunda nüfusu 12 milyona inmiş olan Osmanlı toprakları yer yer işgal altına girmiş, artık Osmanlı Devleti’nin kaderi işgalci devletlerin insafına ve aralarındaki çıkar çatışmalarının durumuna terk olunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlardaki ekonomik çöküntüsü Milli Mücadele yıllarında da devam etti. Yeterli silah ve teçhizatı bulunmayan eğitim düzeyi son derece zayıf, ulaşım araç ve imkanlarından mahrum bir ordu ile Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması, Atatürk’ün askeri dehası, liderlik vasfı, ordunun kuvvetli ve kararlı oluşu ile açıklanabilir. Bunun için Milli Mücadele sona ermeden Atatürk’ün ilk işi eksikliklerini ve sıkıntılarını her zaman duyduğu iki alanda devrimlerini başlatmak olmuştu. Bunlardan birincisi Bursa’da topladığı “Maarif Kongresi”, diğeri de İzmir’de topladığı “İktisat Kongresi” idi.
Atatürk düşünüşünde ekonomik konuda güçlü olmak, milletin istiklali ve memleketin bağımsızlığı ile paraleldir. Ve çok önemlidir. Ekonomik yönden geri kalmak, esir olmak anlamına gelir. Bu nedenle Atatürk yeni Türkiye’yi yaratırken tarihteki hataları tekrarlamayacak bir yol izlemektedir.
Atatürk İlkeleri arasında Devletçilikle, milli ekonomiden güç alan bir Milli Eğitimle, Türk toplumunu bütün sosyal kuruluşları ile çağdaş uygarlık doğrultusunda kalkındırmak anlamına gelir. Daha kısa bir deyişle Devletçilik milli ekonomidir.
O yıllarda Türkiye’nin bir yanında Faşizm, bir yanında komünist bir yöntem yürürlüğe girmişti. Atatürk öteden beri, hareket serbestliğini kısıtladığı için bir takım teorilere ve ideolojilere karşı idi. Bu nedenle Atatürk bunların hiçbirine saplanmadı. Türkiye’ye ekonomik işlerde Türk Milleti’nin gerçeklerini yansıtan yepyeni bir görüş getirmek amacında idi.
1922 yılında Atatürk, “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, hakiki üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, saadet ve servete hak kazanan ve lâyık olan da köylüdür. T.B.M.M. Hükümeti’nin izleyeceği yol bu temel yönde olmalıdır” diyordu. Dediğini de yapıyordu, yaptırıyordu.
Bir taraftan çiftçinin çalışmasını geliştirmek için köylülere gerekli bilgiyi vermeye, tarım araçlarını kullanmasını sağlayarak makinenin yaygınlaşmasına çalışıyor, diğer yandan çiftçi ve köylünün emeklerinin sonuçlarından yüksek seviyede yararlanması amacı ile gerekli ekonomik tedbirlerin alınmasının zorunlu olduğunu belirtiyordu. Daha o yıllarda tarım okullarının açılmasına başladı. Çiftçinin diğer modern araç ve gereçlerle desteklenmesi için gerekli atılımlara yön verildi.
Bu atılımların amacını açıklarken devletçilik ilkesinin izleyeceği yakın ekonomik yönünü de çiziyor Atatürk. Çalışanların hayat seviyesinin yükseltilmesini sağlayacak olan tedbirlerin alındığını, Zonguldak İşçi Kanunu, Anadolu’da Genel Taşıma İşlerini Kolaylaştırmak İçin İşletmecilere Gerekli Müsaadeleri Veren Yönetmelik, Asker Ailelerine Yardım, Tarım Mükellefiyeti Yönetmeliği, Tohumluk Dağıtımı, Ziraat Bankası Aracılığı ile İşçilere Tarım Araç ve Gereçlerinin Dağıtılması vb. konularla ilgili yönetmeliklerin uygulanmasına başladığını daha ilk yıllarda görüyoruz.
Atatürk 1923 yılında yapmış olduğu bir konuşmada; “milletin başkanı olan zatın, halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması” gereği üzerinde durmakta; “Halkı genel durumdan haberdar etmek için son derece önem taşır, çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni çalışmaya başlayacaktır. İyi şeyleri yapacak, milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir” demektedir.
Türkiye’de ilk sanayi planını hazırlatarak bu planı gerçekleştirmiştir. Böylece plan dışına çıkamayacak olan yöneticilerin, vatandaşların her isteğine evet demesinin önüne geçmiştir. Onun bu uygulamasının en belirgin örneği şudur:
“Her vatandaşın arzu ettiğini yapmayı düşünmek, hayalperestliktir. Yapılabilecek şey herkesin arzusunun ortalaması olabilir. Arkadaşlar hepinizce malumdur ki, Parti ve ona mensup arkadaşların tümü hiçbir zaman yapmadıkları ve yapamayacakları şeyler hakkında kamu oyunu aldatıcı bir vaatte bulunmamayı bir prensip olarak kabul etmişlerdir.

Tarım Alanında Gelişme:

Türkiye’nin ekonomik kalkınması köyün ve köylünün kalkınmasına bağlı idi. Bir tarım memleketi olan Anadolu’nun en belli başlı kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında ilgisizlik yüzünden Türkiye’nin tarımı gelişememiş, pek ilkel bir şekilde kalmıştı. Bu geri kalışta aydın sınıfın, milletimizin çokluğunu teşkil eden ve üretici olan köylüye karşı kayıtsızlığının da payı vardır.
Cumhuriyet Hükümeti’nin Köycülük Siyaseti’nde kabul ettiği esaslar şunlardır:
Köylüden ağır vergileri kaldırmak.
Köye para ve kredi sağlamak.
Köylünün ürününü geliştirme ve koruma.
Köylünün bilgi ve görüşünü yükseltmek.
Toprağı olmayan çiftçilere toprak dağıtmak.
Osmanlı İmparatorluğu’nda köylü hükümete vergi verirdi, buna Aşar denirdi. Her çeşit toprak gelirinden onda birini devlet vergi olarak almakta idi. Cumhuriyet idaresi köylüyü ezen ve sefalete götüren Aşar usulünü kaldırmaya karar verdi (17 Şubat 1925). Yerine arazi vergisi kondu.

Köylüye Para ve Kredi Temini:

Aşar Sistemi yüzünden köylü parasız, tohumsuz ve hayvansız kalmış, köylüye üretim sermayesi sağlamak amacı ile 4 bin lira dağıttı. Bu para faizsiz uzun vadeli olarak verilmişti. Bu para ile köylü çift, çubuk, tohum gibi eksiklerini tamamladı. Ziraat Bankası kredi şartlarını kolaylaştırdı. Köylülere kredi verilmesini sağladı. 1929 yılında Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu. Çiftçilere kredi bulmak imkanını verdi.

Köylünün Ürünlerini Geliştirme ve Koruma:

Memleketin birçok yerlerinde “Tohum Islah İstasyonları” kuruldu. Köylülere pulluk dağıtıldı. Traktör kullanan çiftçiler korundu. Ziraî Donatım Kurumu, çiftçinin tarım aleti, makine ve kimyasal gübre ihtiyacını sağladı. Halka parasız fidan verdi. Numune çiftlikleri açtı. Dalaman Çiftliği en büyük numune çiftliği haline getirildi. Ankara’da Gazi Orman Çiftliği’ni kurdu. Hükümet buğday fiyatını korumak için gerekli gördüğü zaman Ziraat Bankası ve “Toprak Mahsulleri Ofisi” aracılığı ile buğday alım satış işlerini de üzerine aldı.

Tarım Okulları:

Birçok tarım okulu açıldı (Ankara’da açılan Ziraat Fakültesi’dir). Bu fakülte Ziraat Mühendisleri yetiştirir. Ziraat okulları ile diğer tarım kuruluşları teknik bilgileri çiftçilere ulaştırmak ve teknik elemanlara yeni bilgiler vermek maksadı ile kurslar açtı.

Topraksız Çiftçiyi Topraklandırma:

Köylü vatandaşların büyük bir kısmı topraksız idi. Cumhuriyet hükümeti, köylüyü toprak sahibi yapmak için birçok kanunlar çıkardı. 1925’de kabul edilen bir kanuna göre; Köylüye toprak vermek için hükümete ait toprak yoksa, hükümet arazi alır ve verir. İlk on yılda köylüye 1.077.526 dönüm arazi dağıtılmıştır. Toprak sahibi olan köylünün toprak, tohumluk, tarım araçları borçlarının 20 yılda ödenmesi kabul edildi. İlk işletilen arazi, yeni yetiştirilmeye başlanan fidanlıklar, bağlar ve zeytinliklerden belirli bir süre için vergi alınmaması kuralı kabul edildi.

Ormancılık:

Ormancılık Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerinde korunamadı. Cumhuriyet Hükümeti ormancılığa önem vererek şu esasları kabul etti.
Ağaç kesimini, orman biliminin gösterdiği koşullar ve belirttiği miktarı aşmadan yapmak.
Çıplak alanlarımızı yeniden ağaçlandırmak.
Fenni ormanlar yetiştirmek.
Ormanlarımızı bir zenginlik kaynağı haline getirmek. İzmit’te “Kağıt ve Selüloz Fabrikası”, Gemlik’te “Suni İpek Fabrikası”, İstanbul’da “Kibrit ve Kontraplak Fabrikası” başlıcalarındandır. Orman Fakültesi de kurulmuştur.

Hayvancılık:

Tarımda olduğu gibi hayvancılıkta da geri durumda idik. Hayvanların büyük bir kısmı hastalıktan yok oluyordu. Hayvan hastalıkları ile geniş ölçüde mücadeleye girişildi. Sığır vebası, dalak, Ruan, uyuz hastalıkları ile mücadele edildi. Salgın hastalıklardan korunmak için; Ankara-Etlik, İstanbul-Pendik Bakteriyoloji ve Seraloji Enstitüleri açıldı. Ayrıca hayvan sağlığı ile ilgili müesseseler kuruldu. Hayvan yetiştirmeyi geliştirmek için haralar açıldı. Ayrıca teşvik için her yıl hayvan sergileri açılmaktadır. Sonuç olarak; 1972’de hayvanlarımızın sayısı 74.365.000’e varmıştır
Son düzenleyen asla_asla_deme; 23 Mayıs 2010 15:33
CenneT-ul Meva - avatarı
CenneT-ul Meva
Ziyaretçi
15 Ekim 2010       Mesaj #7
CenneT-ul Meva - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye'de Tarım

İnsanların toprağı işleyerek ekme ve dikme yoluyla ondan ürün elde etmesi faaliyetine tarım denir.

Türkiye Topraklarından Yaralanma Oranları: Topraklarımızdan faydalanma oranı daha çok iklim ve yer şekilleri özelliklerine bağlıdır. Ülkemizde yüksek dağlık kesimler geniş alan kaplar. Dik yamaçlar çoktur. Buralarda topraktan faydalanma çok kısıtlıdır. Buna göre ülkemiz arazisinin % 36 ‘sı ekili-dikili alan, % 32’si çayır ve otlak, % 26 ‘sı orman ve % 6’sı diğer alanlar (yerleşim birimleri , tarıma elverişsiz çıplak kayalıklar gibi) dır.

Not: Tarımdaki makinalaşmanın etkisiyle çayır ve otlakların alanı daralırken, tarım alanlarımız genişlemektedir.

Bölge Yüzölçümüne Göre Ekili Dikili Alanların Oranları:

1. Marmara Bölgesi: %30
2. İç Anadolu Bölgesi: %27
3. Ege Bölgesi: %24
4. G.Doğu Anadolu Bölgesi: %20
5. Akdeniz Bölgesi: %18
6. Karadeniz Bölgesi: %16
7. Doğu Anadolu Bölgesi: %10

Türkiye’de Tarımı Etkileyen Faktörler:

1. Sulama: Türkiye tarımında en büyük sorun sulama sorunudur. Tarımda sulama ihtiyacının en fazla olduğu bölgemiz G.Doğu Anadolu Bölgesi iken , bu sorunun en az olduğu bölgemiz Karadeniz Bölgesidir.

Akarsularımızın derin vadilerden akması ve rejimlerinin düzensiz olmasından dolayı sulamada yeterince faydalanamıyoruz. Bunun için mutlaka akarsular üzerindeki baraj sayısı artırılmalıdır.

Sulama Sorunu Çözüldüğünde; Üretim artar. Nadas olayı ortadan kalkar. Tarımda iklime bağlılık büyük oranda azalır. Üretimde süreklilik sağlanır. Üretim dalgalanmaları önlenir. Daha önce sebze tarımı yapılmayan bir yerde sebze tarımı da yapılmaya başlanır. Tarım ürün çeşidi artar. Köyden Kente göçler azalır. Yılda birden fazla ürün alınabilir. Bu konuda en şanslı bölgemiz Akdeniz, en şanssız bölgemiz Doğu Anadolu Bölgesidir

2. Gübre Kullanımı: Tarımda sulama sorunu çözüldükten sonra üretimi daha da artırmak için gübre kullanımı artırılmalıdır.

Ülkemizde hayvancılığın gelişmiş olması tabii gübre imkanını oluşturmaktadır. Ancak yurdumuzda tabii gübrenin yakacak olarak kullanılması bu olumlu durumu ortadan kaldırmaktadır. Ülkemizde üretilen suni gübre yeterli olmadığı için ithal (Fas, Tunus, Cezayir gibi ülkelerden) etmekteyiz. Bu da maliyeti artırdığından çiftçilerimiz yeterince gübre kullanamamaktadır.

Gübre ihtiyacı, tabii gübrenin yakacak olmaktan kurtarılması ve gübre fabrikalarının artırılması ile karşılanabilir.

3.Tohum Islahı: Sulama ve gübre sorunu çözüldükten sonra verimi daha da artırmak için kaliteli tohum kullanılmalıdır. Ülkemizde kalite tohum üretme konusunda devlet üretme çiftlikleri ve tohum ıslah istasyonları çalışmalar yapmaktadır. Ancak kaliteli tohum ithali devam etmektedir.

4.Makine Kullanımı: Ürünün zamanında ekimi, hasadı ve yüksek verim için makine kullanımı şarttır. Ancak makine kullanımı yurdumuzda yeterli ölçüde gelişmemiştir. Sebepleri: Makine kullanıma elverişsiz alanların varlığı, Makine kullanımının ekonomik olmadığı küçül alanların varlığı, İş gücünün bazı bölgelerde daha ucuz olması, Makine fiyatlarının çiftçinin alım gücünün üstünde olması

5.Zirai Mücadele: Tarımdaki hastalıkların, yabani otların ve haşerelerin meydana getireceği üretim düşüklüğünü önlemek için ilaçlı mücadele şarttır. Zirai mücadelede daha çok ilaç kullanılmaktadır.

6.Toprak Bakımı: Tarla yağışlardan önce sürülmeli , yabancı otlardan arındırılmalıdır. Erozyona karşı korunmalıdır.

7.Toprak Analizi: Toprak analizleri ile en iyi verim alınabilecek ürün belirlenir. Ayrıca toprağın ihtiyacı olan mineraller tespit edilerek kullanılacak gübre belirlenir.

8.Destekleme Alımı ve Pazar: Verimi etkilemez. Üretim miktarını etkiler. Çiftçi ürettiği malı pazarda zarar etmeden satabilmelidir. Çiftçinin elverişsiz piyasa şartlarından olumsuz etkilenmemesi için devlet bazı ürünlerde destekleme alımı yapmaktadır (Destekleme alımı: Devletin çiftçinin malını belirli bir taban fiyat üzerinden alması olayıdır.) Destekleme alımı yapılan ürünler: Pamuk, tütün (2002 yılından itibaren kaldırıldı), Ş.Pancarı, buğday,çay, fındık, K.Üzüm, K.İncir, K.Kayısı, Haşhaş gibi dayanıklı ve sanayiye dayalı ürünlerdir.

Destekleme alımı yapılan ürünlerin üretiminde dalgalanmalar az olur ve fiyatı sürekli artar.

9 Çiftçi eğitilmeli ve kredi desteği sağlanmalıdır.

TARIM İŞLEME METODLARI

1. İntansif (Modern-Yoğun) Tarım Metodu: Nüfusa göre ekili dikili alanların sınırlı olduğu ülkelerde uygulanır. Birim alandan alınan verim çok yüksektir. Ör. Hollanda, Danimarka, Japonya, İsveç ve İsrail gibi ülkelerde bu tür tarım metodu uygulanmaktadır. Yurdumuzda ise Akdeniz ve Ege Bölgelerinde uygulanan seracılık faaliyetleri intansif tarım metoduna örnektir.

2. Ekstansif (ilkel-Kaba-Yaygın ) Tarım Metodu: Nüfusa göre tarım alanlarının fazla olduğu ülkelerde uygulanan tarım metodudur. Birim alandan alınan verim düşüktür. Üretim miktarında iklimin etkisi vardır. Yurdumuzda uygulanan tarım metodu genelde bu şekildedir.

Not: İntansif tarım metodu ile ekstansif tarım metodu arasındaki en önemli fark birim alandan alınan verimdir.

3. Nadas Tarım Metodu: Verimi en düşük tarım medodudur. Tamamen iklime bağlılık gösterir. Yağışın az, sulamanın yetersiz olduğu alanlarda uygulanır. Türkiye'de nadas tarımının en fazla uygulandığı bölge İç Anadolu Bölgesidir. Nadas olayı en az Karadeniz bölgesinde uygulanır.

Nadas, toprağın su ve mineral kazanmasını sağlamak amacıyla boş bırakılmasıdır.

4. Plantasyon Tarım Metodu: Tropikal kuşakta ticari amaçla çok geniş alanlarda bir veya bir kaç çeşit ürün yetiştirmeye dayalı tarım metodudur. Ör: Brezilya'da; çay, kahve ve muz, Seylan (Srilenka)'da; çay , Malezya'da; kauçuk gibi.

TARIMI ETKİLEYEN FAKTÖRLER

• İklim (Sıcaklık, Yağış miktarı, Yağış rejimi)

• Yükselti (Sıcaklığı etkilediği için)

• Denize göre konum (iklimi etkilediği için ) :Yağış isteği fazla olan ve düşük kış sıcaklıklarına karşı dayanıksız bitkiler deniz etkisindeki yerlerde yetişir.

• Toprak şartları

• Beşeri faktörler

Benzer Konular

16 Şubat 2016 / Ziyaretçi Cevaplanmış
22 Aralık 2014 / Misafir Cevaplanmış
17 Kasım 2007 / Misafir Ziraat
8 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap