Ortadoğu'da Bilim
'Ortadoğu'da Rönesans kadının çıkışı temelinde olabilir.'
Bu belirlemeyi geçtiğimiz günlerde yaparken, kadın sorununu derin tarihsel, toplumsal bilinçle ve bilimsel bakış açısıyla ele aldığını, çözümünü de köklü değişikliklerle, devrimsel gelişime dayandırdığını bir kez daha göstermiş oldu. Bugüne kadar kadın sorunu üzerinde en derin ve gerçekçi değerlendirmeler yaptığı gibi, sorunun çözümünde ciddi ve kalıcı adımların atılmasını da sağlamıştır. İdeolojisinin odak noktasına kadın bakış açısını alıp, tüm toplumsal sorunların çözümünde kadının gelişimini ön plana koymaktadır.
Bu yaklaşımın bir devamı olarak yaptığı 'Ortadoğu'da kadına dayalı Rönesans' belirlemesinin tüm kadınlar tarafından bilince çıkarılması ve gerçekleştirilmesi için çaba verilmesi önemlidir. Çünkü, ancak bu tarihi ifadenin gerekleri yerine getirildiğinde kadınının kurtuluş perspektifi ve bu uğurda kazandığı mevziler kalıcılaşacaktır.
Ortadoğu için, neden 'Kadın Rönesans'ı'? Bunun tarihsel, toplumsal zemininin neler olduğu ve olgunlaşan koşulların bilince çıkarılması için elbette bilimsel bir araştırma süreci gerekmektedir. Eğer tarihin sayfalarını aralayacak olursak, göreceğiz ki, Rönesans, yani Yeniden Doğuş 15 ve 17. Yüzyıl arasında ortaçağ karanlığına karşı Avrupa'da gelişen bir aydınlanma hareketidir.
Bu aydınlanmayı yaratan o günün koşulları olmuştur. Ortaçağ'da toplum yönetiminde önemli bir güce sahip olan kilisenin ağır baskısı altında, insanın özgür düşüncesi büyük bir engellemeyle karşı karşıyaydı. Din, aklın ve bilimin gelişmesi önünde engelleyici bir rol oynuyordu. Fikir ve düşünce özgürlüğüne hiç yer verilmediği gibi, büyük bir hoşgörüsüzlük, bağnazlık, yobazlık hakimdi ve bunlar birer kanun niteliğindeydi. Bilimsel araştırma kitapları yığın yığın yakılıyor, toplumu doğru yoldan saptırdıkları, dinden çıkardıkları söylenerek ortadan kaldırılıyordu. Bilim adamları da aynı muameleye maruz kalıyorlardı. Polonyalı astronom Kopernik, dünyanın hem kendi ekseni etrafında hem de güneşin etrafında, iki dönme hareketi olduğunu kabul ettiği ve savunduğu için doğru yoldan sapmış sayılıyordu. Ve kilise Giordano Bruno'yu da 'dünya dönüyor' dediği için yakabiliyordu. Bir-çok filozof ve sağaltıcı kadın cadı, şeytan diye yakılıyordu. Köylülük üzerinde ağır sömürü ve toprak köleliği hakimdi. Kıtlık, açlık ve salgın hastalıklar toplumu kasıp kavuruyordu.
Kilise, dini kendi hizmetine koyarak halkı sömürüyor, tefecilik, faiz ve günah bağışlamayla büyük gelirler elde ediyordu. Engizisyon etkisi ve yetkisi altında, toplum boğulmayla yüz yüze gelmişti. Avrupa'da hem bilimsel gelişme üzerinde hem de toplumsal boyutta zulüm son kertesindeydi. Derin toplumsal buhran ve gerilik Rönesans'ın doğuşu için gereken koşulları oluşturuyordu. Bu toplumsal çürümüşlük, beraberinde arayış ve kurtuluş çabasını da geliştirdi.
Özellikle Haçlı Seferleriyle Doğunun zenginliği ve gelişmişlik düzeyi ile tanışılması, Avrupa'nın bilimsel arayış tutkularının canlanmasına neden oldu. Doğu'da bilim, sanat, edebiyat alanlarında ulaşılan gelişmişlik düzeyi yağmalanarak Avrupa ya taşırıldı. Bu birikimle, baskılara rağmen bilim ve sanat alanlarında arayış ve buluşlar gelişti. Dinin değil, bilimin ve aklın ön plana çıkması için bir mücadele başladı. Toplum ve birey hem ekonomik hem de bilimsel anlamda kapalılığı aşıp, dışa açıldıkça, aydınlanma için önemli bir birikim oluştu. Bu birikim sonucu bilim, sanat, kültür, edebiyat alanlarında sağlanan gelişmelerle eski bir çağ kapanıp, yeni bir çağ açılmış oldu. Aydınlanma çağı olarak bilinen bu çağ, insanlık tarihinde bilimsel bir çığır açtı.
Ortaçağ Avrupa'sında bir çok sorun Rönesans ile tasfiye edildi ve insan düşüncesi ortaçağ skolastiğinden kurtarılıp, düşünce ve sanata geçiş çağı başladı. Yoğun inceleme ve araştırma ortamının oluşmasıyla, evrensel düşünüş akla uygun ve gerçek dünyadan başka bir şey tanımayarak gelişti. Rönesans temelde insan maneviyatında bir zenginliği ve gelişmeyi ortaya çıkardı. Günümüze kadar da Avrupa bununla ayakta kalabilmiştir.
Kilise her ne kadar insanları yaksa da sonunda gelişime ve bilime karşı bir şey yapamadığı gibi, baskılar dikkate değer insanların doğmasını engelleyemedi ve geriye gerçekler kaldı.