Arama

Tarım Devrimi

Güncelleme: 23 Aralık 2012 Gösterim: 9.177 Cevap: 2
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
7 Aralık 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Tarım Devrimi
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Eskiçağlardan beri tarımsal gelişmenin önündeki en büyük engel, sürekli ekilen tarlalarda bitkiler için gerekli besinlerin tükenmesi ve verimin düşmesiydi. Bunu önlemek için insanlar hayvan dışkılarını gübre olarak kullanmak, toprağı nadasa bırakmak ve yıldan yıla değişik bitkiler ekmek gibi üç temel yöntem kullandılar. Bu yöntemlerin en iyisi toprağı gübrelemekti; ama ortaçağda, kışın beslemek zor olduğundan çiftçiler sınırlı sayıda hayvan yetiştirirlerdi. Bu nedenle hayvan gübresi kullanmanın yanı sıra iki ya da üç yılda bir toprak nadasa bırakılırdı. 18. yüzyılda İngiltere'de tarım alanında bir devrim yaşandı. Şalgam ve üçgül ekiminin başlamasıyla toprağı nadasa bırakma zorunluluğu ortadan kalktı. Şalgam hayvanlara bol kışlık yem sağladı. Hem daha çok hayvan beslenebildi, hem de et ve süt verimi arttı. Ayrıca hayvan sayısının artmasıyla tahıl üretimi için daha fazla gübre elde edildi. Bir başka önemli gelişme de İngiltere'de, Norfolk'ta iki büyük çiftlik sahibi olan Vikont Charles Townshend ile Thomas William Coke'un geliştirdiği dörtlü ekim nöbeti oldu. Bu yöntemle tarla nadasa bırakılmaksızın buğday, şalgam, arpa ve üçgül art arda ekilebildi. Sonuncu olarak ekilen üçgül hem toprağa azot katar, hem de koyun ve sığırlara yem olurdu. Ayrıca, üçgül tarlalarında otlayan hayvanların dışkıları da toprağa gübre sağlardı. Böylece ertesi yıl aynı topraktan iyi buğday elde edilirdi. Bu yöntem, 100 yıl içinde İngiltere'de ve Avrupa'nın bir bölümünde yaygınlaştı. Aynı dönemde, daha iyi bakılan hayvanların arasından niteliği en yüksek olanları seçmek ve ayırmak kolaylaştı. Böylece 19. yüzyılın başlarına gelindiğinde koyun, sığır ve domuzların en nitelikli et ve yün veren cinsleri üretilmişti. Townshend ve Coke hayvan cinslerinin geliştirilmesine de öncülük ettiler. Ayrıca Norfolk'un kumlu toprağına kil ve tebeşir ekleyerek tarlaların verimini yükselttiler. Avrupa'da ise bu gelişmeler oldukça yavaş ilerledi. Fransa'da küçük çiftçiler geleneksel yöntemlerinden vazgeçmedi. Almanya'da da Doğu Prusya dışında durum aynıydı. Doğu Prusya'da geniş toprakların sahibi olan soylular tarımda verimliliği artıran bu gelişmelere ilgi duydular ve uyguladılar. Bunları başka gelişmeler izledi. Saban demirleri, silindir ve tırmıkların dökme demirden yapılmasının yanı sıra, 19. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak tohum ekme makineleri ve zararlı otlan yolmak için atların çektiği çapalar kullanılmaya başlandı. Değişik toprakların ve gübre kullanımının bitkilerin büyümesindeki rolü anlaşıldı. 1840'ta Alman kimyacı Justus von Liebig potas, fosfor ve azotun bitkiler için yaşamsal önemi olduğunu buldu. İngiltere'de John Lawes ve Henry Gilbert, fosfat bakımından zengin kay alan sülfürik asit ile işlemden geçirerek "yapay gübre" elde etmeyi başardılar. Bundan sonra başka tip yapay gübreler ve bunların bitkiler üzerindeki etkilerine ilişkin bilgiler hızla edinildi. İyi akaçlanmayan topraklarda fazla suyun ürünlerin köklerini çürüttüğü ve bitkilerin gelişimini bozduğu uzun yıllardır biliniyordu. Bazen toprağı akaçlamak için hendekler kazılır, içleri taş ya da dikenli çalılarla doldurulur ve üstleri yeniden toprak örtülerek fazla su akıtılmaya çalışılırdı. 1843'te kil akaçlama boruları bulundu ve sonraki 40 yıl boyunca binlerce dönümlük tarım alanları bu ucuz ve kolay yöntemle akaçlandı. Tarım alanındaki gelişmeler toplumsal yaşamı da derinden etkiledi. Tarım devrimi, bu gelişmelerin başladığı İngiltere'de ortaçağın kırsal toplum yapısını parçaladı. Hayvancılığa verilen önemin ve tarımda makine kullanımının artmasıyla, kırsal alanda işgücüne duyulan gereksinim daha da azaldı. İngiltere'de kırsal toplulukların çöküşü, 18. yüzyıldaki ikinci kapatma hareketiyle hızlandı. Eskiden ortaklaşa yürütülen tarımın yerini, pazar için ürün yetiştiren ve hayvancılık yapan kapitalist çiftçilerin büyük çiftlikleri aldı. Kıta Avrupa'sında ise gelişme İngiltere'den farklı oldu. İngiltere'de toprak sahibi soylular köylüleri topraklarını terk etmek zorunda bırakırken, Avrupa'da bu süreç genellikle tersine gelişti. Bunun önemli bir nedeni, Avrupa' da soyluların tarımla ve toprakla uğraşmak yerine askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda çalışmayı yeğlemeleriydi. Bunun en tipik örneği Fransız soylularıydı. Kendi topraklarında oturmak yerine saray çevresinde bulunmayı yeğleyen Fransız soyluları, zaman içinde topraklarını onları işleyen köylülere sattılar. 1789'a gelindiğinde Fransa'da toprakların beşte ikisi köylülerin eline geçmişti. Ama toprakların yasal mülkiyeti çoğunlukla, hâlâ soylu feodal beylerin elindeydi ve köylüler feodal beylere kira ya da vergi biçiminde ödemede bulunmayı sürdürüyordu. 1789 Fransız Devrimi'yle feodal yapı tümüyle parçalandı ve yapılan yasal düzenlemelerle köylü işlediği toprağın sahibi oldu. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak Fransa'da tarım arazileri İngiltere'nin tersine küçük çiftliklere bölündü. Belçika'da da, Fransız ordularının ülkeye girmesinden sonra benzer bir gelişme görüldü. Almanya'da ise ikili bir gelişme oldu. Almanya 18. yüzyılda Elbe Irmağı'nın böldüğü iki büyük bölgeye ayrılmıştı. Ülkenin batısında tarımsal yapının temelini soyluların yönetimindeki büyük çiftlikler oluşturuyordu. Doğuda ise tarım Fransa'ya benzer bir biçimde örgütlenmişti; gelişme de benzer doğrultuda oldu ve Almanya'da tarım alanları Prusya dışında küçük çiftliklere bölündü. Avrupa'da küçük çiftliklerin yaygın olması tarımsal alandaki teknik gelişmelerin uygulanmasını güçleştirdi ve daha uzun bir döneme yaydı. Günümüzde de İngiltere dışındaki Avrupa ülkelerinde genellikle küçük ölçekli tarım sürdürülmektedir. 18. yüzyılda İngiltere ve Avrupa'da çiftçiler daha çok kendi tüketimleri için tarım yaparken, Sanayi Devrimi'nden sonra tarım dışı alanlarda çalışan nüfusun büyümesiyle pazar için üretime ağırlık verdiler. Tarım ürünlerinin asıl pazarı nüfusu giderek yoğunlaşan kentler olunca, ürünü pazara taşımak sorunuyla karşılaşıldı. Avrupa ve Amerika'da 1830'lardan sonra gelişen demiryolları bu sorunun çözümünde çok önemli bir rol oynadı. Daha önceleri sürüleri pazara götürmek için yol boyunca yürütmek gerekiyordu. O dönemde zaten bozuk olan yollar, üzerinden yüzlerce hayvan geçince daha da bozuluyordu. Ayrıca, bu uzun yolculuklar hayvanları zayıf düşürüyor, satılmadan önce pazara yakın tarlalarda besiye çekilmeleri gerekiyordu. Yiyecekler ise kente bazen at arabaları, bazen de suyoluyla taşınıyordu. Uzun yolculukta sütü taze tutmanın yolu bilinmediğinden, kentlerde tüketilen süt genellikle kent içindeki mandıralardan sağlanıyordu. Demiryolları ile birlikte bu koşullar değişti. Hayvanlar zayıflamadan uzun yollar aşabilmeye, tahıl ve öbür yiyecek ürünleri demiryolu ile çok ucuza taşınabilmeye başladı. Trenin hızı, öğleden sonra sağılan sütün 150 km ya da daha uzaktaki bir kentte ertesi sabah satılmasına olanak verdi. Toprak sahipleri ve çiftçiler demiryolunun önemini kısa sürede anladılar ve tarım bölgelerinde demiryolu yapımını desteklediler.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
2 Temmuz 2012       Mesaj #2
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
Neolitik Devrim (Tarım Devrimi)
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Neolitik Devrim ya da Tarım Devrimi, insan topluluklarının ilk kez tarım yapmasıyla gerçekleşen ve bu toplumların sosyo-ekonomik yapılarında devrimsel dönüşümler yaratan süreçtir. Bu süreç, insan topluluklarının avcılık ve toplayıcılıktan tarıma ve bir daha bırakmamak üzere yerleşik düzene geçişlerini temsil etmektedir. Bu geçiş, kabaca 2,5 milyon yıllık insanlık tarihinde çok önemli bir dönüm noktasına işaret etmektedir. İnsanlık, bu kadar bir süre sürdürdüğü avcılık-toplayıcılık düzeninden, ihtiyaçlarını karşılamak için yaşadığı çevreyi aktif olarak değiştiren bir türe dönüşmüştür. Arkeolojik veriler, çeşitli bitki ve hayvan evcilleştirmelerinin dünya genelinde altı farklı bölgede, birbirinden etkilenmeksizin bağımsız olarak, 10 bin ile 7 bin yıl öncesinde gelişme gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bilinen en eski kanıtlar bu bölgelerin Güneybatı Asya, Güney Asya, Kuzey ve Orta Afrika ile Orta Amerika’nın, tropik ve subtropik kuşaklarında yer aldığını ortaya koymaktadır.
Ancak Neolitik Devrim, şu ya da bu sayıda gıda maddesi üretime tekniğinden çok daha fazlasını ifade etmektedir. Sonraki bin yıl boyunca, o ana kadar insan toplulukların temel yaşam biçimini sürdüren küçük ve göçer avcı-toplayıcı gruplar, köy ve kasabalar kuran yerleşik topluluklara dönüştüler. Bu toplumlar, gıda maddesi olarak kullanacakları bitkileri yetiştirmekte uzmanlaşarak kendi doğal çevrelerini değiştirdiler. Doğada mevcut besin kaynaklarından yararlanırken artık, bu kaynaklar üzerinde hakimiyet kurdular. Kuşkusuz bu hakimiyet, oluşturdukları bilgi birikimi, kullanabildikleri teknoloji ve başta yağış olmak üzere bölgesel iklim koşulları tarafından belirlenen bir hakimiyetti. Bu gelişmeler toplulukların yapısında çok önemli değişikliklere yol açmıştır. Bir kişinin, tüketebileceğinden fazla gıda maddesi üretebilmesi (toplumsal artı ürün), bu tarım devrimi üzerinde oluşan gelişme süreçlerinin devamında, nüfus artışına olanak sağladı, işbölümünü çeşitlendirdi, sanatın, mimarinin ve genel olarak kültürün gelişmesine olanak sağladı. Ayrıca toplumsal artı ürünün ortaya çıkması, özel mülkiyetin ortaya çıkmasına olanak sağladığı gibi yönetim biçimlerinin gelişmesini de zorunlu kılmıştır. Ancak şu belirtilmelidir ki, bu gelişmeler Bakır Çağı içinde tam olarak gerçekleşmiştir. Neolitik toplumların toplumsal artı ürün çıkarma kapasitesi yoktur. Bu tarıma dayalı neolitik toplumların, siyasi erki de içeren şekliyle tam gelişmiş örnekleri Orta Doğu’da günümüzden 5.500 yıl öncesinden itibaren ortaya çıkan Sümer kentleridir. Bu kentler aynı zamanda tarihöncesi neolitik dönemin sonunu ifade ederler.
Ancak tarımı keşfeden her neolitik toplulukta toplumsal gelişmenin aynı ya da benzer çizgiyi izlemediği, yukarıda belirtilen aşamaların her toplumda ortaya çıkmadığı ortadadır. Dolayısıyla sosyal dönüşümlerin evrensel bir yasası olmadığı, bölgeden bölgeye değiştiği kabul edilmelidir.

Tarıma geçiş
Neolitik Devrim kavramı ilk kez 1920’li yıllarda Avustralyalı arkeolog Gordon Childe tarafından kullanılmıştır. Childe bu kavrama, Orta Doğu antik tarihinde gerçekleşen bir dizi tarım girişimini ifade etmek için başvurmuştur. Toplumların tarıma geçiş süreçleri, toplumları değiştirme etki ve derecesinin geniş kapsamını vurgulamak için, bir devrim olarak tanımlanmıştır. Bu toplumlarda tarımsal faaliyetler kuşkusuz derece derece benimsendi ve geliştirildi.
Tarım Devrimi’nin farklı bölgelerde başlangıç tarihleri, Melanezya’da günümüzden 10 bin, Sahralatı Afrika’da 4.500 ve bazı önemli gelişmeler dikkate alınarak Bereketli Hilal’de 10.000 – 9.000 gibi olmuştur. Bu geçiş, toplulukların büyük ölçüde göçebe ya da yarı-göçebe avcı-toplayıcı bir yaşam tarzından, tarıma dayalı daha yerleşik düzene geçmeleriyle ilişkili görünmektedir. Ancak bu dönüşümler, kesin çizgilerle ayrımlaşan bir geçiş olmayıp, sonunda tarıma başlayan toplulukların, yine avcılık-toplayıcılığa devam ederek yerleşik yaşam tarzına geçtikleri, daha sonra tarım toplumu oldukları kabul edilmektedir. Örneğin günümüzde Batman ilinin sınırları içinde yer alan ve MÖ 10.-9. binyıllara tarihlenen Hallan Çemi Höyüğü yerleşimi, sürekli ve kalıcı biçimde yerleşik düzene geçmiş bir topluluktu. Ancak kazılarda elde edilen buluntular avcı-toplayıcı bir topluluk olduğunu göstermektedir.Yerleşik duruma geçen avcı-toplayıcı topluluklarda ise, topluluğun günlük gıda maddesi gereksiniminde toplayıcılığın giderek daha baskın hale geldiği düşünülmektedir. Bu baskın hale gelmiş toplayıcılık ve daha sonra tarıma dayalılık, bölgenin flora ve faunasının olanak verdiği çeşitli bitki ve hayvan türlerini evcilleştirmekle başlamış olmalıdır.
Avcılık-toplayıcılıktan tarıma geçişinin oldukça isteksizce, daha doğrusu zorunluluklardan dolayı olduğunu söylemek mümkündür. Her şeyden önce tarım, avcılık ve toplayıcılığa göre çok daha fazla emek harcayarak gerçekleştirilen bir üretim tarzıdır. Diğer yandan bu toplulukların, tarımsal gıdaları alışageldikleri taze ceylan etinden daha lezzetli bulmayacakları açıktır.
Kuşkusuz bu evcilleştirme, o toplumun yerleşik kültürünün yönelimleri tarafından belirlenmişti. Birçok tarihöncesi toplulukta tarımın ve hayvancılığın ilahi güçler tarafından insanlara öğretildiği ve bu nimetlerden bolluk içinde yararlanmanın yine ilahi güçlerin izniyle olduğu inancı yerleşmiştir. Örneğin bereketli bir hasat için uygun yağış, tanrıların bir lütfüdür ve tanrılar bunun karşılığında insanlardan bir şeyler beklerler. Bazı toplumlarda bu karşılık kurban olabilmektedir.

Hipotezler
Toplulukların tarıma yönelmelerinde etkili olan faktörler hakkında farklı kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramların en bilinenleri:
  • Vaha Kuramı, ilk olarak Amerikalı coğrafyacı ve kâşif Raphael Pumpelly tarafından 1908 yılında ortaya atılmış, Gordon Childe tarafından ‘’Kendini Yaratan İnsan” çalışmasıyla genişletilmiş ve tanıtılmıştır. Atlantik’in ılıman enlemlerindeki alçak basınçlı hava döngülerinin kuzeye kayması nedeniyle iklimin kuraklaşması, insan topluluklarının vahalara ve yıl boyu kurumayan ırmak kıyılarına çekilmeye ve buradaki hayvanların insanlarla ister istemez daha yakın temas içinde olmaya zorlandıklarını savunmaktadır. Bu topluluklar diğer yandan bitki yetiştirmeyi de bu görece dar coğrafyada keşfettiler. Ancak bugün için bu teori arkeologlar arasında destek görmemektedir. Çünkü iklimsel veriler söz konusu dönemde bu bölgelerde kuraklık yerine tersine yağışlı bir iklim sürmekte olduğunu göstermektedir.
  • Çekirdek alan kuramı arkeolog Robert J. Braidwood tarafından 1948 yılında illeri sürülen bir kuramdır. Braidwood tarımın ilk kez Toros Dağları ve Zagros Dağları’nın tepelik yamaçlarında başladığını ileri sürmektedir. Braidwood’a göre insanların yaşam çevrelerindeki canlıları daha iyi tanımalarına yol açan bir kültürel gelişme ile tarıma geçmişlerdir.Bu bölgelerin Childe kuramının dayanağı tersine yağışlı bir iklime sahip olduğunu ve çok çeşitli bitki ve evcilleştirmeye uygun hayvan barındırdığını belirtmektedir.
  • Brian Hayden’in ortaya attığı bir kuram da bazı güçlerin debdebeli şölenlerle saygınlık arama çabaları olduğunu, bu şölenlere büyük miktarlarda yiyecek bulma gereğiyle tarımın keşfedildiğini ileri sürer.
  • Amerikalı coğrafyacı Carl O. Sauer tarafından ortaya atılan, Lewils Binford ve Kent Flannery tarafından geliştirilen Demografik kurama göre, belirli bir çevrede yerleşik bir topluluk, o çevrenin besleyebileceği kapasite sınırlarına kadar genişledi ve toplayabileceğinden daha fazla yiyeceğe gereksinim duydu. Ancak Saure bu durumun bir kıtlık hali olmadığını kabul etmektedir. Çünkü kıtlık içindeki bir topluluğun tarımı keşfedecek zamanı yoktur.
  • David Rindos tarafından geliştirilen amaçlı/evrimsel kuram, tarımı, bitkiler ve insanların evrimsel bir uyumu olarak görmektedir.Yabani bitki türlerinin toplanmasıyla bu bitkiler zaman içinde evcilleşmeye başladı. Belirli bir bölgedeki bu topluluk zamanla bölgedeki flora ve faunayı çok daha iyi tanır hale geldi ve bitki, insan ve hayvan arasında gelişen bir uyum ortaya çıktı. Rindos bunu, “ekolojik bir çerçeve içinde birlikte evrim geçirme” olarak tanımlıyor.
  • Peter Richerson, Robert Boyd ve Robert Bettinger, Holosen devirdekine (onbin yıl öncesinden günümüze) uygun şekilde giderek istikrarlı bir iklimde tarımın gelişmesini şemalaştırdılar.Ronald Wright’in toplumsal çöküşler üzerine verdiği bir dizi konferans, Gelişmenin Kısa Tarihi adında bir kitapta toplandı ve bu hipotez bilim çevrelerince ve kamuoyunca tanındı.
  • Avustralyalı tarihçi Andrew Moore, Neolitik Devrim şafağını Mezolitik Devir’in sonlarında yer alan uzun bir döneme dayandırmaktadır. “Neolitik Devrim’in Yeniden Değerlendirilmesi” adında bir kitap yazan Frank Hole, hayvanların ve bitkileri evcilleştirilmesi arasındaki ilişkileri çok daha uzağa yaymıştır. Hole, henüz bilinmeyen bölgelerde zamanın farklı dönemlerinde birbirinden bağımsız gelişmelerin ortaya çıkmış olabileceği fikrini ileri atmaktadır. Şam’ın 20 km. güneybatısındaki tarihöncesi bir yerleşim olan Ramad Höyüğü’da 8. Bin yıla kadar evcilleştirilmiş hayvan türlerinden (keçi, koyun, sığır ve domuz) bir kalıntı bulunmadığını fark etmiştir. Eriha’da emmer buğdayı ve arpa yetiştiriciliğiyle ilgili olarak Maria Hopf tarafından ileri sürülen bulguların ortaya koyduğu gibi en eski emmerle birlikte Asvad Höyüğü’nde bulunduğu ileri sürüldü. Hole’un vardığı sonuna göre, Fırat Nehri’nin batı bölgesindeki ve özellikle de Arap Yarımadası’nın en güney kıyılarında son buzul çağında yağmur sularının oluşturduğu kuru vadilerde yapılacak araştırmalar önemliydi.
  • Tarımın ortaya çıkışıyla ilgili en geniş kapsamlı kuram Charles Darwin’in kuramıdır. Darwin’in Evrim Teorisi çağdaş biyoloji ve antropoloji üzerinde derin etkiler yaratmıştır. Bu kuram, tarımın ortaya çıkışını bir buluş, ya da keşif olarak kabul etmektedir. Darwin’e göre avcı-toplayıcı topluluklar çevrelerinde yetişen bitkilerden yenebilecek olanları (pişirme ya da kaynatma gerektirse de) deneye yanıla öğrenmişlerdi. Bu bitkilerin tohumları konaklama yerleri civarına ister istemez saçıldı ve aslında oldukça iyi gübrelenmiş bu toprakta yeni filizler çıktı. Bir atık yığınına düşen bir meyve ağacı ya da buğday tohumunun orada yeşermesi, üstelik bunun defalarca ve defalarca gerçekleşmesi insanların bir süre sonra dikkatini çekecektir. Darwin’e göre tarıma geçiş, gözleme ve biraz da esine dayanan bir keşifti. Kuşkusuz burada kast edilen yerleşik düzendeki avcı-toplayıcı bir topluluktur. Darwin de, birçok bilim adamı gibi göçebelerin tarımı geliştiremeyeceği düşüncesindedir.

Genel çerçeve
Bütün bu ve benzeri hipotezler ışığında, tarıma geçişte genel bir çerçeve çizmek mümkündür. Pek çok bilim adamının üzerinde anlaştığı genel çerçeveyi (modeli) şu şekilde belirlemek olanaklıdır.
  • Bölgede, tarımı yapılabilir bitkilerin yaygın olması,
  • Elde edilen gıda maddelerinin hemen tüketilmeyecek depolanması, belirli bir döneme yayılarak tüketilmesi bağlamında “gecikmeli getiri” ekonomisini uygulayabilecek düzeyde bir sosyal organizasyonun sağlanmış olması,
  • Beslenme alışkanlıklarını değiştirmeye itecek bir gereksinimin ortaya çıkması.

Rus tarihçi Leonid Grinin, hangi bitki ya da bitkiler söz konusu olursa olsun tarımın daima özellikli doğal çevrelerde, örneğin Güneydoğu Asya’da, ortaya çıktığını belirtmektedir. Buna göre hububat tarımının Antik Mısır’da ya da Filistin’de başlamış olması gerektiği düşünülebilir. Grinin, bazı durumlarda kültür bitkilerinin ya da evcil hayvan kemiklerinin 14-15 bin yıl önceye tarihlenmesine karşınTarım Devrimi’nin günümüzden 9 ile 12 bin yıl önce başladığını belirtmektedir.
Günümüzden 12.900 yıl önce dış uzaydan bir ya da birden çok göktaşının dünyaya çarpması ile oluşan etkilerin gezegende son buzul çağını sona erdirdiği saptanmıştır. Bu çarpma büyük çapta kitlesel yokoluşa özellikle iri otçulların (megafauna) soyunun tükenmesine neden olmuştur. Buzul çağı sonrasında özellikle Akdeniz bölgesi kuşağında kurak bir yaz mevsiminin ortaya çıkmasıyla mevsimsel farklılıkların keskinleştiği biliniyor. Günümüzden yaklaşık 12 bin yıl önce başlayıp halen süren Holosen Dönem içinde, yaklaşık 10 bin yıl önce başlayan (6 bin yıl süren) Holosen İklimsel Optimumu olarak tanımlanan bir dönem yaşanmıştır. Bu dönem, yerküre genelinde görece daha sıcak bir dönemdir. Örneğin kuzey yarıkürede yazlar 2-4 derece daha sıcak, kışlar ise nispette daha soğuk olmuştur. Yakın Doğu’daki sonuç, kurak mevsimin uzaması ve şiddetlenmesiydi. Tüm bu iklimsel değişmelerle bugünkü Akdeniz İklimi’nin ortaya çıkmaya başlamıştı. Kuşkusuz bu Akdeniz İklimi, hem kuzey yarıkürede, hem de güney yarıkürede bir iklim kuşağı olarak ortaya çıkmıştır. Bu iklimsel durum bölgede bir “eşi görülmemiş kurak mevsim” olarak kendini göstermiştir. Sonuçta bu mevsimsel şartlara daha uyumlu tek yıllık bitki türleri evrimleşti. Bazı tek yıllık bitki türleri bölge faunasının başat bitki türü oldular.Bu evrimsel açılım, insanların yaşadığı çevrelerde ileride tarımı yapılabilecek olan bitkilerin ortaya çıkmasını ve yaygınlaşmasını sağlamaktadır.
Öte yandan bu mevsimsel değişme bölgedeki avcı-toplayıcı toplulukları fazlasıyla etkilemiş olmalıdır. Bir yandan megafaunanın ortadan kalkması, insan toplumları hayatta kalabilmek için daha çok bitkisel besine yönelmek zorunda bırakmıştır. Buzul çağının sona ermesiyle iri otçulların (megafauna) daha kuzey enlemlere çekilmesi avcıların av yöntemlerini değiştirip daha küçük avlar peşinde koşmalarına neden olmuştur.Küçük avlara yönelseler bile, avdan sağlanan etin giderek azalması ile karşı karşıya kalmışlardır. Mevsimsel değişmelerin avcı-toplayı toplulukları karşı karşıya bıraktığı diğer bir güçlük de kurak mevsimde toplayıcıların yeterli gıda maddesi bulmakta zorlanmalarıdır. Dolayısıyla buna olanak bulan toplulukların, gıda stoku yapmaya çalışması kaçınılmaz olmuştur. Yabani tahıl bu iş için uygundur. Ayrıca birçok meyve kurutularak saklanabildiği gibi et ve balık da kurutulabilir. Ancak göçebe ya da yarı göçebe bir topluluğun depolama olanağı da yoktur. Stoklanabilecek yiyecek ve bunun yöntemlerine ulaşan toplulukların yerleşik düzene geçtikleri düşünülmektedir.
Yerleşik düzene geçen bu topluluklar daha çok toplayıcılığa bel bağlıyorlardı. Çünkü, uzun ve kurak mevsim bitki örtüsünü zayıflattığı ölçüde bölgedeki avlanabilir otçulların popülasyonunu da daraltmıştı. Beslenme rejiminde yabani tahıl türleri giderek ağırlık kazandı ve “yabanıl tahıl devşiriciliği”, ana üretim biçimi haline geldi. Bu tahılların toplanması, depolanması sırasında etrafa saçılan tohumlarla bu türlerin yayılma alanı genişledi. Hatta kendi kulübelerinin girişinde dahi görülmeye başlandı. Sonuçta, çakmak taşından ustalıkla araç-gereç yağan, avcılık yöntemleri geliştiren bu insanların, tohumların bir sonraki mevsimde filizlendiğini gözlemlemesi neredeyse kaçınılmazdı.
Tarıma geçen toplulukların avcılık ve toplayıcılığı sürdürdüklerini gösteren kanıtlar vardır. Yeni bitki türleri tarıma alındıkça, tarım dışı üretim faaliyetleri olarak avcılık ve toplayıcılık giderek azalmıştır.
Yabanıl tahıl devşirme konusunda deneysel bir çalışma oldukça dikkat çekicidir. Amerikalı paleobotanikçi Jack Harlan, Güneydoğu Anadolu bölgesinde Amerikan ve Türk arkeologlarca sürdürülen çalışmalara katılmıştı. Harran Ovası’nda, Urfa’nın Bozova ilçesi Biris Mezarlığı’nda bir araştırma yapmıştır. Yabanıl tahıl devşiriciliğinin verimine yönelik bu çalışmada Harlan, ilkel bir devşirme orağıyla yabanıl tahıl biçmiştir. Bir saat içinde bir kilo tahıl elde edebilecek kadar hasat yapmıştır. Harlan’ın hesabına göre beş kişilik bir aile bir hasat döneminde (beş hafta kadar) bir sonraki hasada kadar yetecek miktarda tahıl devşirebilecektir. Üstelik yabanın tahıldaki protein oranı, evcil tahılın neredeyse iki katıdır.
Arkeolojik buluntularla ilgili bir sorun da, bir arkeolojik yerleşimde devşirme bıçaklarının, tahıl depolamakta kullanılan çukurlarının ve öğütme taşlarının bulunması o yerleşimde tarıma geçildiğinin kanıtı sayılmamaktadır. Tüm bunlar, o yerleşkedeki insanların pekala da yabanıl tahıl devşirdiğini ve elde ettikleri tohumları depoladıklarını gösterir. Tarım yapıldığının arkeolojik kanıtı, o yerleşkede evcilleşmiş tahıl morfolojisinin kanıtları bulmakla olabilir.

Bitki kültürlemesi
Tarımsal üretime başlayan toplumlar başlarda yabanıl tohumları kullanıyorlardı.Bir süre sonra tahılda daha büyük taneleri tohumluk olarak ayırmaya başladılar. Tarımı yapılan diğer bitkilerde de tercih edilenlerin hasadı yapıldı, diğerleri bırakıldı. Daha küçük tohumlu ya da beğenilmeyen / tercih edilmeyen bitkilerden tohumluk alınmadı. Tercih edilmeyen tohumlar bitki üzerinde kaldı ve bunların doğal olarak küçük bir bölümü bir sonraki yıl çimlenme fırsatı buldular. Öte yandan tercih edilen tohumlar depolandı ve bir sonraki hasat için ekildiler. Yapay seçilim olarak tanımlanan bu uygulama, insan toplulukları tarafından ekimi yapılan bitkilerin sonunda tümüyle tercih edilir bir tür olarak evrimleşmesine yol açtı. Sonuç olarak tarımı yapılan bitkilerin kültürlenmesi, bu bitkilerin benimsenerek tarımının sürekli yapılmasını sağladı. Sonuçta daha bol ve daha kolay hasat sağlandı, daha güvenle stoklanabildi. Sonuç, bu toplulukların daha bol ve istikrarlı besin kaynaklarına sahip olmalarıydı.
Bu durum özellikle tahıllarda daha büyük taneli ve kırılgan olmayan başak eksenine sahip türleri ortaya çıkardı. Daha iri taneli türlerin insan için sağladığı avantaj ortadadır. Kırılgan olmaya başak ekseni ise hasadın verimliğiyle doğrudan ilintilidir. Yabanıl tahıl türlerinde başak eksenleri kırılgandır ve hafif bir esintide bile taneler etrafa saçılır. Yabanıl tahıl devşirici insanlar bu başakları toplamadan önce zaten bir kısmı dökülmüş oluyordu. Dahası bir o kadarı da hasat sırasında ve taşınırken kaybediliyordu. Evcil türlerde ise kırılgan olmayan başak ekseni hasat öncesindeki kaybı önlediği gibi hasat sırasında tane kaynını da önler.
Birkaç bitki türü bu şekilde Tell Aswad gibi bazı insan yerleşimlerinde başarıyla geliştirilmiştir. Bu bitkilerden bazıları başarısız oldu ve bırakıldı. Bazıları tekrar ekime alındı. Sonuçta binlerce yıl boyunca başarılı türler geliştirildi ve dünyaya yayıldı. Örneğin çavdar Anadolu neolitik çağlarında ekimi yapılan fakat daha sonra bırakılan bir tahıldı. İlk tarımsal girişimlerden binlerce yıl sonra Avrupa’ya ulaştılar.[31]
Yabani mercimeğin üstesinden gelinmesi gereken bir sorunu vardır. Bu bitki tohumlardan çoğunun ilk yılda çimlenmemesi gibi farklı bir sorun oluşturmaktaydı. Onun ilk yıldaki bu durgunluğunu gidererek kültürlenmesiyle ilgili ilk kanıtlar, Kuzey Suriye’de Jerf el Ahmar’da bulunmuştur. Hemen ardından Netiv HaGdud’da görülmeye başlandı.

İncir, arpa ve büyük olasılıkla yulaf Ürdün Vadisi’nde yer alan Eriha’nın 16 km. kuzeyinde Gilgal’da kültürlendi. Özellikle incirin bu bölgede 11.400 yıl önce evcilleştirildiğini gösteren kanıtlar vardır. Buradaki neolitik yerleşimde 2006 yılında yapılan kazılarda çok büyük tahıl depolama yerleri bulunmuştur. Buluntular, günümüzden 11 bin yıl öncesine tarihlenmektedir. Gilgal’da bazı başka bitkilerin bir süre yetiştirildiğini fakat daha sonra bu türlerin ekiminden vaz geçildiğini biliniyor. Arkeologlar, bölgede yaşayan insanların geçim stratejilerinin, arpa ve yulafın yabanıl türleri ve meşe palamudu gibi bitkilere dayandığını düşünüyorlar.Bu türlerden bazıları daha sonra dünyanın başka bölgelerinde tarım amaçlı kullanıldılar.
İncir bir yana bırakılırsa ilk kültürlenen bitkilerin yabani tahıllar olduğu kabul ediliyor. Halen bugün tarımı yapılan diğer bitkilerin daha sonraki dönemlerde kültürlenmiş olması gerekir. Örneğin zeytin, ve asma, günümüzden 6 bin yıl önce kültürlenmiştir. Bugün tarımı yapılan tüm bitkiler bundan 4 bin yıl öncesinde artık insanlar tarafından üretilmekteydi.
Bu neolitik çiftçiler tarım tekniklerini geliştirdikçe giderek büyüyen bir ürün fazlası ortaya çıkmıştır. Topluluk, tüketeceğinin üstündeki bu ürün fazlasını depolamak durumuna gelmiştir. Çoğu avcı-toplayıcı topluluklar, göçer yaşan tarzları nedeniyle yiyecek saklama olanağına sahip değildir. Ancak yerleşik topluluklar, ürün fazlasını rahatlıkla depolayabilirler. Böylece tahıl ambarları yapıldı ve buralarda daha fazla dayanıklı gıda maddesi depolandı. Bu sayede tüketilebilir daha fazla gıda maddesi o topluluğun nüfusunun artmasına olanak vermiş, bu sayede belli alanlarda uzmanlaşan bir işgücü ve alet yapımı sağlanmıştır.
Tüm bu süreç tek bir toplulukta zaman içinde birbirini izleyen evreler olarak gelişmiş değildir. Farklı bölgelerdeki farklı insan topluluklarında, farklı yollardan gelişen bir süreçtir.
Arkeolojik kanıtlar yetersiz olmakla birlikte neolitik dönemde kadın erkek arasındaki işbölümü, erkeğin çoğunlukla avcılık, kadının ise toplayıcılık faaliyetlerine yönelmesi şeklindeydi. Bu durumu, çağımızdaki avcı-toplayıcı topluluklara bakarak söylemek mümkündür. Buna göre bitkilerin yaşam döngülerini gözlemlemek ve ilk tarımsal girişimlerde bulunmak yönünden kadınlar daha avantajlı görünmektedir. Yenilebilir bitki türlerini bulmak, seçmek ve daha sonra ekimini yapmak kadınlara daha yakın olmalıydı. Böyle olunca Neolitik Devrim’i kadınların bir devrimi sayma eğilimi vardır.
Bu ilk gözlemlerin ve ilk tarımsal faaliyetlerin hangi çerçevede ve ne tarzda geliştiği hakkında günümüze herhangi bir bulgunun kalmamış olması doğaldır. Ancak mantığa dayanan bazı görüşler ileri sürülmüştür. Örneğin, fazla gelen ya da tüketilmek istenilmeyen bitkilerin bir yana atılmasıyla burada yeni bitkilerin yetiştiği gözlemlenmiş olabilir. Yine de ilk tarımsal faaliyetlere girişmeyi bir çok etmenin şekillendirdiğini kabul etmek gerekir.

Asya
Güney Asya
Birkaç darı türünün ve çeltiğin Çin’de başta gelen kültürlenmiş bitkiler olduğu biliniyor. Kum darının Doğu Asya’da 10 bin yıl önce ekildiği saptanmıştır. Çeltiğin ilk kültürlendiği bölgenin Çin’in Yangzi Nehri Vadisi olduğu genel kabul görmektedir.Yangzi Nehri üzerindeki Dongting Gölü yakınlarında arkeolojik bir yerleşim olan Diaotonghuan’de çok sayıda yabanıl çeltik fitoliti bulunmuştur. Bu fitolitler günümüzden 11-12 bin yıl öncesine tarihlenmiştir. Yabanıl çeltik fitolitlerinin bulunması bölgede bu tarihlerde yabanıl çeltik devşiriciliğinin yaygın olduğunu, ama henüz tarımının yapılmadığını göstermektedir. Bölgede bulunan çeltik fitolitlerinin yapısı bir tabakada değişmektedir. Bu tabaka günümüzden 8-10 bin yıl öncesine tarihlenmekte olup bu tarihlerde çeltiğin kültürlenmiş olduğunu göstermektedir.Elde edilen tüm arkeolojik buluntular üzerinde 2011 yılında yapılan bir çalışma, çeltiğin kültürlendiği ilk bölgenin Yangzi Nehri Vadisi olduğunu göstermektedir.
Hindistan’da en eski çeltik kalıntıları günümüzden 8-9 bin yıl öncesine ait buluntulardır. Bununla birlikte kültürlenmiş çeltiğin İndus Vadisi Uygarlığı tarafından 2.500-3.000 bin yıl önce kullanıldığı genel kabul görmektedir.Buğday, arpa ve hünnap 11 bin yıl önce evcilleştirilmişti. Nisbeten kısa bir süre sonra koyun ve keçi evcilleştirildi. Aynı dönemde fil de evcilleştirilmişti.
Günümüz Pakistan sınırları içindeki Mehrgarh’da buğday, arpa, sığır, koyun ve keçi 10-8 bin yıl önce evcilleştirilmişti. Kaşmir’de tarımcı topluluklar bundan 7 bin yıl öncesinde yaygın duruma gelmişti.Pamuğun da bölgede 6-7 bin yıl önce yetiştirmeye başladığına ilişkin kanıtlar bulunmuştur.

Yakın Doğu
Yaygın tarım, bugün için elimizdeki bilgilere göre, bunu sağlayacak bir çok faktörün bir araya geldiği Bereketli Hilal genelinde gerçekleşmiştir. Akdeniz iklimi, uzun ve kurak bir mevsimi, görece kısa, fakat yağışlı mevsimiyle buğday ve arpa gibi küçük, ama büyük tohumlu bitkiler için uygun bir iklim ortamıdır. Bu iklim koşulları, hasadı ve ürünü saklamayı kolaylaştırdığı için tarım için çok uygun koşullar sağlamaktadır. Öte yandan kültürlenmiş bu gibi bitkilerin özellikle yüksek protein içermesi, geniş insan topluluklarını besleme olanağı vermektedir. Bereketli Hilal’de farklı coğrafi şekiller ve yükseltiler bulunmaktadır. Bu çeşitlilik, bölgedeki avcı-toplayıcı toplulukların tarıma geçişlerini ivmelendirmiştir. Benzer iklime sahip diğer bölgeler, kültürlenecek bitki türlerinin bölge faunasında yer almaması, coğrafi anlamda çeşitlilik göstermemesi nedenleriyle tarıma daha az elverişli görülmektedir.
Carl Sauer’in dayandığı varsayımlardan biri de bu konuya işaret etmektedir. Sauer, tarımın beşiğinin, bitki ve hayvan çeşitliliğinin olduğu bir bölgede aranması gerektiğini söyler. Böyle bir bölge, farlı topografik ve farlı iklimsel özellikler gösteren bir bölge olmalıdır. Ancak Sauer için tarımın en eski başlandığı bölge Güneydoğu Asya’dır. Sonuç olarak Sauer’in gösterdiği Bereketli Hilal değildir ama, söz konusu varsayımının bu bölgeyi de işaret ettiği görülebilir.

Bereketli Hilal’de sınırları daha belirgin bir bölge aranacaksa buna en yakın aday olarak Ürdün Vadisi görünmektedir. Taberiye Gölü kuzeyi ile Ölü Deniz güneyi arasında uzanan vadi, iki göl arasındaki Ürdün Nehri boyunca uzanır. Tarımın ana geçim kaynağı olma halinin buradan Bereketli Hilal’e yayılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bereketli Hilal’in özellikle güney kesimi son buz çağından Holosen’e kadar neredeyse kesintisiz olarak insan yerleşimlerini görülmüştür. Bu yerleşimlerden en dikkate değerler olanlarından biri, günümüzden 12.500 yıl önce başlayıp 10.500 yıl öncesine kadar yayılan Natufian Kültürü’dür. Natufian Kültürü “geleneksel olarak, başlangıç halindeki tarımsal ekonominin en yakın temsilcisi olarak kabul edilmektedir”.Önceleri yabanıl tahıl devşiren bir üretim biçimi sürdüren bu topluluklar tarıma geçişi sağladılar.Natufian yerleşimi olan Tell Abu Hureyra yakınlarındaki kazılarda, tarımsal faaliyetlerle ilgili en eski kanıtlar bulunmuştur. Bölgede yabani tahıl türlerinin, özellikle çavdar ekildiği saptanmıştır.

Bereketli Hilal’de erken tarıma geçmiş arkeolojik yerleşimlerden bazıları,
  • Jarmo.Günümüz Irak sınırları içinde, Zagros Dağları batı eteklerinde yer alan bu yerleşimde günümüzden 8.750 yıl öncesine tarihlenen buğday ve arpa tohumlarıyla keçi kemikleri bulunmuştur.
  • Alişar
  • Çatalhöyük
  • Çayönü. Avcılık-toplayıcılık durumunda yerleşik düzene geçen topluluklarca iskan edilmiş olup, günümüzden 8 bin yıl önce tarıma geçilen bir yerleşkedir.
  • Natuf. Filistin’de Natufian Kültürü’nün çekirdek yerleşimi.
  • Nativ Hagdud Ürdün Vadisi’nde, Eriha’nın 20 km. kuzeyi.
  • Tel Aswad Evcilleştirilmiş bir buğday türü olan emmer buğdayı tarımı yapıldığına dair, günümüzden 10.800 yıl öncesine tarihlenmiş kanıtlar bulunmuştur.
  • Eriha
  • Ain Mallaha
  • Tell Murebat Günümüz Suriye. Fırat yakınlarında bir yerleşim.
  • Hassuna Orta Mezopotamya’da, Dicle kıyısında Hassuna-Samarra Kültürü yerleşimi.
  • Shanidar
  • Kerimşar
  • Tepe Asiab

Yakındoğu’da evcilleştirilerek tarımı yapılan bitkiler, üç tür tahıl, dört tür bakliyat ve bir de ketendir. Tahılların ikisi yabanıl buğday türleri olan emmer ve einkorn olup üçüncü tür arpadır. Çavdar, Neolitik Dönem’de Yakın Doğu’da sadece Tell Abu Hureyra’da görülmekte olup yaygın tarımı yapılan bir bitki değildi. Bakliyatlar ise mercimek, bezelye, nohut ve günümüzde hayvan yemi olarak yetiştirilen burçaktı.

Afrika
Neolitik Devrim, sadece Bereketli Hilal’de değil, dünyanın farklı bölgelerinde birbirinden bağımsız ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Afrika anakarasında tarımın birbirinden etkilenmeksizin geliştiği üç bölge tespit edilmiştir. Bunlar Etiyopya-Eritre yükseltileri, Sahel Kuşağı ve Batı Afrika’dır. Nil Vadisi de çok eski tarihlerden itibaren insan yerleşimlerine konu olmuştur.

En ünlü kültürleme bitkisi Etiyopya’nın yüksek kesimlerinde yetiştirilen kahvedir. Ayrıca gat, sorgum bir cins muz olan ensete, diğer bazı yerel bitkiler ile bir tür darı, Etiyopya dağlıklarında kültürlenmiştir. Batı Afrika’da kültürlenmiş bazı bitkiler, Afrika pirinci ve yağ palmiyesidir. Afrika’da kültürlenen bir dizi bitki, izleyen bin yıl içinde dünyanın başka bölgelerine yayılmış ve yetiştirilmeye başlanmıştır.
Nubiya’nın kuzey kesiminde, Nil kıyılarında gelişen Qadan Kültürü ve Sebilian Kültürü yerleşimlerinde çok sayıda tahıl öğütme taşı bulunmuştur. Ayrıca kültürlenmiş bitkilerle beslenmeye dayalı bir toplumun günümüzden 7 bin yıl önce bu yerleşimlerde yaşadığı yönünde kanıtlar vardır.
Eski Dünya’da Geç Paleolitik toplulukların çoğunun, sürücülük, avcı-toplayıcılık ve tarım arasında kararsız durumda bulunduklarını, edinilmiş bilgi ve deneyimin verdiği güvenle rahatlıkla söyleyebiliriz. Orta Doğu’dan farklı olarak bu kanıtlar, Kuzey Afrika’da Neolitik Devrim şafağının “sahte şafak” olduğunu göstermektedir. Çünkü tarıma yönelen bu yerleşimlerden bazıları daha sonraları tarımı ya da yabanıl tahıl devşiriciliğini terk edilmiştir. Örneğin Qadan Kültürü orak ve öğütme taşları kullanıyordu, fakat bu aletlerin 12 bin yıl öncesinden sonra kullanıldığına dair hiçbir bulgu yoktur. Bu durum Sahra Çölü’ndeki kuraklaşmayla açıklanmaktadır.
Dolayısıyla Kuzey Afrika’da yerleşik çiftçilik günümüzden 6.500 yıl öncesine kadar geri itilmiştir. Tarımsal düzene geçen Tasian Kültürü ve Badari Kültürü buna örnektir. Yukarı Nil’de yeleşik Badari Kültürü, Neolitik Devrim konusunda bölgedeki en eski bulguları sağlamaktadır. Bu insanların günümüzden 6.000-6.400 yıl önce buğday, arpa ve mercimek tarımı yaptıkları anlaşılmaktadır. Fakat bu tarih, muhtemelen 7 bin yıl öncesine uzanmış olmalıdır.
Güney Asya’da (çok büyük olasılıkla Papua Yeni Gine’de) ilk kültürlenen bitkilerden olan İki farklı muz türü Afrika’da 5 bin yıl önce yetiştirilmeye başlanmıştır. Gölevez ve yam Afrika’da da yetiştirildi.

Amerika
Meksika’nın güneyinde Oaxaca Vadisi’ndeki 10 bin yıl öncesinde kullanılan bir mağarada, mısır polen parçaları, su kabağı, sakız kabağı bulunmuştur. Bu buluntuların günümüzden 10 bin – 8 bin yıl öncesine dayandığı saptanmıştır. Ancak bu mağaradaki insanlar avcı-toplayıcıydılar. Tarıma dayalı yerleşik düzene geçişleri yaklaşık 4 bin yıl öncesine dayanmaktadır.
Amerika Kıtası’nda Mısır, fasulye ve Kabak, Orta Amerika’da en eski tarihlerde kültürlenmiş bitkilerdendir. İlk evcilleştirilen bitki olan mısır türlerine ilişkin kanıtlar, Meksika’nın Balsas Nehri vadisinde bulunmuş olup yaklaşık 8,7 bin yıl önceki tarihlere dayanmaktadır. Mısır tarımı bu bölgeden 4.600 yıl öncesinde Panama’ya, 4.600 yıl öncesinde ise Uruguay’a ulaşmıştır.Balkabağı, acı biber, avokado yaklaşık olarak 6.900 – 5.500 yı öncesinde kesin olarak yetiştirilen bitkilerdi. Patates ve manyok Güney Amerika’da kültürlendi. Patates günümüzden 7-10 bin yıl önce Peru’nun güney bölgesinde kültürlenmiştir.Ayçiçeği de yaklaşık olarak 4.500 yıl önce ekimi yapılmaya başlanan bir bitkidir.

Hayvanların evcilleştirilmesi
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki pek çok bilim adamı, bitki kültürlenmesinin hayvanların evcilleştirilmesinden önce gerçekleştiği konusunda hemfikirdirler.Bu bağlamda hayvanların evcilleştirilmesi, tarıma dayalı bir yaşam tarzının ikincil bir gelişmesi olarak görülmelidir.Bununla birlikte bu konuda yer ve zaman saptamak çok zordur. Bitkiler konusunda, kültürlenmiş bitkilere ilişkin kanıtların bulunması yeterlidir, ancak hayvanlar için böyle bir durum söz konusu değildir.
Hayvanların ne şekilde evcilleştirildiği konusu da akademik çevrelerde tartışıla gelmiştir. Bu konuda ilginç bir yaklaşım Eduard Hahn tarafından ortaya atılmıştır. Hahn, hayvanlardan bir avcının tarzı dışında yararlanmanın, örneğin süt ve işgücü gibi, evcilleştirilmeden önce bilinemeyeceğini fark etti. Ohalde hayvanlar, yararları için evcilleştirilmiş olamazdı. Hahn, insan topluluklarının hayvanları evcilleştirmesindeki güdünün dinsel inançlardan geldiğini ileri sürmüştür. Birçok antik uygarlıktan, mağara resimlerinden ve bugün de izleri görülen inanç uygulamalarından söz ederek, hayvanların önceleri kurban olarak kullanılmaya başlandığını ileri sürmektedir. Bu yaklaşıma göre bazı hayvanlar kurban edilmek üzere canlı ele geçirilmiş, bunlardan bazıları kurban edilmekten vazgeçilerek beslenmiştir.
Öte yandan öldürülen anasının yanından ayrılmayan bir yavrunun daha sonra öldürülüp yenilmek üzere kampa canlı götürülmesi ve beslenmeye devam edilmesi de, insanlığın o çok uzun avcılık-toplayıcılık döneminde pek çok kez yenilendiğini düşünmek mümkündür.
Avcı-toplayıcılıktan tarımcı yerleşik yaşama geçince yakalanan hayvanları bir süre de olsa elde tutmak daha yararlı görünmüş olmalı. Daha sonra bu hayvanlar sürekli el altında tutulmaya gidildi. Her ne kadar göçebe-sürücü topluluklar da hayvanları sürekli kontrolleri altında tutuyorlarsa da, yerleşik çiftçi toplumların hayvanlarla ilişkisi belli bir ölçüde farklı olmuştur. Hayvanların cüssesi, davranış biçimleri, beslenme ve çiftleşme tarzları ile yaşam süreleri, evcilleştirme çabalarında ve başarıda etkili faktörlerdir. İnek, keçi ve koyun gibi hayvanlardan sağlanan süt, insanlar için önemli bir protein kaynağı oldu ve bu yüzden bu hayvanlar oldukça değerliydi. Öte yandan hayvanların, toprağı sürmek ya da çeki hayvanı olarak işgücünden ve etinden yararlanmak da dikkate alınmalıdır. Bazı hayvanlar ise etin yanı sıra deri, post gübre ve yün sağlıyorlardı.
İlk evcilleştirilen hayvanlar, koyun, keçi, inek, domuz ve 15 bin yıl öncesine kadar giden köpekti. Ancak köpek (canis lupus familiaris) evcilleştirilmiş bir tür değildir. Evcilleştirilen tür kurttur.(canis lupus) Ayrıca kurt evcilleştirilmemiş evcilleşmiştir. İnsan kampları çevresinde kalıp avdan, insanların yemediği parçalarla (kemik, deri vs.) beslenme alışkanlığı edinen köpeğin ataları, kuşaklar sonra insanlarla birlikte yaşamaya alışmış olmalıdırlar. Ancak belirtmek gerekir ki, köpeğin insan topluluklarına katılması Neolitik Devir’de değil, Mezolitik Devir’de gerçekleşmiştir, dolayısıyla Neolitik Devrim kavramı dışında kalmaktadır.Koyun, keçi ve domuzun Yakın Doğu’da günümüzden 10.500 ile 9 bin yıl önce evcilleştirildiği söylenebilir. Yabani koyun (Ovis gmelini) ve sığır kendilerini daha iyi savundukları ve hızlı olduklarından daha geç tarihlerde, 8.500 yıl önce evcilleştirildi.

Orta Doğu’da hayvanların evcilleştirilmesi
Orta Doğu’da keçi ve domuz gibi birçok hayvan evcilleştirilmiştir. Bu bölge ayrıca hecin devesinin ilk evcilleştirildiği bölgedir. Bu hayvanların bölgede bulunması, buradaki insan toplulukları için, kültürel ve ekonomik gelişmede büyük bir avantaj sağlamıştır. Orta Doğu’nun iklimi giderek kuraklarken birçok yerleşik çiftçi, hayvanlarını da yanlarına alarak yerleşik düzeni, dolayısıyla çiftçiliği terk edip göçebe-sürücü yaşam tarzına geçmek zorunda kaldılar. Orta Doğu’dan başlayan bu kitlesel göç, daha sonra bu hayvanların Eski Dünya’nın diğer bölgelerine yayılmasını sağlamıştır. Orta Doğu’dan çıkan bu göçler esas olarak, doğu – batı ekseninde, benzer iklim şartlarının hakim olduğu topraklara yayılmıştır. Bu topluluklar sonuçta yine tarım için uygun olmayan bölgelere ulaştılar ve yerleşik yaşam tarzına dönemediler. Örneğin buğday tropik iklimde yetişmez. Yine muz da tropik bir bitki olması dolayısıyla daha soğuk iklimlerde ürün vermez. Jared Diamond, bu doğu – batı ekseninin, bitki ve hayvan evcileştirmesinin Bereketli Hilal’den Eski Dünya’nın diğer bölgelerine ve Kuzey Afrika’ya çok hızlı yayılmasının temel nedeni olduğunu varsaymaktadır. Öte yandan Afrika’nın kuzey – güney ekseninde, örneğin Akdeniz iklimine sahip Güney Afrika’ya ulaşmadı.
Afrika Zebunu ayrı bir sığır türü olarak, Bereketli Hilal’de evcilleştirilen cinslere oranla sıcak iklimlere çok daha iyi uyum sağlamaktadır. Bu özelliğiyle Tropik Afrika için başarılı bir türdür. Kuzey ve Güney Amerika da benzer şekilde bir tropik kuşakla ayrılmıştır. Bu durum Güney Amerika’ya özgü bir tür olan lamaların daha kuzeye yayılmasını önlemiştir.

Sonuçlar
Ekonomi tarihinde uzun dönemde ekonomik büyümeye zemin hazırlayacak ölçüde köklü değişimler yaratan, bu bağlamda devrim olarak nitelendirilebilecek iki olay vardır. Bunlardan ilki Neolitik Devrim, diğer ise binlerce yıl sonra gerçekleşen Sanayi Devrimidir. Neolitik Devrim, dünyasındaki insan nüfusunun çok büyük bir kısmını, zaman içinde avcılık-toplayıcılıktan koparıp tarımcı - hayvan yetiştiricisi topluluklar haline getirirken Sanayi Devrimi, çeşitli toplumlardaki tarımcı nüfusun büyük bir kısmını tarımdan ve hayvancılıktan koparıp sanayi ve hizmetler sektörlerinde üretim yapar hale getirmiştir.Neolitik Devrim nasıl birkaç bölgede ortaya çıkıp dünyanın bütününe yayıldıysa Sanayi Devrimi de Batı Avrupa'da ortaya çıkmış ve aynı şekilde dünyanın bütününe yayılmıştır. Her iki devrimsel olayın ilk elde gözlemlenen en belirgin etkisi yeryüzündeki insan popülasyonunun ortaya serdiği "patlama"dır. Neolitik Devrim'den önce dünya nüfusunun 5-10 milyon olduğu tahmin edilmekte ve en fazla 20 milyona ulaşabileceği hesaplanmaktadır. Neolitik Devrim'den Sanayi Devrimi'ne kadar geçen 10-12 binyıllık süre sonunda dünya nüfusu 750 milyon civarına ulaşmış, Sanayi Devrimi'nden sonra günümüzde kabaca 7,5 milyara çıkmıştır.Neolitik Devrim'in dünyada yarattığı değişimler ana başlıklar halinde şu şekilde sıralanabilir:
  • Nüfus artışı ve yayılma. Nüfus artışının yanı sıra insan toplumlarının yeryüzündeki yayılma alanı genişlemiştir. Bu genişleme tarım yapmaya uygun bölgeler ve tarım yapma olanakları olmadığı halde sürücü-göçebe yaşama olanak sağlayan bölgelere yayılma şeklinde olmuştur. İnsanlar, dünyanın avcılık ve toplayıcılıkla bile yaşayamayacağı bölgelere kadar yayılıp tarım yaparak ya da sürü hayvanlarını güderek yayılmışlardır.
  • Dünya nüfusu giderek göçebe avcılık-toplayıcılıktan yerleşik yaşama, tarımcı toplumlara dönüşmüştür.
  • Bir siyasal organizasyon olarak devlet cihazı ortaya çıktı. Farklı siyasi yapılanışlar gösteren bu devletlerle birlikte devletlerarası, savaşa varan çatışmalar, siyasi istikrarsızlıklar, iktidar mücadeleleri icat edildi.
  • Teknoloji yönünden büyük gelişmeler yaşandı, demir ve çelik teknolojileri geliştirildi.
  • Ticaret gerçek biçimde ortaya çıkarak, iniş çıkışlar göstermesine karşın sürekli gelişti. Bölgeler arası, uzun mesafeli ticaret, pazar mekanizmaları kendilerine yer buldular. Ticaret, giderek kaynakların dağıtımında ana mekanizmalardan biri haline geldi.
  • Yerleşik düzene geçilmesiyle ortaya çıkan köyler, kasabalar ve daha sonra da kentler olarak büyüdüler.
  • Çeşitli ekonomik organizasyon modelleri ortaya konuldu. Bu modeller, piyasaların, giderek tüm ekonominin fiyat mekanizmasıyla düzenlendiği modellerden, saray ekonomisi gibi yeniden dağıtımcı modellere kadar geniş bir spektrumda ortaya çıkmıştır.

Sosyal değişim
Sıklıkla Neolitik Devrim’in insan topluluklarına besin bulma konusunda büyük bir esneklik sağladığı ileri sürülmektedir. Bununla birlikte neolitik insanın beslenme rejimiyle ilgili bulgulara göre beslenme durumları, avcı-toplayıcı toplumlarınkinden daha iyi değildi. Özellikle hastalıklar nedeniyle ortalama yaşam süresi daha kısaydı. Beslenme kalitesiyle ilgili diğer bir gösterge ise ortalama boydur. Ortalama boy çifti topluluklarda erkeklerde 1.78 cm.den 1.68 cm.ye, kadınlarda ise 1.65 cm.den 1.55 cm.ye düşmüştür. Çiftçi toplumlardaki boy kısalmasının Neolitik Devrim öncesindeki ölçüye yeniden çıkması 20. Yüzyılda ancak gerçekleşebildi.Tahıl ağırlıklı beslenmenin bu toplumlarda boy ve yaşam süresinin kısalması yanında çocuk ölümlerini, enfeksiyon hastalıklarını ve çeşitli kronik hastalıları artırdığı ileri sürülmektedir.
Tarımcı toplumlara geçiş tarımsal gıda üretim fazlalığıyla daha yoğun ve daha geniş toplulukların oluşmasını sağlarken toplumsal işbölümünün yeni ortaya çıkan dallarında uzmanlaşma sağlamıştır. Daha kalabalık ve daha geniş topluluklar ise politik erkin yapısını ve işleyişini değiştirecek yönde bir gelişme süreci yarattı. Gıda maddesi fazlası, tarımdaki çalışmaya katılmayan, ticaret ve zanaatla uğraşan varlıklı bir seçkin sınıfın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu varlıklı sınıf, çeşitli yollarla karar mekanizmalarını ele geçirdi ve kendi toplumlarına politik yönden hakim oldular. Tarıma dayalı yerleşik topluluklar başta küçük köy toplulukları şeklindeyken tarım ve hayvancılıktaki tekniklerin gelişmesiyle daha geniş çaplı toplumsal ve ekonomik birimlere dönüştüler. Bu sürecin ilerleyen aşamalarında ise artan nüfusun yarattığı baskı, üretim tekniklerini geliştirmeyi zorlamıştır. Mezopotamya'da Fırat ve Dicle ırmaklarının yıl içinde ve yıldan yıla düzensiz debileri, daha gelişkin sosyal organizasyonlara ihtiyaç gösterdi ve bu bölgedeki neolitik köy birimlerinin MÖ 5 binlerden itibaren kent devletleri halinde toplanmasına yol açmıştır. Öte yandan bu yerleşik toplumları, onların varlıklarını yağmalamak isteyen göçebe-sürücü topluluklara karşı korumak amacıyla aşağı yukarı düzenli bir askeri güç oluşturmak gerekmiştir. Bu askeri güç, aynı zamanda merkezi otoritenin gücünü de pekiştirmiştir.Kısacası, bugün içinde yaşadığımız ve etkisi altında olduğumuz birçok toplumsal yapı, aile, hukuk düzeni, mülkiyet ve benzeri toplumsal, askeri, idari kurumun temelleri bu tarıma geçiş sürecinde atılmıştır.

Sonraki devrimsel gelişmeler
Sınırları aşağı yukarı belirli bir bölgede yaşamak, kişisel eşya edinmeyi olanaklı hale getiriyordu. Böylece kıtlık zamanları için yiyecek stoklayabildiler ve bu stokları kıtlık gerçekleşmediğinde ise diğer toplumlarla ticarette değerlendirebildiler. Gıda tedarikinin sürdürülmesi güven altına alındıktan ve ticaret başladıktan sonra toplumların nüfusu artmaya başladı. Bunun dolaylı sonucunda toplumda yaşayan bireyler, gıda üretimi ve zanaat olarak ayrıldılar. Gıda üretiminde çalışan kesim, zanaatlarda çalışan, bu yüzden gıda maddesi üretmeyen kesimin ihtiyacını da karşılayabiliryordu. Tarım teknoloji ve uygulamalarındaki gelişme buna olanak sağlamıştı. Toplumdaki bazı bireylerin tam zamanlı olarak zanaatkarlık yapabilmesi, ihtiyaçları olan gıda maddelerinin diğer bireyler tarafından üretiliyor olmasına bağlıydı, onlar zanaatlarla uğraşırken gıda ihtiyaçlarını başkaları sağlayacaktı. Zanaatkarların varlığı ise zamanla teknolojinin ve metal silahların geliştirilmesine olanak sağlamıştır. Bu tür görece karmaşık bir toplulukta, toplumsal yaşamın daha düzenli işleyebilmesi için bir dizi sosyal düzenleme gerekecektir. Bu gereklilik başlarda dinle sağlandı. Öte yandan meslekten askerlerden oluşan bir askeri güç de oluşturuldu. Bir başka gelişme de bu tür toplumlarda özel mülkiyetin tüm bireyle açısından giderek önem kazanmasıydı.

İkincil ürünler devrimi
İngiliz arkeolog Andrew Sherratt’a göre Neolitik Devrim’i, ikincil ürünler devrimi olarak tanımladığı süreç izlemiştir. Sherratt’a göre ikincil ürünler devrimi, Eski Dünya tarımıyla eşzamanlı, yaygın ve geniş bir dizi yeni uygulamayı ifade etmektedir. Evcil hayvanlardan yararlanma biçimi, başlarda esas itibariyle et üretimiyle sınırlıydı.Daha sonra bunun yanı sıra “ikincil ürünler”den de yararlanma yolları bulundu. Bu ikincil ürünler süt, yün, post, deri ve işgücü olarak ifade ediliyor. Hayvanların işgücünden yararlanmak özellikle önemliydi çünkü taşımacılık da, tarla sürmekte kullanmak da toplumlarda, devrimsel nitelikte sosyal ve ekonomik dönüşümlere yol açmıştır. Hayvanların, yararlı başka türlü kullanımlarının olduğu zaman içinde fark edildi ve işte bu keşifler İkincil Ürün Devrimini ortaya çıkardı. Bu kullanım tarzları:
  • evcilleştirilmemiş hayvanlardan post ve deri
  • tüm evcilleştirilmiş hayvanlardan tarımsal topraklar için gübre
  • koyun, lama, tiftik keçisi ve alpaka’dan yün
  • keçi, sığır, yak öküzü, koyun, at ve deveden süt
  • öküz, zebu, Asya yaban eşeği, eşek, at, deve ve köpek’ten çeki hayvanı
  • koruma ve sürü gütmekte köpek
Sherratt’a göre tarımsal üretimin bu aşamasında hayvanların işgücünden yararlanmak, insan toplumlarında tarımı güçlendirilmiş ve istikrarlı bir şekilde sürdürebilme ve işlenmesi güç topraklarda tarım yapabilme olanağı verdi. Ancak, hayvanlardan çeki hayvanı olarak yararlanmak, Bronz Çağı başlarına kadar (5.500 – 6.000 yıl öncesi) tekerleğin ve pulluğun yaygın kullanımı olmadığı için çok sınırlıydı. Yine de arktik ve subarktik Avrasya’da evcilleştirilen ren geyiği kızak çekmede kullanılagelmiştir.
Diğer yandan hayvanlardan bu ikincil ürünlerde yararlanma yarı kurak ve çöllere komşu bölgelerde göçebe hayvancılık yapabilmeyi sağladı. Bu yaşam şekli çoğu kez her iki deve türünün (tek hörgüçlü, çift hörgüçlü) evcilleştirilmesiyle sağlandı. Ancak bu bölgelere yığılan insan toplulukları, aşırı otlatma ve özellikle de keçilerin verdiği zararlarla, çöl alanlarının genişlemesine katkıda bulunmuşlardır.

Göçebe – yerleşik farklılaşması
Zamanla tarıma dayalı üretim biçimi, dünyanın büyük bir bölümüne yayılarak genel bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Bununla birlikte yarı kurak bölgelerde göçebe-sürücü topluluklar varlıklarını sürdürdüler. Bu bölgeler arasında Kuzey Afrika, Orta Asya, Arap Yarımadası Güney ve Doğu Afrika’nın ve Sudan’ın kurak bölgeleri sayılabilir. Diğer yandan Kuzey Amerika’da yarı kurak olmayan bölgelerde de, sürü hayvanının olmamasına bağlı olarak göçebe avcı-toplayıcı gruplar var olmaya devam etti. Bu topluluklar, yaşam koşullarının getirdiği sert ve güçlü, savaşçı yapılarıyla güçlü krallıklar, hatta imparatorluklar kurdular. Yerleşik tarımcı toplumlara zaman zaman giriştikleri akınlar, bu topluluklara dayalı krallıkları, imparatorlukları yıkıma uğrattı.

Hastalıklar
Yerleşik çiftçi topluluklarda, avcı-toplayıcı topluluklardan daha fazla hastalık görülmüş ve daha hızlı yayılmıştır. Neolitik Devir boyunca hastalıkların ve hastalıktan ileri gelen ölümlerin yaygınlığı, tıp konusundaki bilgi birikiminin yetersizliği ve hayvanlarla iç içe yaşamakla açıklanabilir. Bazı hastalıklar bu dönemde hayvanlardan insanlara geçmiş ve insan toplulukları içinde hızla yayılmıştır. Hayvanlardan insanlara geçen hastalıklardan bazıları grip, çiçek ve kızamıktır.Bir dizi doğal ayıklama süreciyle toplumlar bu hastalıklara karşı bağışıklık geliştirmişlerdir. Her bir kuşakta bağışıklık geliştirebilmiş olan bireyler daha fazla hayatta kalma şansına sahiptiler ve bağışıklığı içeren genlerini bir sonraki kuşağa aktarabildiler. Onbin yıl boyunca hayvanlarla iç içe yaşıyan Eski Dünya halkları, dünyanın diğer bölgelerindeki, örneğin Amerika Kıtası ve Avustralya Kıtası’ndaki insanlarla karşılaştırıldıkları döneme kadar bu hastalıklara dayanıklı hale gelmişlerdi. Öte yandan diğer kıtalardaki toplumlarda bu hastalıklara karşı bir bağışıklık gelişmemişti.Örneğin Avrupalılarla temas sonucu Karayipler ve birkaç Pasifik Adası nüfusunun büyük kısmı bu hastalıklar nedeniyle yok olmuştur. Amerika Kıtası’nda ise belirli bölgelerde yerli nüfusun % 90’ı, Avrupa’dan taşınan bulaşıcı hastalıklardan kırılmıştır. Yerlilerin uğradığı bu felaket, insanlık tarihindeki en büyük yıkımdı. Hatta, Orta çağ Avrupası’nda yaşanan ve ‘’Kara Ölüm’’ olarak da bilinen Büyük Veba Salgını’ndan bile büyük bir yıkıma yol açmıştır.Örneğin İnka İmparatorluğu gibi bazı kültürler, lamaları evcilleştirmişlerdi ancak hem sütünü içmediler hem de çok yakın temas içinde olmadılar. Bu yüzden bu hayvanlardan hastalık kapma riskleri çok azdı.
Salgın hastalıklar Afrika’da ve Hindistan’da İngiliz sömürgeleri yerleştikten sonra artış göstermiştir. Öte yandan bu bölgelerdeki salgın hastalıklara karşı Avrupalılar’ın doğal bir bağışıklığı yoktu. Hindistan’da tarım Neolitik Çağ içinde, geniş bir alanda hayvan evcilleştirmesiyle birlikte gelişim göstermiştir. Sömürge yönetimi sırasında, 1865-1949 yıllar arasında 23 milyon insanın kolera’dan öldüğü tahmin edilmektedir. Ayrıca milyonlarca insan, veba, sıtma, grip ve tüberküloz gibi hastalıklardan öldü. Afrika’da sıtma ve uyku hastalığı da dahil olmak üzere bazı salgın hastalıklar, Avrupa sömürgeciği ile yayılmıştır.

Teknoloji
Avrupalılar ve Doğu Asyalılar, coğrafi avantajlarından yararlanarak Neolitik Devrim’de öncü olmuşlardır. Bir yandan tarım toplumlarını oluşturmak için son derece elverişli bir ılıman iklime dayanıyorlardı, hem de kolayca evcilleştirilebilen bir dizi bitki ve hayvan, bu kıtalarda evrimleşmişti. Ayrıca bu her iki bölgedeki topluluklar, Avrasya kıtasının merkezi kesimlerindeki diğer halklara göre dış saldırılar karşısında daha güvendeydiler. Tarımın ve yerleşik yaşam tarzının sağladığı olanaklardan ve tarıma başlamış diğer topluluklarla temaslarından yararlanan Avrupa ve Doğu Asya toplumları, sonuçta çelik kılıçları ve ateşli silahları geliştirebildiler. Diğer yandan hayvanlarla yakın temastaki yaşamları sayesinde bazı hastalıklara karşı bağışıklık geliştirebildiler.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
In science we trust.
ölmez fenerli - avatarı
ölmez fenerli
Ziyaretçi
23 Aralık 2012       Mesaj #3
ölmez fenerli - avatarı
Ziyaretçi
Tarım devrimi

1-) Dünyaya yön veren iki devrimden ilkidir. m.ö. 3000 dolaylarında, bugünkü ırak topraklarına denk gelen bölgede meydana gelmiştir. bu devrim sonrası şehirler oluşmaya başlamış; insanlık avcı-toplayıcı kimliğini bırakıp yerleşik hayata geçmeye başlamıştır.
2-) İnsanlık tarihinin ilk devrimidir.
her devrimde olduğu gibi, tarım devrimi de süregelen bir gidişatı değiştirmiş ve o aşamaya kadar daha önce meydana gelmemiş gelişmelerin gerçekleşmesine sebep olmuştur.
tarım devrimine kadar toplumsallaşmaya yönelik herhangi bir hareket gözlenmez iken devrim sonrası yerleşik hayata geçilmesi sebebiyle ilk toplumsal yaşam şekilleri belirmiştir. kadın ve erkeğin yaşam içinde üstlendikleri görevler üzerinden ilk toplumsal rol kavramı oluşmuştur. bunu gelenekler, dönemin dini inanışları ve dillerin oluşumu takip etmiştir. ayrıca ilk kez mülkiyet kavramı ortaya çıkmıştır.
3-) bu devrimle alakalı olarak;

gordon childe, tarım devrimini coğrafi ve çevresel değişikliklerin insanın topraktan etkin yararlanmasını zorunlu kıldığı için tarımsal faaliyetlerin ortaya çıktığını;

robert j. braidwood ise insanların gelişmesini ivmelendiren çekirdek bir alanda, evcilleştirimeye ce yetiştirilmeye hazır çok sayıda bitkinin bulunmasını insanoğlunu yavaş yavaş öğrenerek tarımsal teknikleri geliştirip bu devrimi yaptığını;

lewis r. binford ise artan nüfusun tarımsal devrime götüren sürecin en etkin nedeni olduğunu savunmuş.


Benzer Konular

9 Nisan 2013 / Misafir Tarih
9 Haziran 2012 / Misafir Ziraat
19 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
20 Nisan 2009 / ThinkerBeLL Tarih