Tarım Devrimi
MsXLabs.org & Temel Britannica
Eskiçağlardan beri tarımsal gelişmenin önündeki en büyük engel, sürekli ekilen tarlalarda bitkiler için gerekli besinlerin tükenmesi ve verimin düşmesiydi. Bunu önlemek için insanlar hayvan dışkılarını gübre olarak kullanmak, toprağı nadasa bırakmak ve yıldan yıla değişik bitkiler ekmek gibi üç temel yöntem kullandılar. Bu yöntemlerin en iyisi toprağı gübrelemekti; ama ortaçağda, kışın beslemek zor olduğundan çiftçiler sınırlı sayıda hayvan yetiştirirlerdi. Bu nedenle hayvan gübresi kullanmanın yanı sıra iki ya da üç yılda bir toprak nadasa bırakılırdı. 18. yüzyılda İngiltere'de tarım alanında bir devrim yaşandı. Şalgam ve üçgül ekiminin başlamasıyla toprağı nadasa bırakma zorunluluğu ortadan kalktı. Şalgam hayvanlara bol kışlık yem sağladı. Hem daha çok hayvan beslenebildi, hem de et ve süt verimi arttı. Ayrıca hayvan sayısının artmasıyla tahıl üretimi için daha fazla gübre elde edildi. Bir başka önemli gelişme de İngiltere'de, Norfolk'ta iki büyük çiftlik sahibi olan Vikont Charles Townshend ile Thomas William Coke'un geliştirdiği dörtlü ekim nöbeti oldu. Bu yöntemle tarla nadasa bırakılmaksızın buğday, şalgam, arpa ve üçgül art arda ekilebildi. Sonuncu olarak ekilen üçgül hem toprağa azot katar, hem de koyun ve sığırlara yem olurdu. Ayrıca, üçgül tarlalarında otlayan hayvanların dışkıları da toprağa gübre sağlardı. Böylece ertesi yıl aynı topraktan iyi buğday elde edilirdi. Bu yöntem, 100 yıl içinde İngiltere'de ve Avrupa'nın bir bölümünde yaygınlaştı. Aynı dönemde, daha iyi bakılan hayvanların arasından niteliği en yüksek olanları seçmek ve ayırmak kolaylaştı. Böylece 19. yüzyılın başlarına gelindiğinde koyun, sığır ve domuzların en nitelikli et ve yün veren cinsleri üretilmişti. Townshend ve Coke hayvan cinslerinin geliştirilmesine de öncülük ettiler. Ayrıca Norfolk'un kumlu toprağına kil ve tebeşir ekleyerek tarlaların verimini yükselttiler. Avrupa'da ise bu gelişmeler oldukça yavaş ilerledi. Fransa'da küçük çiftçiler geleneksel yöntemlerinden vazgeçmedi. Almanya'da da Doğu Prusya dışında durum aynıydı. Doğu Prusya'da geniş toprakların sahibi olan soylular tarımda verimliliği artıran bu gelişmelere ilgi duydular ve uyguladılar. Bunları başka gelişmeler izledi. Saban demirleri, silindir ve tırmıkların dökme demirden yapılmasının yanı sıra, 19. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak tohum ekme makineleri ve zararlı otlan yolmak için atların çektiği çapalar kullanılmaya başlandı. Değişik toprakların ve gübre kullanımının bitkilerin büyümesindeki rolü anlaşıldı. 1840'ta Alman kimyacı Justus von Liebig potas, fosfor ve azotun bitkiler için yaşamsal önemi olduğunu buldu. İngiltere'de John Lawes ve Henry Gilbert, fosfat bakımından zengin kay alan sülfürik asit ile işlemden geçirerek "yapay gübre" elde etmeyi başardılar. Bundan sonra başka tip yapay gübreler ve bunların bitkiler üzerindeki etkilerine ilişkin bilgiler hızla edinildi. İyi akaçlanmayan topraklarda fazla suyun ürünlerin köklerini çürüttüğü ve bitkilerin gelişimini bozduğu uzun yıllardır biliniyordu. Bazen toprağı akaçlamak için hendekler kazılır, içleri taş ya da dikenli çalılarla doldurulur ve üstleri yeniden toprak örtülerek fazla su akıtılmaya çalışılırdı. 1843'te kil akaçlama boruları bulundu ve sonraki 40 yıl boyunca binlerce dönümlük tarım alanları bu ucuz ve kolay yöntemle akaçlandı. Tarım alanındaki gelişmeler toplumsal yaşamı da derinden etkiledi. Tarım devrimi, bu gelişmelerin başladığı İngiltere'de ortaçağın kırsal toplum yapısını parçaladı. Hayvancılığa verilen önemin ve tarımda makine kullanımının artmasıyla, kırsal alanda işgücüne duyulan gereksinim daha da azaldı. İngiltere'de kırsal toplulukların çöküşü, 18. yüzyıldaki ikinci kapatma hareketiyle hızlandı. Eskiden ortaklaşa yürütülen tarımın yerini, pazar için ürün yetiştiren ve hayvancılık yapan kapitalist çiftçilerin büyük çiftlikleri aldı. Kıta Avrupa'sında ise gelişme İngiltere'den farklı oldu. İngiltere'de toprak sahibi soylular köylüleri topraklarını terk etmek zorunda bırakırken, Avrupa'da bu süreç genellikle tersine gelişti. Bunun önemli bir nedeni, Avrupa' da soyluların tarımla ve toprakla uğraşmak yerine askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda çalışmayı yeğlemeleriydi. Bunun en tipik örneği Fransız soylularıydı. Kendi topraklarında oturmak yerine saray çevresinde bulunmayı yeğleyen Fransız soyluları, zaman içinde topraklarını onları işleyen köylülere sattılar. 1789'a gelindiğinde Fransa'da toprakların beşte ikisi köylülerin eline geçmişti. Ama toprakların yasal mülkiyeti çoğunlukla, hâlâ soylu feodal beylerin elindeydi ve köylüler feodal beylere kira ya da vergi biçiminde ödemede bulunmayı sürdürüyordu. 1789 Fransız Devrimi'yle feodal yapı tümüyle parçalandı ve yapılan yasal düzenlemelerle köylü işlediği toprağın sahibi oldu. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak Fransa'da tarım arazileri İngiltere'nin tersine küçük çiftliklere bölündü. Belçika'da da, Fransız ordularının ülkeye girmesinden sonra benzer bir gelişme görüldü. Almanya'da ise ikili bir gelişme oldu. Almanya 18. yüzyılda Elbe Irmağı'nın böldüğü iki büyük bölgeye ayrılmıştı. Ülkenin batısında tarımsal yapının temelini soyluların yönetimindeki büyük çiftlikler oluşturuyordu. Doğuda ise tarım Fransa'ya benzer bir biçimde örgütlenmişti; gelişme de benzer doğrultuda oldu ve Almanya'da tarım alanları Prusya dışında küçük çiftliklere bölündü. Avrupa'da küçük çiftliklerin yaygın olması tarımsal alandaki teknik gelişmelerin uygulanmasını güçleştirdi ve daha uzun bir döneme yaydı. Günümüzde de İngiltere dışındaki Avrupa ülkelerinde genellikle küçük ölçekli tarım sürdürülmektedir. 18. yüzyılda İngiltere ve Avrupa'da çiftçiler daha çok kendi tüketimleri için tarım yaparken, Sanayi Devrimi'nden sonra tarım dışı alanlarda çalışan nüfusun büyümesiyle pazar için üretime ağırlık verdiler. Tarım ürünlerinin asıl pazarı nüfusu giderek yoğunlaşan kentler olunca, ürünü pazara taşımak sorunuyla karşılaşıldı. Avrupa ve Amerika'da 1830'lardan sonra gelişen demiryolları bu sorunun çözümünde çok önemli bir rol oynadı. Daha önceleri sürüleri pazara götürmek için yol boyunca yürütmek gerekiyordu. O dönemde zaten bozuk olan yollar, üzerinden yüzlerce hayvan geçince daha da bozuluyordu. Ayrıca, bu uzun yolculuklar hayvanları zayıf düşürüyor, satılmadan önce pazara yakın tarlalarda besiye çekilmeleri gerekiyordu. Yiyecekler ise kente bazen at arabaları, bazen de suyoluyla taşınıyordu. Uzun yolculukta sütü taze tutmanın yolu bilinmediğinden, kentlerde tüketilen süt genellikle kent içindeki mandıralardan sağlanıyordu. Demiryolları ile birlikte bu koşullar değişti. Hayvanlar zayıflamadan uzun yollar aşabilmeye, tahıl ve öbür yiyecek ürünleri demiryolu ile çok ucuza taşınabilmeye başladı. Trenin hızı, öğleden sonra sağılan sütün 150 km ya da daha uzaktaki bir kentte ertesi sabah satılmasına olanak verdi. Toprak sahipleri ve çiftçiler demiryolunun önemini kısa sürede anladılar ve tarım bölgelerinde demiryolu yapımını desteklediler.
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar
Eskiçağlardan beri tarımsal gelişmenin önündeki en büyük engel, sürekli ekilen tarlalarda bitkiler için gerekli besinlerin tükenmesi ve verimin düşmesiydi. Bunu önlemek için insanlar hayvan dışkılarını gübre olarak kullanmak, toprağı nadasa bırakmak ve yıldan yıla değişik bitkiler ekmek gibi üç temel yöntem kullandılar. Bu yöntemlerin en iyisi toprağı gübrelemekti; ama ortaçağda, kışın beslemek zor olduğundan çiftçiler sınırlı sayıda hayvan yetiştirirlerdi. Bu nedenle hayvan gübresi kullanmanın yanı sıra iki ya da üç yılda bir toprak nadasa bırakılırdı. 18. yüzyılda İngiltere'de tarım alanında bir devrim yaşandı. Şalgam ve üçgül ekiminin başlamasıyla toprağı nadasa bırakma zorunluluğu ortadan kalktı. Şalgam hayvanlara bol kışlık yem sağladı. Hem daha çok hayvan beslenebildi, hem de et ve süt verimi arttı. Ayrıca hayvan sayısının artmasıyla tahıl üretimi için daha fazla gübre elde edildi. Bir başka önemli gelişme de İngiltere'de, Norfolk'ta iki büyük çiftlik sahibi olan Vikont Charles Townshend ile Thomas William Coke'un geliştirdiği dörtlü ekim nöbeti oldu. Bu yöntemle tarla nadasa bırakılmaksızın buğday, şalgam, arpa ve üçgül art arda ekilebildi. Sonuncu olarak ekilen üçgül hem toprağa azot katar, hem de koyun ve sığırlara yem olurdu. Ayrıca, üçgül tarlalarında otlayan hayvanların dışkıları da toprağa gübre sağlardı. Böylece ertesi yıl aynı topraktan iyi buğday elde edilirdi. Bu yöntem, 100 yıl içinde İngiltere'de ve Avrupa'nın bir bölümünde yaygınlaştı. Aynı dönemde, daha iyi bakılan hayvanların arasından niteliği en yüksek olanları seçmek ve ayırmak kolaylaştı. Böylece 19. yüzyılın başlarına gelindiğinde koyun, sığır ve domuzların en nitelikli et ve yün veren cinsleri üretilmişti. Townshend ve Coke hayvan cinslerinin geliştirilmesine de öncülük ettiler. Ayrıca Norfolk'un kumlu toprağına kil ve tebeşir ekleyerek tarlaların verimini yükselttiler. Avrupa'da ise bu gelişmeler oldukça yavaş ilerledi. Fransa'da küçük çiftçiler geleneksel yöntemlerinden vazgeçmedi. Almanya'da da Doğu Prusya dışında durum aynıydı. Doğu Prusya'da geniş toprakların sahibi olan soylular tarımda verimliliği artıran bu gelişmelere ilgi duydular ve uyguladılar. Bunları başka gelişmeler izledi. Saban demirleri, silindir ve tırmıkların dökme demirden yapılmasının yanı sıra, 19. yüzyılın ilk yıllarından başlayarak tohum ekme makineleri ve zararlı otlan yolmak için atların çektiği çapalar kullanılmaya başlandı. Değişik toprakların ve gübre kullanımının bitkilerin büyümesindeki rolü anlaşıldı. 1840'ta Alman kimyacı Justus von Liebig potas, fosfor ve azotun bitkiler için yaşamsal önemi olduğunu buldu. İngiltere'de John Lawes ve Henry Gilbert, fosfat bakımından zengin kay alan sülfürik asit ile işlemden geçirerek "yapay gübre" elde etmeyi başardılar. Bundan sonra başka tip yapay gübreler ve bunların bitkiler üzerindeki etkilerine ilişkin bilgiler hızla edinildi. İyi akaçlanmayan topraklarda fazla suyun ürünlerin köklerini çürüttüğü ve bitkilerin gelişimini bozduğu uzun yıllardır biliniyordu. Bazen toprağı akaçlamak için hendekler kazılır, içleri taş ya da dikenli çalılarla doldurulur ve üstleri yeniden toprak örtülerek fazla su akıtılmaya çalışılırdı. 1843'te kil akaçlama boruları bulundu ve sonraki 40 yıl boyunca binlerce dönümlük tarım alanları bu ucuz ve kolay yöntemle akaçlandı. Tarım alanındaki gelişmeler toplumsal yaşamı da derinden etkiledi. Tarım devrimi, bu gelişmelerin başladığı İngiltere'de ortaçağın kırsal toplum yapısını parçaladı. Hayvancılığa verilen önemin ve tarımda makine kullanımının artmasıyla, kırsal alanda işgücüne duyulan gereksinim daha da azaldı. İngiltere'de kırsal toplulukların çöküşü, 18. yüzyıldaki ikinci kapatma hareketiyle hızlandı. Eskiden ortaklaşa yürütülen tarımın yerini, pazar için ürün yetiştiren ve hayvancılık yapan kapitalist çiftçilerin büyük çiftlikleri aldı. Kıta Avrupa'sında ise gelişme İngiltere'den farklı oldu. İngiltere'de toprak sahibi soylular köylüleri topraklarını terk etmek zorunda bırakırken, Avrupa'da bu süreç genellikle tersine gelişti. Bunun önemli bir nedeni, Avrupa' da soyluların tarımla ve toprakla uğraşmak yerine askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda çalışmayı yeğlemeleriydi. Bunun en tipik örneği Fransız soylularıydı. Kendi topraklarında oturmak yerine saray çevresinde bulunmayı yeğleyen Fransız soyluları, zaman içinde topraklarını onları işleyen köylülere sattılar. 1789'a gelindiğinde Fransa'da toprakların beşte ikisi köylülerin eline geçmişti. Ama toprakların yasal mülkiyeti çoğunlukla, hâlâ soylu feodal beylerin elindeydi ve köylüler feodal beylere kira ya da vergi biçiminde ödemede bulunmayı sürdürüyordu. 1789 Fransız Devrimi'yle feodal yapı tümüyle parçalandı ve yapılan yasal düzenlemelerle köylü işlediği toprağın sahibi oldu. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak Fransa'da tarım arazileri İngiltere'nin tersine küçük çiftliklere bölündü. Belçika'da da, Fransız ordularının ülkeye girmesinden sonra benzer bir gelişme görüldü. Almanya'da ise ikili bir gelişme oldu. Almanya 18. yüzyılda Elbe Irmağı'nın böldüğü iki büyük bölgeye ayrılmıştı. Ülkenin batısında tarımsal yapının temelini soyluların yönetimindeki büyük çiftlikler oluşturuyordu. Doğuda ise tarım Fransa'ya benzer bir biçimde örgütlenmişti; gelişme de benzer doğrultuda oldu ve Almanya'da tarım alanları Prusya dışında küçük çiftliklere bölündü. Avrupa'da küçük çiftliklerin yaygın olması tarımsal alandaki teknik gelişmelerin uygulanmasını güçleştirdi ve daha uzun bir döneme yaydı. Günümüzde de İngiltere dışındaki Avrupa ülkelerinde genellikle küçük ölçekli tarım sürdürülmektedir. 18. yüzyılda İngiltere ve Avrupa'da çiftçiler daha çok kendi tüketimleri için tarım yaparken, Sanayi Devrimi'nden sonra tarım dışı alanlarda çalışan nüfusun büyümesiyle pazar için üretime ağırlık verdiler. Tarım ürünlerinin asıl pazarı nüfusu giderek yoğunlaşan kentler olunca, ürünü pazara taşımak sorunuyla karşılaşıldı. Avrupa ve Amerika'da 1830'lardan sonra gelişen demiryolları bu sorunun çözümünde çok önemli bir rol oynadı. Daha önceleri sürüleri pazara götürmek için yol boyunca yürütmek gerekiyordu. O dönemde zaten bozuk olan yollar, üzerinden yüzlerce hayvan geçince daha da bozuluyordu. Ayrıca, bu uzun yolculuklar hayvanları zayıf düşürüyor, satılmadan önce pazara yakın tarlalarda besiye çekilmeleri gerekiyordu. Yiyecekler ise kente bazen at arabaları, bazen de suyoluyla taşınıyordu. Uzun yolculukta sütü taze tutmanın yolu bilinmediğinden, kentlerde tüketilen süt genellikle kent içindeki mandıralardan sağlanıyordu. Demiryolları ile birlikte bu koşullar değişti. Hayvanlar zayıflamadan uzun yollar aşabilmeye, tahıl ve öbür yiyecek ürünleri demiryolu ile çok ucuza taşınabilmeye başladı. Trenin hızı, öğleden sonra sağılan sütün 150 km ya da daha uzaktaki bir kentte ertesi sabah satılmasına olanak verdi. Toprak sahipleri ve çiftçiler demiryolunun önemini kısa sürede anladılar ve tarım bölgelerinde demiryolu yapımını desteklediler.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!