Arama

Antropoloji - Tek Mesaj #6

asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
13 Eylül 2008       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
ANTROPOLOJİ bilim dalı insanlık tarihini öğrenmek girişimi olarak başladı. Gerçekten de Yunanca'dan gelen bu sözcüğün anlamı insanın incelenmesidir. 19. yüzyılda Charles Danvin'in canlıların gelişme ve değişim süre­cine ilişkin evrim kuramını ortaya atmasından sonra, bilim adamları bu alana ilgi duydu ve insanın evrimi üstüne yeni yeni düşünceler öne sürmeye başladılar. En çok da, ilk atalarından başlayarak insanın vücut yapısının ve öteki fiziksel özelliklerinin nasıl geliştiğini merak ediyorlardı. Ayrıca insanla­nn nasıl olup da bir araya geldiklerini, bu toplulukların nasıl büyüdüğünü ve değişikliğe uğradığını; insanların yeni becerileri nasıl kazandığını; dinlerin, siyasal örgütlenmele­rin, sanatın ve müziğin nasıl doğduğunu da öğrenmek istiyorlardı. Bütün bu çabaların sonucunda antropoloji biliminde insanlık tari­hinin değişik alanlarını inceleyen uzmanlık alanları ortaya çıktı.
Arkeologlar yüzyıllar öncesinin eski yerle­şim yerlerini kazarak oralarda yaşamış olan insanların neler yapmış olduklarını, nasıl ya­şadıklarını öğrenmeye çalışırlar. Yazılı belge­lerden önceki insanlık tarihinin araştırılması onların işidir.
Fiziksel antropologlar insanın evrimini ve değişik insan grupları arasındaki farklılıkları incelerler. Biyoloji uzmanı olan fiziksel antro­pologlardan bazıları insan türünün ortaya çıkı­şını, bazıları da insan biyolojisinin değişik alan­larını araştırır. Beslenme ile kişinin boyu ara­sındaki ilişkinin incelenmesi buna bir örnektir.

Dilbilimciler dillerin ortaya çıkışı ve yapı­sıyla ilgilenirler. Dili insan başarısının en belirgin örneği ya da insanı insan yapan başlıca etken olarak değerlendirirler. Günü­müzde eski dillerin incelenmesi son dere­ce zor ve ayrıntılı çalışmalar gerektirdiğinden bu konu yepyeni bir uzmanlık alanı olmuş­tur.

Antropologların Bulguları.

Eskiden antropologların çoğu insan topluluk­ları arasında gerek fiziksel ve zihinsel bakım­dan, gerek örgütlenme biçimleri bakımından büyük farklılıklar olduğunu sanıyorlardı. Bu farklılıkların ise değişik toplulukların evrim aşamalarını açıklayıcı nitelikte olacağını düşü­nüyorlardı. Bazı insanların fiziksel yapıları öteki insanlara göre daha az gelişmiş olduğu için onların zekâca da geri olmaları gerektiği­ni öne sürüyorlardı. Oysa bu tür öngörüleri tarihsel bulgular doğrulamadı. Çağdaş insanın ataları olan, 200 bin ile 500 bin yıl kadar önce yaşamış Homo sapiens fiziksel açıdan da gü­nümüz insanına benziyordu.

Çağdaş dünyada ise insan toplulukları ara­sındaki farklılıklar gerçekten çok azdır; hele benzerlikler ile karşılaştırıldığında, nerdeyse yok gibidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, insan aklı benzer düşünme süreçlerini izliyor. İnsanların yaşadığı toplumlar değişik de olsa yeni beceriler öğrenme yeteneği çok az farklı­lık gösteriyor.

Toplumlar arasında gerçekten belirgin olan farklılıklar insanların edindikleri bilgilerle ve davranış biçimleriyle ortaya çıkıyor. Bildiği­miz hemen her şey bize öğretilmiştir. Demek ki, insanlar arasındaki başlıca farklılıklar ne­rede ve nasıl yetiştirildiklerine bağlıdır. Bir insan, yabancı bir topluluğa genç yaşta katılır­sa, eski öğrendiklerinden daha değişik şeyleri kolayca öğrenebilir. Bu nedenle, kültürel farklılaşma ile fiziksel farklılıklar arasında bağlantı olmadığı öne sürülebilir.

Bazı toplumlar ya da kültürler öbürlerin­den daha mı ileridir? Herhangi bir toplum belirli bir zamanda küçük ya da büyük, başka bir topluma bağımlı ya da bağımsız olabilir. Öteki toplumlardan kopuk ya da onlarla ilişki içinde yaşayabilir. Bu tür farklılıklar toplum üyelerinin varlıklı ya da yoksul oluşunu etki­leyebilir. Ama tarihsel bir süreç içinde pek çok şey değişebilir. Örneğin Eski Mısır kral­lıkları bir zamanlar Ortadoğu'ya egemendi ve Akdeniz uygarlığının yönetim, bilim ve sanat merkezleriydi. Daha sonra Akdeniz çevresi başka toplumların etkisi altında kaldı. Roma İmparatorluğu'nun yükselişiyle birlikte Ak­deniz toplumları Roma uygarlığından etkilen­di. Bu imparatorluğun çöküşünden sonra, yeni bir din olan Müslümanlık Ortadoğu'dan Akdeniz yöresine doğru yayılmaya başladı. Akdeniz'in güneyini ve batısını ele geçiren Müslümanlar yeni güç odakları oluşturdular. Bütün bunlar olurken Orta ve Kuzey Avrupa kabuğuna çekilmiş, teknolojik bakımdan geri ve dünya üzerinde hiçbir etkisi olmaksızın yaşıyordu. Oysa yakın geçmişte bu bölgedeki ülkeler dünyanın en büyük güçleri oldular. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise Avrupa ülke­leri dünyanın en varlıklı ve güçlü ülkeleri ol­maktan çıktı. Asya ve Afrika toplumlarının tarihlerinde de benzer yükseliş ve çöküş dö­nemleri olmuştur.


Kültürel değişimin ve gelişimin yasaları var mıdır? Teknolojik gelişmenin çok çabuk be­nimsendiği ve yaygınlaştığı bir gerçek. Ayrıca teknolojik gelişme toplumsal örgütlenmede çok hızlı dönüşümlere neden olabiliyor. Bu­nun en çarpıcı örneği bilgisayar teknolojisinin günümüzdeki gelişimidir. Ama insanlık kültü­rünün hiçbir alanında "ilerleme"ye ilişkin yargıda bulunmak ya da gelişmişliğin belirli göstergelerini saptamak olası değildir. Hiçbir dil öbüründen daha "üstün", daha "gelişmiş" ya da daha "uygar" olamaz. Ayrıca herhangi bir dinin öbüründen nesnel olarak daha iyi olduğunu ya da belli bir aile yapısının en iyi olduğunu kanıtlamak çok güçtür. Günümüz­de antropologlar artık toplumların kültürleri­ni sınıflamak eğiliminden vazgeçmiş, değişik kültürlerin ortak yanları ile insan davranışla­rının çeşitliliği konularına önem vermeye baş­lamış, araştırmalarını bu yönde yoğunlaştır­mışlardır.

GÖÇEBELİK IRK
İLKEL DİNLER
İLKEL SANATLAR
İNSANIN KÖKENİ
MASKE
TABU
TOTEM
YAMYAMLIK

Kaynak: MsXLabs.org & Temel Britannica


Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....